29 Mayıs 2020 Cuma

G.KOLATA: PANDEMİLER NASIL SONA ERER?




PANDEMİLER NASIL SONA ERER?

Gina Kolata (The New York Times gazetesinin bilim ve tıp konularında uzman muhabiri)
The New York Times, 10.5.2020

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor



NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 14.5.2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İngilizcesi “How Pandemics End” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Özet: COVID-19 dünyanın karşılaştığı ilk salgın değil. Bundan önceki pandemiler nasıl bitmişti? Pandemileri bitiren ne? COVID-19’un ne zaman ve nasıl biteceğine ilişkin tarihteki benzer örneklerin söyledikleri…

Ülkeden ülkeye değişmekle birlikte genellikle mart ayından bu yana birçok ülkede yürürlüğe konan, sokağa çıkma sınırlandırmaları başta olmak üzere iktisadi ve toplumsal hayatı altüst eden önlemler son dönemde gevşetilirken COVID-19 pandemisinin ne zaman ve nasıl biteceği temel tartışma konularından biri olmayı sürdürüyor.
The New York Times gazetesinin bilim ve tıp konularında uzman muhabiri Gina Kolata, 10 Mayıs tarihinde “Pandemiler Nasıl Sona Erer” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazar, önde gelen tıp tarihçisi akademisyenlerin görüşlerine yer vererek tarihte yaşanmış pandemilerin bitiş tecrübesini okurla paylaşıyor.
Yazısına, “Tarihçilere göre, pandemiler umumiyetle iki şekilde sona erer: (i) tıbbi olarak vakalar ve ölüm oranlarında keskin bir düşüş meydana geldiğinde, (ii) toplumsal olarak hastalıktan duyulan korku salgını iyice zayıfladığında” diyerek başlayan yazar, konuyla ilgili uzman görüşlerini de aktarıyor.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden tıp tarihçisi Dr. Jeremy Greene’e göre, insanlar ‘Salgın ne zaman sona erecek?’ diye sorduklarında aslında tıbbi değil toplumsal sona erişi kastederler. Diğer bir deyişle, salgına son, hastalık yenilgiye uğratıldığı için değil, insanlar panik modundan bıkıp usandıkları ve hastalıkla yaşamayı öğrendikleri için ortaya çıkabilir.
Harvard Üniversitesi’nden tarihçi Allan Brandt’e göre COVID-19 için de benzer bir durum geçerli: ‘Ekonominin serbestleşmesiyle ilgili tartışmada gördüğümüz üzere, sözde sonla ilgili birçok soru tıp ve halk sağlığı verileriyle değil, sosyopolitik süreçlerle belirleniyor.’

Korku yolunda
Yazar, korku salgınının hastalık salgını olmadan bile ortaya çıkabileceğine dikkat çekiyor. Mesela Dublin’deki Kraliyet Cerrahlar Okulu’ndan Dr. Susan Murray, Ebola virüsünün Batı Afrika’da 11.000’den fazla can aldığı, ancak İrlanda’da hiç vakanın görülmediği bir dönemde, 2014’te ülkesindeki kırsal bir hastanede görevliyle bunu ilk elden görmüş.
The New England Journal of Medicine dergisinde 7 Mayıs’ta yayınlanan yazısında Murray şunları anlatmış: ‘Sokakta ve koğuşta insanlar endişeli. Yanlış bir ten rengine sahip olmak, otobüste veya trendeki diğer yolcuların size yan gözle bakması için yeterli. Bir kez öksürdünüz mü insanların sizden uzaklaştığını görürsünüz.’
Kolata, Dr. Murray’ın çarpıcı bir tecrübesini de okuruyla paylaşıyor:
“O dönem Dublin’deki hastane çalışanları en kötüye hazırlanmaları için uyarılmış. Koruyucu ekipmana sahip olmadıkları için oldukça endişelilermiş. Ebola salgını olan bir ülkeden ileri derecede kanser hastası bir genç adam acil servislerine geldiğinde hemşireler kaçıp saklanmış, doktorlar ise hastaneyi terk etmekle tehdit etmiş. Onu tedaviye cesaret eden tek kişi Dr. Murray olmuş. Genç hasta, birkaç gün sonra Ebola testinin temiz çıkmasının üzerinden sadece birkaç saat geçmişken hayatını kaybetmiş. Üç gün sonra da Dünya Sağlık Örgütü Ebola salgınının artık dünyada sona erdiğini duyurmuş.
Dr. Murray makalesinde şöyle yazmış: Korku ve cehaletle, -tıpkı herhangi bir virüsle olduğu gibi- aktif ve dikkatli bir şekilde savaşmaya hazır değilsek, tek bir vakanın dahi görülmediği yerlerde bile korkunun savunmasız insanlara korkunç zararlar vermesi mümkün. Ve bir korku salgını ırk, imtiyaz ve dil konularıyla karmaşıklaştığı durumlarda çok daha kötü sonuçlar doğurabilir.”

Kara Ölüm ve kasvetli hatıralar
Yazar Kolata, veba salgınının son 2000 yılda milyonlarca insanı öldürecek ve tarihin akışını değiştirecek şekilde defalarca baş gösterdiğine ve her birinin, bir sonraki salgınla gelen korkuyu artırdığına dikkat çekiyor.
Tarihçilerin anlattığı üç büyük veba dalgasından (6. yüzyılda Jüstinyen Vebası, 14. yüzyılda Orta Çağ salgını ve 19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başlarında vuran salgın) öncelikle ikincisine odaklanıyor:
“Orta Çağ salgını 1331’de Çin’de başladı. Hastalık, aynı dönem şiddetlenen bir iç savaşla birlikte, Çin nüfusunun yarısını öldürdü. Veba, Çin’den başlayıp ticaret yolları boyunca Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’ya taşındı. 1347-1351 yılları arasında Avrupa nüfusunun en az üçte birini yok etti. İtalya’da Siena nüfusunun yarısı öldü.”
Bu salgına şahit olan dönemin yazarlarının da eserlerinden bölümler paylaşıyor:
14. yüzyıl vakanüvisi Agnolo di Tura, ‘İnsan dilinin bu korkunç gerçeği anlatması imkansız. (…) Bu denli korkunçluklara şahit olmayan birine olsa olsa kutsanmış denilebilir.’ satırlarını paylaşıyor. Vakanüvis, salgına yakalanan kişinin ‘koltuk altları ve kasıkları şişiyor ve konuşurken devrilip gidiyor’ diye yazmış ve ölülerin çukurlara toplu olarak gömüldüğünü anlatmış.
Giovanni Boccaccio ise Floransa’da ‘bugünlerde ölen insanlara ölü keçiler kadar bile saygı gösterilmiyor’ diye yazmış.
Yazar Kolata, bu ikinci salgın dalgasının sona erdiğini ama vebanın tekrarladığını şöyle anlatıyor:
“En kötü salgınlardan biri 1855’te Çin’de başlayıp dünyaya yayıldı ve sadece Hindistan’da 12 milyondan fazla insanı öldürdü. Bombay’daki sağlık otoriteleri vebadan kurtulmak için bütün mahalleleri ateşe verdi.”
Kolota, vebayı neyin zayıflatıp bitirdiğinin açık olmadığını belirtip konuyla ilgili yürütülen tahminleri şöyle paylaşıyor:
“Bazı araştırmacılar soğuk havanın hastalık taşıyan pireleri öldürdüğünü savunuyor; ancak Yale Üniversitesi’nden tarihçi Frank Snowden pire ölümünün solunum yoluyla yayılmayı kesintiye uğratmayacağı kanaatinde. Hastalığı taşıyan sıçanlardaki bir değişikliğe bağlayanlar var; buna göre, 19. yüzyılla birlikte veba, siyah sıçanlar yerine, artık daha güçlü ve tehlikeli olan ancak insanlardan ayrı yaşama ihtimali daha yüksek kahverengi sıçanlar tarafından taşınmaya başlanmış. Başka bir hipotez, bakterinin daha az ölümcül olacak şekilde geliştiği yönünde. Köylerin yakılması gibi insan kaynaklı eylemlerin salgının önünün alınmasına yardımcı olabileceğini düşünenler de var.”
Yazar, vebanın hiçbir zaman tam anlamıyla bitmediğini de belirtiyor. “ABD’de enfeksiyonlar Güneybatı’daki çayır köpekleri arasında endemik olup nadiren de olsa insanlara bulaşabilir durumda. Ama artık bu hastalık antibiyotiklerle başarılı bir şekilde tedavi edilebiliyor.” diye de ekliyor.

Fiilen sona eren bir hastalık
Kolota, tıbben sona erebilmiş salgınlar arasında çiçek hastalığı olduğunu belirtiyor. Doğal yollardan bu hastalığa yakalanıp iyileşen son kişi 1977’de Somali’de bir hastane aşçısı olan Ali Maow Maalin olmuş.
Ancak yazar, birkaç nedenden ötürü çiçek salgınının tamamen sona ermesini bir istisna sayıyor: “Hayat boyu koruma sağlayan etkili bir aşısı var ve hastalığa yol açan Variola major virüsünü taşıyan bir hayvan yok. Dolayısıyla hastalık tamamen ortadan kaldırılabildi. Ayrıca semptomları o kadar sıradışı ki enfeksiyon [deri üzerinde] görünür olup etkili karantinaya ve temas izlemeye imkan veriyor.”
Yazar çiçek hastalığının geçmişine de ışık tutuyor: “Çiçek hastalığı korkunç olup en az 3000 yıldır ardı ardına gelen salgınlarla dünyayı kırıp geçirdi. Hastalık sıklıkla muazzam acıların ardından her on kurbanından üçünü öldürdü. Harvard Üniversitesi’nden tarihçi Dr. David S. Jones’a göre, 1633’te Yerli Amerikalılar arasında çıkan bir salgın, ‘kuzeydoğudaki tüm yerli halkları darmadağın etti ve Massachusetts’te İngilizlerin yerleşimini hiç şüphesiz kolaylaştırdı’.”

Unutulmuş gripler
Kolota, geçen yüzyılın en önemli pandemisi olan İspanyol gribinin tahribatını da şöyle özetliyor:
“50 ila 100 milyonluk cana mâl olan 1918 gribi, gençleri ve yetişkinleri avlarken I. Dünya Savaşı’nın ortasında askeri birlikleri kırıp geçirdi, çocukları yetim ve aileleri ise evin geçimini sağlayan bireylerden mahrum bıraktı.
Peki, bu kadar sarsıcı bir pandemi nasıl sona erebildi? Yazar şöyle anlatıyor:
“Dünyayı kasıp kavurduktan sonra bu grip hafifledi ve her yıl ortaya çıkan daha tehlikesiz bir grip çeşidine dönüştü. Toplumsal olarak da sona erdi. I. Dünya Savaşı bittiğinde insanlar yeni bir başlangıca, yeni bir döneme hazırdılar ve hastalık ile savaş kâbusunu geride bırakmaya istekliydiler. Yakın zamana kadar 1918 gribi büyük ölçüde unutulup gitmişti.”
“Bunu başka grip salgınları da izledi, hepsi de adeta bir tokat etkisi yapsa da hiçbiri 1918’deki kadar kötü değildi. 1968 Hong Kong gribinde, 100 bini ABD’de olmak üzere dünyada çoğu 65 yaş üstü toplamda 1 milyon insan hayatı kaybetti. Bu virüs hâlâ mevsimsel bir grip olarak yayılıyor ve yol açtığı ilk yıkım -ve eşlik eden korku- nadiren hatırlarda.”

COVID-19’un akıbeti ne olacak?
Kolota bu konuda şunları yazıyor: “Tarihçilerin söylediğine göre koronavirüs pandemisi, bir ihtimal, tıbbi olarak sonlanmadan evvel toplumsal olarak sona erebilir. Virüs toplumda içten içe var olmaya devam etse de ve bir aşı veya etkili bir tedavi henüz bulunmasa da insanlar kısıtlamalardan bitap düşüp sonunda kendi kendilerine ‘salgın bitti’ diyebilirler.”
Bu konuda Yale Üniversitesi’nden tarihçi Naomi Rogers’ın görüşlerine yer veriyor: “Bence böylesi bir tükenme ve hayal kırıklığı türünde bir sosyal psikolojik sorun var. İnsanların ‘Yetti artık; ben normal hayatıma dönmeyi hak ediyorum’ dediği bir anda olabiliriz.”
Kolota bunun zaten gerçekleştiği kanaatinde: [ABD’de] bazı eyaletlerde valiler, halk sağlığı yetkililerinin henüz erken uyarılarına rağmen kuaförlerin ve spor salonlarının açılmasına izin vererek kısıtlamaları kaldırdılar. Sokağa çıkma kısıtlamalarıyla doğan ekonomik felaket arttıkça daha fazla insan ‘yetti artık’ diyebilir.
Dr. Rogers, pandemide sona ulaşıldığını kim ileri sürecek diyerek hâlihazırda yaşanan çatışmaya dikkat çekiyor. Halk sağlığı görevlileri tıbbi, halkın bir kısmı ise toplumsal bir son öngörüyor. Dr. Brandt’a göre pandemide ani bir zafer olmaması asıl meydan okuma; salgının sonunu tanımlamaya çalışmak ‘uzun ve zor bir süreç olacak’.