POST-İSLAM DEVLETİ ORTADOĞU’SU İÇİN MODEL OLABİLECEK BEŞ BARIŞ ANLAŞMASI
David Ignatius (Ödüllü gazeteci ve kitapları
en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı. Aynı zamanda 25
senedir Ortadoğu’yu ve CIA’yi yakından takip eden Washington Post gazetesi köşe
yazarı)
Washington Post, 19.11.2015
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(…)
İslam Devleti’yle savaşanların acilen ihtiyaç duydukları şey, bu terörist grubun
yenilgiye uğratılmasından sonrası için takip edilecek bir yol haritası.
Savaş
sonrası Ortadoğu’sunun alacağı şekli planlamak, radikallerin savaşı
genişlettiği bir ortamda şu için bir fantezi gibi görünebilir. Ama bu,
-aralarında Rusya, İran ve Sünni Arap ülkelerinin ekseriyeti ile ABD, Fransa ve
diğer Avrupa ülkelerinin ekseriyetinin de olduğu- İslam Devleti ile savaşan
geniş koalisyon için hayati bir egzersiz. Eğer Suriye ve Irak’taki boşluğun
nasıl doldurulacağına dair bir anlaşma olmazsa, radikalleri devirmek
Ortadoğu’daki kaosu sadece ve sadece daha da artıracaktır.
Bu
stratejik planlamaya yol göstermesi için, geçmişteki diğer sarsıcı çatışmalara
son veren beş tarihe bakmak faydalı olabilir: 1648, 1815, 1919, 1945 ve 1989.
Bunların dördü istikrarsızlığın sebeplerine inen kalıcı çerçeveler üretti. Ama
bir tanesi modern Ortadoğu’daki felaketi harekete geçirdi. Haydi, hızlıca bu
beş barış anlaşmasını gözden geçirelim. Her birinde bugün için de alınacak
dersler var:
1648’deki
Vestfalya Barışı, muhtemelen topluca Otuz Yıl Savaşları olarak isimlendirilen
çatışmalardan çok daha iyi biliniyor. Birçok uzman Avrupa’daki Katoliklerle
Protestanlar arasındaki kardeş katlini Ortadoğu’daki Sünni-Şii mezhep yangınına
benzetiyor.
Vestfalya
uzlaşması, her yöneticinin kendi devletinin resmî dinini belirleyebileceği bir
egemenlik sistemi yaratarak Avrupa’daki kaosun temellerine indi. Bu anlaşmanın
diğerlerinin içişlerine karışmama fikrini benimsemek suretiyle modern
ulus-devletin doğuşuna işaret ettiği düşünülüyor.
Vestfalya,
sınırların artık ortadan kalkmakta olduğu bir bölge için alakasız gibi
görülebilir. Ama modern Ortadoğu’nun şiddetle ihtiyaç duyduğu iki fikri –yani
karşılıklı saygı ve self-determinasyonu- içinde taşıyor.
1815
Viyana Kongresi, Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşlarıyla yaşanan ani ve büyük
değişikliğin ardından Avrupa’da dengeleri yeniden kurdu. Kissenger 1954’te
yayınlanan doktora tezinde bu diplomatik başarının özünü “Restore edilen dünya”
olarak açıklıyor. Anlaşma, -devrim sonrası Fransa ve genişleyen Prusya ile
statükocu güçler olan Britanya ve Avusturya-Habsburg gibi- 1815’in yükselen
güçleri arasındaki çıkarları uzlaştırarak bir istikrar getirdi.
Günümüz
Ortadoğu’su da –statükocu bir kraliyet olan Suudi Arabistan ile hala radikal
bir güç olan İran’ın çıkarlarını dengeleyecek- benzer bir güvenlik çerçevesine
ihtiyaç duyuyor. Suudilerle İranlıları (evet!) Viyana’da bir araya getiren son
günlerdeki Suriye barış görüşmeleri bu noktada bir başlangıç olabilir.
1919
Versay Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı’nı bitirdi ama modern Ortadoğu
cehennemini yarattığı söylenebilir. Savaştan zaferle çıkan sömürgeci güçler
olan Britanya ve Fransa, eski Osmanlı İmparatorluğu’nu 1916 Sykes-Picot
anlaşmasıyla çizdikleri sınırlar çerçevesinde parçaladılar. Yeni Suriye, Irak
ve Lübnan devletleri etnik ve dini grupların karmaşık bir birleşimiydi.
Sömürgeciler bu karmaşayı “böl-yönet” taktiğiyle yönettiler; ama sınırlar,
bağımsızlık sonrası dönemde daimi bir karmakarışık (ve baskıcı) çağ yarattı.
Tarihçi
David Fromkin, Versay Anlaşması’nı -kitabına da başlık yaptığı o unutulmaz
ifadesiyle- “Bütün Barışları Sonlandıran Barış” olarak tanımladı. Bugün için
alınacak ders şu: Eğer 1919’un sınırları geçerliliğini koruyacaksa [bu
sınırlar] ancak özerk, federal devletlerin sınırları olarak işlev
görebilir.
Eğer
günümüz stratejisyenlerinin gerçekten başarma hırsı varsa, İkinci Dünya Savaşı
sonunda ABD’nin 1945 barış anlaşmalarını nasıl şekillendirdiğine bir bakmalı.
ABD [savaş sonrasını] planlamaya 1944’te Almanların ve Japonların yenilmesi
muhtemel hale geldiğinde başladı. Savaş sona erdiğinde BM, Dünya Bankası ve
IMF’nin temelleri çoktan atılmıştı.
İslam
Devleti’yle savaşan koalisyon da benzer şekilde ileri görüşlü olmalı. Hedefi,
Ortadoğu’daki çürümüşlüğü durdurabilecek modern bir yönetişim ve iktisadi
kalkınma yapısı [oluşturmak] olmalı.
İslam
Devleti’nin yerine ne geçebilir diye düşünürken üzerinde kafa yorulmaya değer
son anlaşma, 14 yıllık Lübnan İç Savaşı’nı sonlandıran 1989 Taif Anlaşması’dır.
Taif Lübnan’ın çatışan mezhepsel grupları arasında bir güç dengesi yarattı,
temel prensip “kazanan da kaybeden de yok” prensibiydi. Şiiler daha fazla güç
kazandılar ve Hristiyanlar [nüfus oranlarına kıyasla] fazla temsillerini
korudular. Bir Arap gücü (maalesef ki 2005’e kadar Suriye’ydi) düzeni muhafaza
etti. Bu yapı sürpriz bir şekilde istikrar sağladı.
İslam
Devleti’ne karşı savaş, yaklaşık yüzyıldır parçalanmış/bozulmuş olanı tamir
etme fırsatı sunuyor. Koalisyonun insansız hava araçlarına ve savaş uçaklarına
ihtiyacı var ama aynı zamanda biraz da tarih kitaplarına danışmalılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder