İSRAİL
İSTİHBARAT BİRİMLERİNİN KARŞI KARŞIYA OLDUĞU DÖRT MEYDAN OKUMA
Amos Harel (Haaretz gazetesi yazarı ve İsrail medyasındaki en önemli askeri ve
savunma uzmanı)
Haaretz,
11.9.2015
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
İstihbaratçılar 11
Eylül’ü iki nedenle hep hatırlayacaklar: Birincisi, -geriye dönüp bakıldığında-
bu terör saldırıları, engellenebileceği halde istihbarat
birimlerinin/ajanlarının tamamen gafil avlanmalarına korkunç bir örnek teşkil ediyor. [Söz konusu eşzamanlı] 4
terör saldırısını soruşturan Amerikan Kongresine bağlı bir komite, –eğer
vaktinde anlaşılıp tahlil edilseydi- istihbarat teşkilatlarının Amerikan
topraklarında büyük ölçekli bir saldırı planlandığı sonucuna varmalarını
sağlayabilecek nitelikte uzun ve ayrıntılı bulguların olduğu bir listesi
hazırladı. 11 Eylül, sadece korkunç bir insani trajedi değildi, aynı zamanda
çok kötü bir istihbarat başarısızlığıydı – tıpkı benzer nitelikteki Japonların
Pearl Harbour baskını veya [1973] Yom Kippur Savaşını başlatan Mısır ve
Suriye’nin İsrail’e sürpriz saldırıları gibi bir dizi şok edici “sürpriz”
saldırıydı.
İkincisi,
el-Kaide’nin saldırısı, etkileri bugün dahi Ortadoğu’da hissedilen şok
dalgaları yaratan bir nevi tarihî açılıştı/başlangıç yağmuruydu. Eğer İkiz
Kuleler ve Pentagon vurulmasaydı, ABD’nin 18 ay içinde iki büyük maliyetli
savaşa girmesi beklenemezdi. 2003’te Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi,
dolaylı da olsa 7 sene sonra Arap dünyasının sallanmasına önemli ölçüde katkıda
bulunacaktı.
Gerçekten de Arap
dünyasındaki mevcut kaosun kökleri ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından
yaşananlarla ilişkilendirilebilir/açıklanabilir: Irak’ta Sünni ve Şii
Müslümanlar arasındaki gerilimin tırmanması, İslam Devleti’nin daha sonra
içinden çıkacağı el-Kaide’nin Irak kolunun yükselişi, Obama başkanlığındaki
ABD’nin bölgedeki varlığını sınırlandırma isteği. Tabii ki Arap ülkelerindeki
gençlerin rahatsızlıkları, sosyal medyanın etkisi gibi daha birçok faktör de
söz konusu.
Hemen her gün yeni
şokların (Yemen’de iç savaş, IŞİD’in yükselişi, Avrupa’ya Suriyeli mülteci
akını) yaşandığı bir dönemde bunların bir kısmı sanki eski tarihmiş gibi
hissediliyor. Bölgenin istihbarat resmi son derece karmaşık bir hal aldı ve
nihayetinde, bırakın geleceğe dair öngörülerde bulunabilmeyi, [yaşananları]
anlamak ve analiz etmek dahi zorlaştı. (...)
Dramatik değişimler
Tuğgeneral Itai Brun’un yakında kaleme aldığı bir kitapçık,
bölgedeki yeni istihbarat gerçekliğini ve bunun istihbarat araştırmalarındaki
etkisini ele almaya çalışıyor. İsrail ordusundan birkaç ay evvel emekli olan
Brun, Hava Kuvvetleri ve Ordu İstihbaratında bir dizi istihbarat görevi
üstlenmişti ve 3,5 yıl süren son görevi Askeri İstihbaratta araştırma birimi
başkanlığıydı. Görevinin sonunda “Dramatik Değişimler Çağında Gerçeği Anlamak”
başlıklı bir belge kaleme aldı ve gizli olmayan versiyonu daha yeni İstihbarat
Bilgi Merkezi tarafından basıldı.
Önsözde Brun, “son
yıllarda Ortadoğu hakkında istihbarat çalışması, birçoklarına göre, daha önce
eşi benzeri görülmemiş meydan okuyucu bir ortamla karşı karşıya” diye yazmış.
Brun bu değişimi birçok unsurun bir kombinasyonu olarak açıklıyor: 2010’da
başlayan gösterilerle Tunus rejiminin devrilmesine yol açan bölgesel ayaklanma;
son yıllarda (on yıllarda) savaşın karakterinin değişimi (İsrail de dahil
devletler, artık ağırlıklı olarak terör ve gerilla örgütleriyle ve asimetrik
savaşla baş etmek zorunda); “büyük ölçüde günümüzü tanımlayan ve örgütsel ve
yapısal telakkilerin altını oyan” enformasyon devrimi.
Brun’a göre
İsrail’in mevcut stratejik çevresi, eskiye kıyasla çok daha fazla
“istikrarsızlıklarla ve dalgalanmalarla tanımlanıyor”. Bu bağlamda istihbarat
yetkililerini ve liderleri “gerçeği açıklığa kavuşturma ve anlamada sorumlu
davranma”ya davet ediyor; “Niye sorumluluk? Çünkü istihbarat çalışması zaten
yıllardır kavramsal bir kriz içinde.”
Pearl Harbor,
Barbarossa Operasyonu ve Yom Kippur Savaşı’ndaki büyük başarısızlıkların
ardından önerilen ıslaha dönük fikirler, “kısmen uygulandı, ama son
dönemlerde/nesillerde can acıtıcı başarısızlıkların
önlenmesinde başarısız oldu. Yeni fikirler üzerinde çalışıldı, ama düşmanla baş
etmeye çalışırken belirsizlikleri çözecek/öngörecek kristal bir küre
bulunamadı.”
Brun’a göre bu
belirsizlikler gerçekliğin ayrılmaz bir parçası ve
istihbarat çalışması, kaçınılmaz olarak hatalar yaparak bu meseleyle uğraşmaya devam etmek zorunda.
Her şey değişti
[Brun] Askeri İstihbaratın, meseleleri artık farklı bir şekilde ele almasını/sevk
ve idaresini gerektiren 4 meydan okumayı ele almış:
Birincisi,
temelde/özünde beklenmedik bir dinamiğin sonucu olarak meydana gelen olaylarla
baş etmeyi gerektiren araştırma veya karar
alıcılar tarafından net olmayan bir hedefin belirlenmesi/ortaya konması. Brun
diyor ki yeni yaklaşım, -[meydana gelen] olayların [i] net
hedeflerin, [ii] düşmanın net kapasitesinin ve [iii] bu hedefleri
başarmak için planlanan hareketlerin bir sonucu olduğu- geçmiş dönemdeki [yaklaşımdan]
ayrışıyor.
İkinci meydan
okuma, savaşın verilme şeklindeki değişim. İsrail hâlihazırda Hamas ve
Hizbullah gibi yeni nesil tehditlerle yüz yüze; bunların askeri planlarını
ortaya çıkarmak ve onları vurmaya imkan verecek tam doğru hedefleri belirlemek
artık çok daha zor.
Üçüncü meydan
okuma, cevabın hızı. Olaylar baş döndürücü bir hızla akıyor ve çoğunlukla
kararların çok hızlı bir şekilde verilmesini gerektiriyor. Mesela [düşman
tarafından] füzelerin ve roketlerin ateşlenmesi veya siber bir saldırı,
erken tespit imkanını artıran uzun fiziki hazırlıkları gerektiren türden değil.
Dördüncü meydan
okuma ise değişim, bilhassa bilgi devriminin etkisi. Şimdilerde bilgi inanılmaz
hızlı bir şekilde, çok fazla sayıda kaynaktan elde ediliyor. Ama eşzamanlı
olarak sistemlere sel gibi akıyor ve önemli gelişmeleri tespit etmek/farkına
varmak giderek zorlaşıyor.
Sınırlı tahayyül
Brun’ın kitapçığı
türünün tek örneği; zira Brun bir istihbarat subayı olarak İsrail ordusunun
1973’teki travmatik bir başarısızlığını ilk elden tecrübe etmedi. 1982 Lübnan
işgali öncesinde orduya katıldı ve Lübnan’da Suriye’nin karadan havaya
füzelerine yönelik İsrail’in başarılı hava saldırısı öncesinde istihbarat
toplama faaliyetinde yer aldı. Buna rağmen Yom Kippur Savaşı Brun’ın
kitapçığında genişçe yer alıyor: o dönemde istihbaratın başarısızlığı (…)
Brun’a göre bu
savaştan çıkarılan en stratejik ders, klasik bir konu olan savaştan caydırmanın
yanı sıra, stratejik sürprizlerin önlenmesine yardımcı olabilecek şekilde
diğer alanlara da odaklanan dengeli istihbarata duyulan ihtiyaçtı.
Brun istihbarat
bilgisinin kırılganlığına ve parçalı/eksiklerle malul niteliğine ve aynı
zamanda [yeni yeni] soruları ve eleştirileri beraberinde getiren [istihbarat
üzerinde] sürekli müzakere ihtiyacına vurgu yapıyor. Ayrıca kendisinin
“sınırlı tahayyülün başarısızlığı” olarak adlandırdığı “işin tabiatından
kaynaklanan doğal başarısızlıklar” konusunda da uyarıyor (…)
1973’te şekillenen
bu altın kurallar bugün hala geçerliliğini koruyor. Peki ne değişti? Brun diyor
ki Arap ayaklanması, istihbarat ihtiyacını iyice artırarak, artık sadece Arap
liderlerin ve onların güvenlik güçlerinin izlenmesiyle sınırlı kalmayıp çok
daha geniş bir araştırmaya odaklanmayı gerektiriyor. Giderek önemi artan
kamuoyu, artık “caddelerde ve meydanlarda, bilhassa da liderlerin ve karar
alıcıların bilincinde” bir etki gücüne sahip. Genel hatlarıyla Brun, “Arap
sokağı”nın takibinin/gözetlenmesinin ve analizinin daha da geliştirilmesi
konusunda askeri istihbaratın attığı adımları da anlatıyor. Arap ayaklanması
“aşina olduğumuz liderler ve görece istikrarlı bölgesel sistemler altında uzun
yıllar boyunca bize hizmet etmiş istihbarat kurumlarının yeniden ayarlanmasına bizi zorladı.”
Suriye, Irak, Sudan
ve Yemen gibi ülkelerde, “milli kimlikler aşındı ve din, etnisite, kabile gibi
faktörler yıllar evvel olduğu gibi bir kez daha belirginleşti... Artık temel
tehdit, Ekim 1973’teki gibi bir sürpriz saldırı değil, büyük ölçekli bir
tırmanışa yol açabilecek hızlı bir altüst oluş ki
bu, sivil nüfusun büyük zarar görmesiyle sonuçlanabilir.”
Örnek olarak Brun,
geçen yaz İsrail ile Hamas arasında yaşanan Gazze savaşını veriyor. Bu konu,
istihbarat yetkilileri arasında sert tartışmaların ve hatta –askeri istihbaratın
Hamas’ın hareketlerini önceden yeterince göremediğini iddia eden- bazı bakanlar
arasında eleştirilerin fitilini ateşledi.
“Bazı durumlarda
olaylar, arzuların ve çıkarların, hatta ilan edilen çıkarların aksine, düşmanın
hareketlerinin bir sonucu olarak meydana gelebilir. Bunun önemi şu ki, zaman
zaman karşı tarafın belli bir stratejiyi izlemesi istihbarat toplayan personeli
yanlış yönlendirebilir.” diye yazan Brun, Gazze savaşında ilk meydan okumanın
–yani planlanmamış dinamiğin- [yazının başlarında anlatılan 4 meydan
okumadan ilkini kastediyor] yaşandığını belirtiyor. “Çatışma planlanmış
veya [üzerinde] düşünülmüş şekilde patlak vermedi. Daha ziyade Gazze’de
güvenliğin kötüye gitmesinin akabinde yaşandı.”
Belirsizlikleri
azalt, sürprizleri önle
Arap dünyasındaki
ayaklanma ve yine geçen yaz [Gazze’deki] tırmanma, Brun’ın “istihbarat
araştırması belirsizlikleri azaltıp sürprizleri önlemelidir” şeklinde vardığı
sonucun altını çizer mahiyette. Bununla birlikte Brun diyor ki “istihbarat
araştırması faaliyeti geleceği tahmin eder anlamına gelmez. (Bazı karar
alıcılar da dahil) birçokları tarafından kabul gören yaygın yaklaşımın aksine,
araştırma personelinden geleceği öngörmesi beklenmez – onlardan beklenen karar
alıcılara mesele hakkında düşünürken [istihbarat bilgilerini aktararak]
yardımcı olmalarıdır.”
Bu belge
istihbaratın rolü ve metodolojisini inceleyen takdire şayan bir çalışma. (...)
İstihbarat derslerinde bu kitapçığın zorunlu okuma listesine ekleneceği
kanaatindeyim.
Bununlar birlikte
bir çekinceyi dillendirmeliyim. İsrail’in etrafında meydan gelen gelişmeler
gerçekten devasa; ve son yıllarda vuku bulan sürpriz olaylar hiç şüphesiz
geleceği öngörmeyi giderek zorlaştırıyor. Brun öyle görünüyor ki istihbarat
elemanları için hayatı biraz fazla kolaylaştırıyor; geleceğe dair öngörü
yapmayı siyasi liderlerle ortaklaşa yapılan bir iş olarak sunarak onları
neredeyse tamamen temize çıkarıyor. Tabii ki istihbarat elemanları –geçmişte
olduğu gibi- bugün de zaman zaman hata yapacaklar; ama bu, onların geleceğe
bakmaya son verip siyasetçilerin de onlardan bunu beklememelerini gerektirmeli
mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder