SURİYE’NİN PARAMPARÇA MOZAİĞİ
John Andrews (The Economist dergisinin
eski editörü ve dış muhabiri; “The World in Conflict: Understanding the World’s
Troublespots” kitabının yazarı)
Project Syndicate, 7.10.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(…)
ABD merkezli Yeni Amerika Vakfı’nda araştırmacı olan Barak Barfi’ye
göre, Obama yönetimi “IŞİD’in yenilgiye uğratılmasına yardımcı olacak ve
böylece Suriye’deki çatışmaya doğrudan müdahilliğini asgari düzeyde tutmasını
sağlayacak müttefikler bulmak için alelacele hareket ederek birbiriyle çatışan
hedefleri olan tarafları cesaretlendirdi. CIA muhalif isyancılarla yakın bağlar
kurarken, Savunma Bakanlığı Pentagon Kürtleri eğitti ve Amerikalı yetkililer de
Türk mevkidaşlarını sınır bölgelerini IŞİD’den temizlemeye teşvik etti. Bu
girişimler, birbirini dengelemek yerine uzun süreli için için yanan
çatışmaların ateşini daha da körükledi ve Suriye’deki felaketi çok daha
tehlikeli seviyelere taşıdı.”
Barfi’nin değerlendirmeleri sert, belki de aşırı sert. Ona göre “ABD,
müttefiklerini daha dikkatlice seçeceği ve Amerikan müdahalesinin daha doğrudan
olacağı tutarlı bir strateji geliştirmeli.”. Ama bunu dillendirmek hayata
geçirmekten çok daha kolay, hele de Irak ve Afganistan’a doğrudan müdahalenin
akıbetinden sonra.
(…)
Hiç şüphesiz tehlike altında olan şeyler Suriye’nin kaderinden çok daha
fazlası. Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Joschka
Fischer’e göre Suriye’deki iç savaş “yeni” bir Ortadoğu’nun doğuşunun
göstergesi: “Kaderi egemen Batılı güçlerce belirlenen eski Ortadoğu’nun aksine,
yeni Ortadoğu’yu istikrara kavuşturacak bir dış hegemon yok. Ve hâkim bir
bölgesel güç de olmadığından tehlikeli bir stratejik boşluk ortaya çıkmakta.”
Bu boşluk sadece Türkiye tarafından değil, aynı zamanda çok daha önemli ve çok
daha geniş kapsamlı bir şekilde Sünni İslam’ın amansız muhafızı Suudi Arabistan
ve Şii İslam’ın bayraktarı İran tarafından doldurulmakta. “Bu ülkelerin
bölgesel üstünlük mücadelesi” Fischer’a göre “Lübnan, Irak, Suriye ve şimdi de
Yemen’de vekâleten yürütülen savaş meydanlarında oynanıyor.”
(…)
Güle güle Sykes-Picot?
Geleceğin neye benzeyeceği varsayımlara konu. Tıpkı Fischer gibi, hâlihazırda
Dış İlişkiler Konseyi başkanı ve geçmişte Amerikan Dışişleri Bakanlığında
politika planlama direktörü olan Richard N. Haass da bölgesel
şartlara odaklanıyor: “Bölgedeki dört veya beş ülkede hükümetler topraklarının
önemli bir kısmını kontrol edemiyor.” İç karartıcı liste şu şekilde: “Lübnan
onlarca senedir, Irak on seneyi aşkın bir süredir ve Suriye, Libya ve Yemen ise
son beş yıldır bu konumda. Bütün bu ülkelerde milisler, terör örgütleri,
yabancı savaşçılar ve diğer silahlı gruplar farklı düzeylerde de olsa yerel
otoriteyi ele geçirmiş durumda. Kürtlerin karşılanmamış milli arzuları meseleyi
daha da karmaşık hale getiriyor, tıpkı çözümsüz kalan İsrail gerçeği ile
Filistinlilerin siyasi hedeflerinin nasıl uzlaştırılacağı meselesi gibi.”
Kesin olan şey şu ki yüzyıl evvel Sykes ile Picot’nun milli sınırlarını
çizdiği Ortadoğu tamamen ortadan kalkmasa da iyice aşınmış durumda. Gerçekten
de toprakları Irak’tan Suriye’ye uzanan IŞİD zemin kaybetmeye devam etse de
Haass belki de şu görüşünde gerçekten haklı: “Hiçbir düzeyde harcanacak çaba
bölgenin şu temel gerçekliğini değiştiremeyecek: pek de bir anlamı kalmayan
sınırlar ve bundan azıcık daha fazla önem arz eden hükümetler. Haritada görünen
ülkeleri yeniden birleştirmek ve aralarındaki sınıra bir kez daha önem
kazandırmak suretiyle Sykes-Picot Ortadoğu’sunu yeniden canlandırmaya dönük her
çaba bir çılgınlık olacaktır. Zira ideoloji, bölge, din, etnisite ve/veya
aşiret bağları birçok yerde ulusal kimliklerin yerini almış durumda.”
Ancak bu türden bir realizm diplomatları ve siyasetçileri mevcut zor
durumdan kurtaramaz. İsrail eski dışişleri bakanlarından Shlomo Ben-Ami’nin
de dediği gibi Suriye’de “Rusya’nın savunduğu seçenek, federal bir sistem;
gerçekten de Rusların arkalarında bıraktığı bölgesel ayrımlar bunun temelini
oluşturabilir.” Böyle bir senaryoda “Esed’in Alevileri, kuzeyde Lazkiye’den
başlayarak güneyde Şam’a uzanan Suriye’nin batıdaki topraklarını kontrol
edebilir; özerk bir Suriye Kürt bölgesi de kuzeydoğuda kurulabilir ve kalan
kısım Sünni muhalefete bırakılabilir.”
Ben-Ami’nin teklifi Suriye’de eski statükoyu yeniden diriltmekten çok daha
makul görünüyor ve bu noktada Irak’taki özerk Kürt bölgesi muhtemelen
izlenebilecek bir örnek olacaktır. Ancak ülke nüfusunun yarısına tekabül eden
11 milyon Suriyeli evlerinden çıkarılmış, 400 bin kadarı öldürülmüş, bütün
şehirler yerle bir olmuş ve daha evvel Esed’in seküler rejiminde korunan
Hristiyanlar ve diğer azınlıklar IŞİD’in ve diğer cihatçı İslami grupların
eline düşmüş durumda. Hal böyleyken kurbanlara ve suçlulara adalet olmaksızın
bir anlaşmaya varmak mümkün mü?
(…)
İngiltere’nin eski başbakanı Tony Blair, Suriye’nin
problemlerinin Avrupa’yı etkilediği konusuna katılıyor. Gelinen noktada
çatışmayı tanımlayan şey, (her ne kadar birer diktatörlük de olsa) laiklik ile
(uzlaşmacılardan radikallere kadar uzanan farklı tonlardaki) İslamcı güçler
arasındaki rekabet. Ve bu çatışma Suriye’nin ötesine geçerek Pakistan’dan
Kaliforniya’ya kadar uzanıyor. (…)
Blair yapıcı bir yaklaşıma sahip: “Ortadoğu’nun ve İslam’ın bir dönüşüm
sürecinde olduğunu bilmeliyiz: Ortadoğu kurallara dayalı ve dini açıdan
hoşgörülü toplumlara doğru evirilirken İslamiyet de bir beşeriyet ve ilerleme
inancı olarak doğru pozisyonunu alacaktır.” Bu bakış açısına göre, genel olarak
Ortadoğu’nun, özel olarak da Suriye’nin içinde bulunduğu kaos hali
“önlenebilir/uzak durulabilir bir kargaşa değil, [Batı olarak] bizim
kendi temel çıkarlarımızın da tehlikeye girdiği bir ölüm-kalım mücadelesidir.”
Durumun gerçekten de böyle olduğu 2016 yılı boyunca yaşananlarla ortaya
çıktı ve Blair “Filistin-İsrail çatışmasının çözülmesi gerektiği”ni savunmakta
haklı. Bu çatışmayı çözmek, “sadece kendi başına önem arz edecek bir konu
değildir; hem uluslararası hem de dinler arası ilişkilere olumlu katkıları
olacak ve böylece uluslararası düzenin üzerine inşa edildiği barış içinde bir
arada yaşama ilkesini güçlü bir şekilde destekleyecektir.”
Ama moral bozucu gerçeklik şu ki ufukta ne bir Filistin-İsrail anlaşması
beliriyor ne de Suudi Arabistan’la İran arasında herhangi bir uzlaşma. Ve son
ateşkes müzakerelerinin çökmesinin ardından ABD ve Rusya her zaman olduğundan
çok daha zıt kutuplarda. Suriye’nin ızdırabını dindirebilecek aktörlerin çoğu
hala daha alternatif arayışında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder