28 Temmuz 2021 Çarşamba

Z.T.KOR: TUNUS’TA 25 TEMMUZ DARBESİ’NİN ARKA PLANI VE MUHTEMEL SENARYOLAR


TUNUS’TA 25 TEMMUZ DARBESİ’NİN SİYASAL VE TOPLUMSAL ARKA PLANI VE MUHTEMEL SENARYOLAR

Zahide Tuba Kor

 

26 ve 27 Temmuz tarihlerinde Twitter hesabımdan yaptığım paylaşımları bir araya getirip yeniden düzenleyerek ve bazı eklemeler yaparak blogumda istifadenize sunuyorum. Yeni tvitler attıkça metnin sonuna eklemeye devam edeceğim. Lütfen kaynak göstermeden kullanmayınız.

 

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

26 Temmuz 2021 Pazartesi

Tunus’ta anayasal darbenin ayak sesleri aslında aylardır duyuluyordu. 23 Mayıs’ta Middle East Eye internet sitesi genel yayın yönetmeni David Hearst, konuyla ilgili Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in hukuk danışmanlarının hazırladığı “çok gizli” statüdeki bir belgeyi kamuoyuna ifşa etmişti. (“Top secret Tunisian presidential document outlines plan for ‘constitutional dictatorship’) Muhtemelen ifşa nedeniyle plan aynen uygulanamadı; devletin 2 ve 3 numaralı isimleri, yani meclis Başkanı Raşid Gannuşi ve Başbakan Hişam el-Meşişi tutuklanmadı.

Bir anayasa profesörü olan Cumhurbaşkanı Said, Anayasa’nın 80. maddesini gerekçe gösterse de yetkisini aşmış durumda. İlgili madde aldığı kararlara hukuki meşruiyet sağlamıyor. Ancak Tunus’ta 2014 Anayasası’yla sistem değişikliğine gidilirken siyasal erkler arasındaki sürtüşmelerde nihai karar verici olması öngörülen Anayasa Mahkemesi, metinde yer almasına rağmen yedi yıldır kurulamadığından Cumhurbaşkanı’nın kararları meşru mu değil mi tartışmasını karara bağlayacak bir üst merci bulunmuyor. Üstelik Cumhurbaşkanı yeni anayasayı hazırlayan komisyonda yer alan isimlerden biri olduğundan bu hukuksuz adımı taraftarlarınca maddenin meşru bir yorumu olarak savunuluyor.

Said, bir aylığına meclisi askıya aldığını ilan etse de sürecin çok daha fazla uzayacağı aşikar. İçerideki toplumsal ve siyasal güçlerin, daha da önemlisi güvenlik aygıtlarının ve dış dünyanın vereceği desteğin biçimine göre süreç şekillenecek.

Cumhurbaşkanının kullandığı en önemli malzeme, Tunus’ta halkın çoğunun siyasete ve siyasetçilere karşı yılladır birikmiş öfkesi. Halk, öfkesini çok çeşitli şekillerde şimdiye kadar ortaya koydu. En çarpıcı mesaj, 2018 belediye ve 2019 parlamento ile cumhurbaşkanlığı seçimleriydi.

Tunus siyasetinin nasıl kaynadığını ve halkın siyasete öfkesini sandıklara nasıl yansıttığını anlamak isterseniz 2019’da Şark Forum için Arapçadan Türkçeye tercüme ettiğim iki analizi okumanızı hararetle tavsiye ederim. Çünkü Tunus siyasetini Türkiye tecrübesi üzerinden okumak son derece yanıltıcı olur.

Tercüme ettiğim analizlerden ilki, Tunuslu siyasetçi ve araştırmacı Abdelhamid Jlassi’ye aitti: “Uzun Seçim Mevsimi Akabinde Tunus ya Yeni Bir Devrim Evresinde ya da Bir Belirsizlik Süreci Arifesinde İkinci tercümem, siyasal İslami hareketler, jeopolitik ve uluslararası ilişkiler alanında çalışan doktora adayı Tarek Chamkhi’ye aitti: “İki Üstadın Uzlaşması Sonrası Nahda Hareketinin Seçenekleri Bu iki analizle Tunus’taki gerilimleri daha iyi anlayacaksınız.

2019 seçimleri, sadece Tunus’u değil, Arap dünyasındaki genel siyaseti ve halkın yöneticilerine mesajını anlamak açısından son derece kritikti. Seçmen, 2014 ve 2019 seçimlerinde ekonomik ve güvenlik sorunlarını çözemeyen dönemin iktidar partilerine ağır bir yenilgi tattırmıştı. 2011’den bu yana iktidara ortak olan partilerden bugün sadece Nahda hala ayakta, ama o da ciddi bir oy kaybıyla...

Seçmenin siyasetçileri cezalandırdığı son seçimden Nahda, 217 milletvekilliğinden sadece 52’sini alarak ilk sırada çıktı. İkinci parti Tunus’un Kalbi 38, üçüncü parti Demokratik Akım 22 vekillik aldı. Yani muazzam bir parti enflasyonun olduğu ülkede iyice bölünmüş ve zayıf bir parlamento oluştu. Bu konuya ileride tekrar gireceğim.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelince, Nahda’nın karizmatik adayı Abdülfettah Moro’nun ilk turda %13’lük oyla üçüncü sırada çıkarak ikinci turda yarışma hakkını kaybetmesi büyük bir hayal kırıklığı yaratırken, seçmen siyasette iki yepyeni yüzü ikinci turda yarıştırdı. Biri siyasetle bağlantısız, anayasa hukuku profesörü şimdiki Cumhurbaşkanı Kays Said (ilk turda %18 oy aldı); diğeri “Tunus’un Berlusconi’si” lakaplı, seçimlerden 1,5 ay evvel yolsuzluk ve vergi kaçırma suçlamasıyla hapse atılmış bir TV patronu Nebil el-Karuvi (%15,6 oy aldı) idi. Halk, diğer adayın hapiste olduğu bir ortamda Kays Said’i ikinci turda %70 küsur oyla seçti; Nahda da dahil birçok siyasi parti ona destek çıktı.

Said partisiz bir adaydı, siyasette yeniydi. Halkın siyasi partilerden bıktığı, hepsini yozlaşmış gördüğü ve parlamento seçimlerinde cezalandırdığı bir ortamda parlayan yıldız oldu. Velhasıl 2019 seçimlerini, aslında 2011 devrimi sonrası kurulan sistemin bir yenilgisi olarak okumak yanlış olmaz.

Cumhurbaşkanı göreve geldikten sonra, mevcut iktisadi krizin koronavirüsle iyice ağırlaştığı, son derece kırılgan siyasal ortamda sembolik cumhurbaşkanlığı makamını yürütme yetkileriyle yeniden donatmak ve hükümete müdahale etmek için çeşitli hamleler yaptı. Ve attığı son adım bugünkü darbe oldu.

2019’daki Tunus seçimlerinde halkın mesajını gördüğümden beri her vesileyle şunu söyledim: Ortadoğu’da siyaset, sorunları çözücü bir mekanizma olmaktan çoktan çıktı, tam aksine sorunların bizzat kaynağına dönüştü. Bu durum sadece Tunus’a has da değil; Lübnan’dan Irak’a, Cezayir’den Filistin’e, hatta İsrail’e kadar her yerde bu şekilde.

Tunus’ta anayasal darbenin ardından yeni dizaynın ne olacağı henüz net değil. Siyasetçilerden arınmış, teknokratlardan ve askeri bürokratik seçkinlerden oluşması beklenen yeni hükümetin başarılı olma ihtimali düşük. Ortadoğu’nun tarihi ve bugünü bunun bir ispatı sayılır.

Aslına bakarsanız Arap ülkelerinin çoğunun on yılların birikmiş yapısal sorunlarıyla bükülen bellerini bir çırpıda doğrultacak mucize bir kadro da ortada yok. Ne Mısır’ın Sisi’si ne Sudan’ın darbecileri ülkelerinin hiçbir sorunu çözemediği gibi, bütün sosyoekonomik göstergeler yerlerde sürünüyor. Halk, dipçiklerin gölgesinde çok daha ağır sorunlarla boğuşuyor. Bu demek değil ki sivil siyasetçiler daha başarılı. Darbelere ve iç savaşlara düşmemiş ülkelerde sivil siyasetin hali de tam bir ümitsiz vaka; az evvel de belirttiğim gibi, sorunların ana kaynağı.

Tunus’ta bugüne kadar tarafsızlığıyla diğer Ortadoğu ordularından ayrışan askeriyenin siyasi süreçte ne ölçüde rol alacağı henüz net değil. Eğer rol alırsa bu Tunus tarihinde yepyeni bir dönemin habercisi demektir. Zira Tunus’ta polis ve iç güvenlik teşkilatları siyasallaşmış olup şimdiye kadar rejimin bekçiliğini onlar yapmıştı; kasıtlı olarak gayet zayıf tutulan ordu ise siyaset dışı, tarafsız bir aktördü.

Tunus’un sivil toplumu ve sendikaları, diğer Ortadoğu ülkelerinin aksine, gayet güçlü birer aktördür. Daha evvel olduğu gibi bu örgütler, yine mevcut siyasal gerilimi düşürücü ve arabulucu bir rol mü üstlenecek, yoksa Cumhurbaşkanı’nın etrafında mı kenetlenecek bu da henüz net değil.

Şu an net olan, Tunus’ta Nahda yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinden yürüyen siyasal kutuplaşmanın daha da derinleştiği. Uyguladığı denge ve uzlaşma siyaseti sayesinde on yıldır zor da olsa siyasette kalabilen tek aktör Nahda hareketi oldu. Dolayısıyla ülkenin devrim sonrası ağırlaşan bütün problemlerinin faturası, koalisyonların kesintisiz ortağı Nahda’ya kesiliyor.

Yıllardır medya propagandasıyla yayılan Nahda nefreti ve siyasal kavgalardan bıkkınlık, toplumun azımsanmayacak bir kısmını Cumhurbaşkanı Kays Said etrafında birleştirdi. Nahda, 2011 sonrası oluşan statükonun ve çözümsüzlüğün temsilcisi; Said ise siyaset üstü muhtemel bir kahraman olarak görülüyor. Tabii bu kahraman algısının ne ölçüde devam edeceği önümüzdeki süreçte cumhurbaşkanının atacağı adımlara bağlı.

Bu süreçte Nahda’nın diğer siyasal aktörleri ve sivil toplumu yanına çekecek adımlar atması son derece önemli. Partinin geçmiş tutumlarını dikkate alırsak tabanını sokağa dökücü ve şiddeti tetikleyici bir tavır alması pek mümkün görünmüyor, hele de Mısır’daki acı deneyimden sonra...

Tabii işin bir de bölgesel ve uluslararası boyutu var. Halkın memnuniyetsizlikleri istismar edilerek Mısır’dan biraz daha “yumuşak” bir darbe yapılmaya çalışıldığı aşikar. Karşı-devrimlerin merkezi Birleşik Arap Emirlikleri’nin etkisi yakında ortaya çıkacaktır. Öte yandan Mısır ile Tunus aslında birçok bakımdan birbirinden çok farklı ülkeler. Dolayısıyla Said’in Sisi’ye, Tunus’un Mısır’a dönüşeceğini iddia etmek biraz fazla zorlama olur. Ama şu an Tunus’ta ve bölgede dokunulmazlıkların kaldırılıp tüm Nahda kadrosunun hapse atılmasını sabırsızlıkla bekleyenler olduğuna hiç şüphe yok.

Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in anayasal darbe hazırlıklarını ilk kez ifşa eden David Hearst, Middle East Eye’da “Tunisia: There is nothing constitutional about Kais Saied's coup” başlıklı yeni bir yazı kaleme alarak bugünkü darbenin anayasayı çiğneyen tam anlamıyla bir darbe olduğunu anlatmış.

Bu arada halkın siyasilere öfkesinden bahsetmiştim; ama önemli bir not düşmek isterim. Cumhurbaşkanı, bugün görevden uzaklaştırdığı Başbakan Hişam el-Meşişi’yi, tam bir sene evvel siyasi partiler önermediği halde bizzat kendisi bu göreve atamıştı. Kendisinin eski hukuk danışmanıydı. Aynı zamanda yine Cumhurbaşkanı’nın beş ay evvel atadığı ama başbakana yönelik yolsuzluk suçlamaları nedeniyle meclis tarafından güvensizlik oyuyla düşürülen hükümette de içişleri bakanlığı yapmıştı. Meşişi, krizden çıkış için bir teknokratlar hükümeti kurmuştu; mevcut hükümette Nahda’dan da diğer siyasi partilerden de bakan yoktu. Buna rağmen ülkedeki krizin faturası siyasilere ve özellikle Nahda’ya kesilmeye çalışılıyor. Çünkü geçtiğimiz aylarda teknokratlar hükümetine siyasi partilere yakın isimlerin de eklenmesi yönündeki çaba, devletin zirvesinde ciddi bir kavgayı tetiklemiş, Cumhurbaşkanı siyasal aktörlerin hükümete girmesine ve kendisine yakın bakanların görevden alınmasına şiddetle karşı çıkmıştı. 

 

27 Temmuz 2021

Dün hızlı geçtiğim bazı konuları ayrıntılandıracağım. Parti enflasyonu demiştim. Mesela 2019 milletvekilliği seçimlerinde 695’i parti, 707’si bağımsız ve 190’ı koalisyon olmak üzere toplamda 1592 liste yarışa girdi. Partilerden sadece 10’u tüm seçim çevrelerinde aday çıkardı.

“2 solcu bir araya gelince örgüt kurar” diye bir espri vardır. Bu tabloya bakınca espriyi “2 Tunus bir araya gelince parti kurar” diye değiştirebiliriz. Bunların kahir ekseriyeti mecliste temsil edilmese de kadar çok parti hiç şüphesiz siyasal sistemi istikrarsızlaştırıyor. Tabii bu partilerin bir kısmının sistemi sulandırıp halkın temsili demokrasiye olan güvenini kırmak için Körfez paralarıyla kurulduğu iddiaları da var.

Her halükarda Tunus halkı, son seçimlerde yepyeni kurulmuş partileri tercih ederek devrim sonrası kurulan eski partileri sandıkta boğdu ve ayakta kalan tek parti Nahda’ya da güçlü bir ikazda bulundu. Bu durum sadece Tunus’a mahsus da değil. Arap halklarının eski-yeni tüm siyasi aktörlere ve sisteme karşı güven bunalımını anlamak için iki sene evvel tercüme ettiğim, Ürdün eski dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı Mervan Muaşir’in “Arap Baharı 2.0 mı?” yazısını mutlaka okumalısınız.  

Gelelim mevcut Cumhurbaşkanı Kays Said’e. Kendisinin siyaset dışı, partisiz bir aktör olduğunu yazmıştım. Parlamenter demokrasiye ve siyasal partilere tamamen karşı. Hatta siyasi partilerin artık dünyada miadını doldurduğunu düşünüyor. Kendisi yepyeni bir Tunus inşa etme hevesinde bir ütopyacı. Siyaset mantığından çok uzak, katı bir hukuk zihniyetine sahip ki bu bakımdan eski cumhurbaşkanlarımızdan Ahmet Necdat Sezer’i de andırıyor. Tam da bu zihniyeti nedeniyle uzlaşmaya ve tavize kapalı. Son dönemde yükselen ulusal diyalog çağrılarına hep olumsuz yanıt verdi. Hatta yaptığı darbe sonrası Tunus’ta tüm siyasi taraflar diyalogu kabul ederken o hala buna yanaşmamakta diretiyor, yozlaşmanın müsebbibi saydığı siyasi partileri muhatap almak istemiyor.

Cumhurbaşkanının ütopyası, parlamenter demokrasiyi ve seçimleri bırakıp ülkeyi, doğrudan demokrasi yoluyla, yerelden yönetimin güçlendirileceği adem-i merkeziyetçi bir federasyona dönüştürmek. Bu ütopyası aslında devrik lider Muammer Kaddafi’nin ülkesi Libya’da on yıllar evvel uygulamaya çalıştığı garip ütopyasını da andırıyor.  

Bu ütopyasıyla gerçek bir devrim ve radikal bir değişim isteyen gençleri cezbediyor. Çünkü halk, Bin Ali’nin başkanlık sisteminden de, devrim sonrası parlamenter sistem-başkanlık sistemi karışımı modelden de bıkmış durumda. Hiçbir meselelerini çözemeyip sürekli kriz üreten mevcut siyasi sistem felç içinde olup yüksek enflasyon ve işsizlik almış başını gidiyor. Tunuslu gençler tıpkı diğer Arap halkları gibi ümitlerini yitirmiş olup bir şekilde Avrupa’ya kapat atmaya çalışıyor.

Tabii 2020’den beri yaşanan krizlerde Cumhurbaşkanı Said’in de doğrudan etkisi var. Yürütme gücünü kendi kontrolüne alma arzusuyla başbakanlığa kendi güvendiği adamları getirip sonra da birçok icraatlarına engel olup sistemi kilitledi ve onları kendine ihanet etmekle suçladı.

Siyasi partilerle birlik olup kendisine ihanetle suçladığı eski danışmanı Başbakan Meşişi’yi dün devirdi. Said’in siyasetten değil hukuk alanından gelmesi dik başlılığının ve uzlaşma kültüründen yoksunluğunun başlıca sebebi. Kendisinin mevcut 2014 Anayasası’nı hazırlayan ekipte olduğunu yazmıştım; şimdi bu anayasayı değiştirecek. Baş belası olarak gördüğü parlamenter sistem yerine başkanlık sistemini getirerek yetkilerini artırmaya çalışacak.

İlginç olan, onun bir destekçisinin dün bir Arap kanalında “Türkiye bile parlamenter sistemi bırakıp başkanlık sistemine geçti” diye Said’i savunmasıydı. Tunus’ta durum şu şekilde: 25 Temmuz Tunus darbesine karşı olanlar 15 Temmuz örneğini vererek tabanlarını Türk halkı gibi demokrasilerini ve anayasalarını savunmaya çağırıyor. Darbeyi destekleyenler de işlemez sistemi değiştirerek Türkiye’nin yolundan gideceğiz diyor.

Devrim sonrası yeni anayasa hazırlanırken Tunusluların örnek aldığı sistemlerden biri Türkiye’nin parlamenter sistemiydi. Şimdi darbeci ekip anayasayı değiştirirken halk nezdinde meşruiyet sağlamak için görünen o ki Türkiye’nin yeni sistemini örnek gösterecek.


28 Temmuz 2021

Tunus’ta “devrim” sonrası kurulan hükümetlerin -ki Meşişi hükümeti son 10 yılda kurulmuş 9. hükümetti- kendilerinden beklenen performansı gösterememelerinin birçok nedeni var. En başta, içeride ve dışarıda karşı-devrimci cephenin 2013’ten bu yana el ele vererek çıkardıkları bitmek tükenmek bilmeyen krizlerle sistemin işleyişini sürekli tıkamaları, siyasetçileri sürekli iç kavgalarla oyalamaları. Bu süreçte istikrarsızlık çıkarmak için terör örgütlerinin suikast ve saldırılarından tutun medya propagandasına ve halk ayaklanmalarına kadar bütün imkanlar seferber edilmiş durumda. Körfez finansmanı bu noktada önemli bir rol oynuyor. Tunus’un devrim sonrası demokratik yollarla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Munsif Merzuki’nin makalelerinden tercüme edip yayına hazırladığım Arap Dünyasının Krizleri kitabı bu sürecin işleyişi konusunda ayrıntılı bilgiler sunuyor.

Bir diğer neden, Tunus’ta son derece güçlü olan İslamcılar ile modernist-seküler kesim arasındaki nefret. Seküler kesimin önemli bir kısmının ne kadar taviz verirse versin Nahda hareketinin yönetimdeki varlığını hiçbir şekilde kabullenemediğini, uluslararası alanda İslamofobi'nin ve Ortadoğu'da İhvanofobi'nin körüklendiği ve her fırsatta operasyonlar çekildiği bir ortamla birleştiğinde, bunun sıradan halkı da bezdiren daimi bir iç siyasi kavga unsuru olduğunu belirtelim. Ve ne yazık ki ideolojik kavgalar halkın karnını doyurmuyor.

Bu ikisinin dışında siyasal başarısızlığın başka birçok sebebi var. Ancak bunları atlayarak devrim sonrası yüksek beklentilere giren halkın büyük hayal kırıklığına geçelim. Tunus’taki “Yasemin Devrimi”nin 10. yıldönümünde, yani Ocak 2021’de halk bir kez daha sokaklara döküldüğünde atılan sloganlar ve taşınan pankartlar bu noktada çok anlamlıydı: “İşsiz kalmamızı mı istiyorsunuz? Yakında hurda metal yiyeceğiz! Yakında birbirimizi yiyeceğiz!” “Sayın Cumhurbaşkanı, siyasi partileri ortadan kaldır; onlar ülkeyi enkaza çevirenler!” “Meclisi lağvet!” Tam da meydanlardan yükselen bu sloganlar Cumhurbaşkanı’nın yaptığı darbenin zeminini oluşturuyordu.

Öte yandan Zeynel Âbidin bin Ali’nin devrilmesinin ana sebeplerinden rüşvet ve yolsuzluk hala o denli yaygın ki aynı gösterilerde bir Tunus vatandaşı şöyle diyordu: “Belediyeden bir belge almak dağa tırmanmak gibidir.”

Beş sene evvel el-Cezire Türk için tercüme ettiğim, Tunuslu akademisyen Muhammed Hüneyd’in “Arap Dünyasının Yolsuzluk Sorunu” başlıklı yazısı, bölgenin en temel meselesi olan yolsuzluğu analiz eden bugüne kadar karşılaştığım en iyi yazılardandı.  Bu yazıyı okuduğunuzda yolsuzluk ve rüşvetin fiili bir eylemden adeta bir kültüre, bir hayat tarzına dönüştüğü Tunus’ta ve diğer Ortadoğu ülkelerinde bir yönetici kadro veya bir sistem değişikliğiyle hızlıca düzelmeyi beklemenin aslında bir ütopya olduğu, ama bölgenin kurtuluşu için başkaca bir çarenin de olmadığı anlaşılır.

Peki, Tunus’u ne bekliyor? Öncelikle Cumhurbaşkanının Kaddafivari kendi ütopyasını hayata geçirme ihtimali pek bulunmuyor. Ama makamının gücünü artırıcı, sistemin parlamenter yönünü törpüleyici adımlar atacağı muhakkak. Yani Tunus devrim öncesi rejime yakın bir sisteme doğru kısmen evirilebilir. Bölgede “otoriter istikrar” cephesinin bunu sabırsızlıkla beklediği de aşikar. Burada kritik nokta, Said’in halk ve sivil toplum desteğini ne ölçüde arkasında tutacağı ve daha evvelde belirttiğim gibi güvenlik aygıtlarının nasıl bir konum alacağı. Eğer baskıcı politikaların dozunu artırırsa kendisine verilen destek hızla azalacak, sokak gösterileri artacaktır.

Siyasal alanda partilerin büyük çoğunluğu bu anayasa darbesine ilk günden tepki gösterdi; nihayetinde partilere düşman Cumhurbaşkanı’nın onlar aleyhine nahoş kararlar almaya kalkışacağı aşikar. Önümüzdeki süreçte başta Nahda olmak üzere siyasi partilere yönelik davalar ve tutuklama furyaları başlayabilir. Bu süreçte siyasilerin sindirme operasyonlarına sessiz kalmaları ve 2014 Anayasası’yla elde ettikleri kazanımlardan kolayca vazgeçmeleri beklenmemeli. Hemen hepsi siyasal diyalogdan yana olsa da  “Robokop” lakaplı Cumhurbaşkanı’nın siyasal manevra ve uzlaşma kabiliyetinden yoksunluğu karşısında gerginlik giderek tırmanacaktır. Tam da bu karakterinin kendisine olan desteği orta vadede eritmesi mümkün. Her şeye rağmen Tunus’ta Mısır senaryosunun da, Suriye senaryosunun da tekrarlanma ihtimali kanaatimce yok. Ne Tunus’un iç yapısı ve aktörleri ne de uluslararası güçler buna izin verecektir.

Son olarak Tunus’ta yaşananlar, karşı-devrimci dalganın yeni versiyonu olsa da, olan biteni salt bir Ortadoğu hikayesi olarak okumak yanlış. 2008’den bu yana dünyada İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ama artık sürdürülemez olan uluslararası sistemin sancılarına şahit oluyoruz. Ortadoğu’da kanlı olduğu için çok göze batan sürecin daha ağır çekim ve kansız benzerleri dünyanın dört bir köşesinde yaşanıyor. Siyaset kurumuna güvensizlik, işsizlik ve iktisadi problemler, halk hareketleri vs. hemen her yerde. Artık devletler ile uluslararası kuruluşlar ve şirketler tek aktör değil; tarihte yeni olan bir şeye, bireyin aktörlüğüne de şahit oluyoruz. Bireylerin son derece sahici talepleri çözüme kavuşturulmadan bölgede devrimciler de, karşı-devrimciler de kazanmış olmayacak ve bu kavga daha uzun yıllar sürüp gidecek.