Darbeleri mazur gören
veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz
ABD, KIZGIN ERDOĞAN’LA
NASIL İŞ TUTULABİLİR?
Stephen Kinzer (Watson Enstitüsü’nde uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında
kıdemli araştırmacı, yazar ve eski New York Times muhabiri [1996-2000 yılları
arasında gazetenin Türkiye muhabiriydi])
The New York Times,
3.8.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
[Z.T.K. Makalenin
yazarın Stephen Kinzer’ın Gülen Hareketiyle yakın bağlantıları bulunmaktadır. Yazıyı
bu gözle okumanızı tavsiye ederim.]
Geçen ayki başarısız
darbe teşebbüsünün ardından büyük tasfiye ve kitlesel tutuklama kampanyası
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetiminden duyulan en ileri korkuları teyit eder
mahiyette. Bu, Sayın Erdoğan’ın uzun suiistimaller tarihinin en son halkası.
Son birkaç senedir Erdoğan, Türk basınını ve sivil toplumu çok sert bir şekilde
bastırdı, Suriye’de radikal silahlı grupları destekledi, ülkesindeki Kürt
milliyetçileriyle ümit vaat eden barış sürecini bozdu ve bir yarı diktatör gibi
ülkesini yönetebilmek için inatla anayasayı değiştirmeye çalıştı.
Washington’a göre
Türkiye, bir müttefikten ziyade bir baş ağrısı haline gelmişti. Daha evvel
herhangi bir NATO üyesi hiç bu denli sürüden ayrılmamıştı. Türkiye ABD’yi zorlu
bir tercihe doğru itmekte. ABD, Sayın Erdoğan’ı tanımayabilir/reddedebilir,
Türkiye’yle ilişkileri kesebilir ve hatta onu NATO’dan atabilir. Bu adımları
atmak, doğum aşamasındaki bir despotluğa karşı ahlaki bir duruş olabilirdi.
Yine NATO’nun Suriye’deki politikasında iç tutarlılığı/uyumu geri
getirebilirdi; nitekim bugün ABD’nin desteklediği bir grubu [PYD’yi
kastediyor] Türkiye tutup da bombalıyor.
Diğeri ise
kabullenilmesi güç bir alternatif: Türkiye’nin eşsiz jeopolitik önemini
kabullenme ve Erdoğan’ı da olduğu gibi kabul etme. Bu, çok daha karmakarışık ve
pek de asil olmayan, ama aynı zamanda Amerikan menfaatleri için en uygunu
olduğundan gerçekleşmesi daha muhtemel bir seçenek. Türkiye uluslararası bir
tecride doğru gidiyor ve hatta belki de bir ekonomik krize ve bir iç savaşa…
Onu bu aşamada [NATO’dan] ayırmak, Washington’ın Ankara üzerindeki kalan
nüfuzundan da vazgeçmesi anlamına gelecektir ki mevcut nüfuzun sürmesi önemli.
Aynı zamanda bu, demokrasinin erozyona uğramasının yasını tutan ve bu karanlık
dönem geçtiğinde demokrasiyi yeniden inşa etme şansı bulunan milyonlarca Türk
dostu da terk etmek anlamına gelecektir.
Türkiye’nin
istikrarına yönelik tehditler arttıkça Sayın Erdoğan, Amerikan tavsiyelerine
açık hale gelebilir ve Suriye’deki yaklaşımını değiştirmeyi kabul edebilir. Bu
da silahlı gruplara desteğini sonlandırıp onlara karşı mücadeleye dahil olma,
Cumhurbaşkanı Beşşar Esed yönetimine karşı husumetini yumuşatma ve askıdaki
Kürt milliyetçileriyle barış müzakerelerini yeniden başlatma anlamına
gelebilir. Bu tür bir U dönüşü şansı düşük; ama en azından bunun bir versiyonu
hayata geçebilir. Amerikan nüfuzu olmaksızın ise bu hayal bile edilemez.
Sayın Erdoğan’ın
Türkiye’yi Washington’ın gözüne girer hale getirebilmesi için diğer bir yol da
ülke içindeki muhaliflerini ezme kampanyasından geri adım atmasıdır. Ama bunu
gerçekleştirmesi güvenlik siyasetini değiştirmesinden de daha düşük bir
ihtimal. Sayın Erdoğan, Türkiye’nin Kürtler, laikler, gazeteciler, üniversite
dekanları, hakimler ve Pensilvanya’da yaşayan din adamı Fethullah Gülen
tarafından desteklenen kötücül güçler tarafından dur durak bilmeyen insafsızca
bir saldırı altında olduğu şeklinde bir söylem inşa etti. Bu söylem birçok Türk
seçmen nezdinde yankı da buluyor.
Daha kötü bir
stratejik durum Sayın Erdoğan’ın Suriye’de ve bölgedeki diğer yerlerde
politikalarını yeniden şekillendirmesine yol açabilir. Ama onun karakteri de
siyasi hesapları da, ülke içinde daha fazla muhalife ve tartışmaya tahammül
göstermeye başlayacağı hissini uyandırmıyor. ABD’nin Türkiye’yle ilişkileri
sürdürme yönündeki herhangi bir kararında bu nahoş gerçekliği kabullenmesi
gerekiyor. Türkiye’nin dünyanın öncü Müslüman demokrasisi olma rolünü terk
etmesi son derece içler açıcısı bir durum; ama aynı zamanda bu bir gerçeklik ve
akıllıca dış politika her daim gerçekliğin kabullenilmesine dayanır.
İşbirliğine açık
olmayan yönetimlerle ilişkileri kesmek ve hatta onları yaptırımlarla ve diğer
zorlayıcı tedbirlerle cezalandırmak geçen yüzyılda Amerikan gücünün zirvesinde
olduğu dönemde Washington’daki karar alıcılar için realist bir seçenekti. Bugün
ise bu türden taktiklerin etki gücü daha az. Çünkü Türkiye’nin daha başka
seçenekleri de var. ABD’yle ilişkilerin kopmasına karşı Ankara, Rusya veya
Çin’i kucaklayarak veya Kürtlere karşı topyekun bir savaş açarak veyahut
Suriye’ye kara gücünü sokarak bir karşılık verebilir. Bu gerginliği
tırmandırmak iki tarafa da fayda getirmez.
ABD-Türkiye
dostluğundan geriye kalanı korumak amacıyla yoğun bir diplomasiye girişmek
Washington’ın menfaatine. Darbe teşebbüsünün ardından Türk ordusu, birçok üst
düzey subayın görevden alınması veya hapse atılmasıyla darmadağınık bir hale
geldi. Ordunun yeniden inşasına yardımcı olma konusunda ABD diğer herhangi bir
güce kıyasla çok daha iyi bir konumda. Ayrıca Türkiye, son İstanbul
Havalimanı’na bombalı saldırı da dahil terör olaylarıyla yıprandı ve yeni
saldırıların önlenmesinde Amerikan istihbarat işbirliği hayati olabilir. Avrupa
ülkelerinin birçoğu Türkiye’nin davranışlarından bıkıp usandı ve bir müttefik
olarak Sayın Erdoğan’ın üstünü memnuniyetle çizeceklerdir. Bu, bugün olduğundan
çok daha fazla Türkiye’nin tecridiyle sonuçlanabilirdi. ABD, içerideki bastırma
harekatını mazur göremez; ama Ortadoğu’nun güvenliği çok büyük ölçüde
Türkiye’nin adımların bağlı olduğundan NATO’daki ortaklarına öfkelerini dindirmelerini
salık verebilir
Ancak ABD’nin bu
uzlaşma çabası, Türkiye’nin 20 yıldır ABD’de yaşayan Gülen’in iadesi konusunda
gittikçe artan ısrarlı talebini karşılayacak kadar ileri gitmemeli. Sayın
Erdoğan onu son darbe teşebbüsünün beyni olarak ilan etse de Sayın Gülen bu
suçlamayı reddediyor. ABD Türkiye’yle karşılıklı tavizlerle bir anlaşma
arayışına girmeli ve politikasını değiştirme karşılığında ödüllendirmeyi teklif
etmeli; ancak Sayın Gülen’ın başının istenmesine razı olmak, hele de bunca
zamandır bu talebe karşı direnmişken, son derece aşırı bir taviz olacaktır.
Hevesleri
Türkiye’nin de arzusu olan adamın [Z.T.K. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ı
kastediyor] ani dönüşümü veya iktidardan beklenmedik ayrılışı dışında
Türk-Amerikan ilişkilerinin öyle kısa sürede iyileşmesi mümkün değil.
Türkiye’nin NATO müttefikleriyle işbirliği bilhassa Suriye konusunda gönülsüz
ve kısmi olacaktır. İçeride özgür basın ve hukuk devleti bir hayal olarak
kalacaktır. Buna rağmen ABD ve Türkiye arasında önemli menfaat birliktelikleri
var. Bunların en önemlisi, Türkiye’nin, bazı komşularını da içine çekecek
şekilde bir kaosa düşmemesini sağmak. ABD’nin gerçek dostlarının olmadığı bir
bölgede ABD-Türkiye ilişkileri son derece önemli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder