10 Ağustos 2016 Çarşamba

R.FISK: YENİ BİR DARBENİN ELİ KULAĞINDA

Darbeleri mazur gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz


TÜRKİYE’DEKİ DARBE BAŞARISIZ OLABİLİR AMA TARİH GÖSTERİYOR Kİ ÇOK GEÇMEDEN BAŞARILI BİR YENİSİ GELECEKTİR

Robert Fisk (İngiliz Independent gazetesi kıdemli Ortadoğu muhabiri)
The Independent, 16.7.2016


Tercüme: Zahide Tuba Kor


Erdoğan’ın kendi ülkesi için tercih ettiği rolün maliyetinin farkına varması için artık çok geç; orduna artık güvenemez hale gelirsen başa çıkman gereken ciddi sorunlar var demektir.

Recep Tayyip Erdoğan bunu çoktan hak etti. Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden yaratacak olan adam komşularını düşmana ve ülkesini dalga geçilir hale dönüştürürken Türk ordusu buna hiçbir zaman sessiz kalamazdı. Ancak geçici bir iş olan askeri darbeyi bastırmakla Türk ordusunun sultanına itaat edeceğini zannetmek ve ayrıca en az 161 ölü ve 2839’u aşkın tutukluyu Ortadoğu’da ulus-devletin çöküşünden bağımsız olarak değerlendirmek çok vahim bir hata olur.

Zira İstanbul’da ve Ankara’da hafta sonunda yaşananlar, aslında sınırların ve devlet inancının -yani Ortadoğu devletlerinin kalıcı kurumları ve sınırları olduğu varsayımının- çöküşüyle çok yakından bağlantılı; tıpkı Irak’tan Suriye’ye, Mısır’dan Arap dünyasındaki diğer ülkelere kadar bu çöküş benzer yaralar açtığı gibi. Şu anda istikrarsızlık bölgede yolsuzluklar kadar bulaşıcı ve yaygın; özellikle de hükümdarlar ve diktatörler, yani -(anayasayı kendi çıkarı için değiştirmeye kalkışmasından ve Kürtlerle tehlikeli bir çatışmayı yeniden başlatmasından bu yana) içlerinde Erdoğan’ın da olduğu- otokrat sınıfı arasında.

Fazla söze hacet yok, Washington’ın ilk tepkisi öğreticiydi. Türkler “demokratik olarak seçilmiş hükümet”lerini desteklemeliler. “Demokrasi” lokmasını yutmak epeyce zor; hele de Mısır’da “demokratik yollarla seçilmiş” Muhammed Mursi hükümetinin 2013’te devrilmesine Amerikan yönetiminin tepkisini hatırlamak çok daha acı: Washington, Mısır halkından Mursi’yi desteklemesini alenen istememiş ve Türkiye’deki darbe girişiminden çok daha kanlı olan buradaki askeri darbeye hemencecik destek vermişti. Eğer ki Türk ordusu başarılı olsaydı emin olun ki Erdoğan da zavallı Mursi kadar kayıtsızca muamele görecekti.

Batılılar istikrarı özgürlüğe ve onura tercih ederken daha ne beklersiniz ki? İşte tam da bu nedenle Batılılar, İran’ın askeri birliklerinin ve Tahran’a sadık Irak milislerinin IŞİD’e karşı savaşa katılmasını ve yine Felluce’nin geri alınmasının ardından zavallı 700 Sünni’nin “kayıplara karışması”nı kabullenmeye hazırlar. Ve yine işte bu nedenle “Esed gitmeli” rutin çağrısına sessiz sedasız son verdiler. Beşşar Esed, İngiliz Başbakanı David Cameron’dan daha uzun bir süre başta kalırken -ve Obama’dan da daha uzun süre başta kalması neredeyse kesin görünürken- Şam’daki rejim bu hafta sonu Türkiye’de yaşanan olaylara hayretle bakacak.

Birinci Dünya Savaşı’nda muzaffer güçler Osmanlı İmparatorluğu’nu yok etmişti –ki bu, Babıali’nin Almanya safında durma ölümcül hatasını yapmasının ardından 1914-1918 Savaşı’nın sebeplerinden biri olmuştu. İmparatorluğun kalıntıları, İtilaf kuvvetleri tarafından küçük parçalara bölünmüş ve ardından gaddar krallara, berbat subaylara ve birçok diktatöre teslim edilmişti. Erdoğan ve onun iktidarda kalmasına –şimdilik- karar veren ordunun büyük kısmı, tam da bu parçalanmış devletler matrisinin içine giriyor.

Uyarı işaretleri Erdoğan –ve Batı- için apaçık ortadaydı; tabii eğer ki Pakistan tecrübesini hatırlayabilselerdi. Ruslarla savaşan “mücahitler”e füzeleri, silahları ve paraları akıtmak için utanmazca Amerikalılar tarafından kullanılan (Hint coğrafyasındaki) bir başka imparatorluktan kopan “küçük parça” Pakistan bundan sonra bir çökmüş devlete dönüştü; şehirleri büyük bombalarla paramparça oldu; -Taliban da dahil- Rusya’nın düşmanlarıyla işbirliği yapan kendi kokuşmuş ordusu ve istihbarat servisine daha sonra İslamcılar sızarak nihayetinde devletin bizzat kendisini tehdit eder hale geldiler.

Suriye meselesinde Türkiye, -isyancılara silah yollamak, yozlaşmış istihbarat teşkilatı İslamcılarla işbirliği yapmak ve Suriye devlet gücüyle savaşmak suretiyle- ABD için aynı rolü oynamaya başladığında çökmüş devlet olma yoluna girdi; şehirleri büyük bombalarla parçalandı ve kırsalına İslamcılar sızdı. [Pakistan’dan] Tek fark[ı], bütün bunlara ilaveten Türkiye’nin bir de güneydoğusunda kendi Kürtleriyle savaşa yeniden tutuşmuş olması; öyle ki Diyarbakır’ın kimi yerleri tıpkı Humus veya Halep gibi harap olmuş durumda. Erdoğan kendi ülkesi için tercih ettiği rolün maliyetlerini çok geç fark etti. Putin’den özür dilenebilir ve Benyamin Netanyahu’yla ilişkiler tamir edilebilir; ama orduna güvenemez hale geldiğinde artık odaklanılması gereken çok daha ciddi meseleler var demektir.

Yaklaşık 2000 tutuklama, bunun Erdoğan’a yönelik hiç de azımsanacak bir darbe olmadığının göstergesi; aslında ordunun ona karşı planladığından çok daha büyük bir rakam bu. Yine de onlar, İstanbul’un Sultan’ının kendi ülkesini mahvettiğine inanan Türk subaylarının sadece birkaç bini olmalı. Bu, sözkonusu olaylardan NATO ve AB’nin hissedeceği korkunun düzeyini hesaplama meselesinden ibaret değil. Gerçek soru şu: Acaba bu (geçici) başarı, Erdoğan’ı daha fazla dava açmaya, daha çok gazeteciyi hapse atmaya, daha fazla gazeteyi kapatmaya, daha çok Kürt’ü öldürmeye ve böylelikle 1915 Ermeni soykırımının inkarını sürdürmeye ne ölçüde cesaretlendirecek?

Yabancılar için Türkiye’nin her çeşit Kürt militanlığından duyduğu korkunun ve neredeyse ırkçı nefretinin düzeyini anlamak bazen zor oluyor. Amerika, Rusya, Avrupa –genel olarak Batı- “terörist” kelimesini o denli ete kemiğe büründürmemiş (desomaticised) ki Türklerin Kürtleri –tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilere bakışları gibi- ne denli “terörist” ve Türk devletinin varlığına ve bekasına yönelik bir tehdit olarak gördüklerini idrakte başarısız oluyoruz. Mustafa Kemal Atatürk, Adolf Hitler’in bile hayran olduğu iyi bir eski laik diktatör olabilir; ama onun Türkiye’yi bir ve bütün tutma mücadelesi, -devlete karşı Batılı güçlerin komplo kurduğuna dair karanlık (ve makul) şüphelerle birlikte- her daim Türklerin kalbinin attığı bu topraklara musallat olan hizipleşmelerden de kaynaklandı.

O halde her şey hesaba katıldığında, bu hafta sonu Türkiye’de ilk bakışta zannedildiğinden çok daha dramatik bir olaylar dizisi cereyan etti. Şu anda AB’nin sınırından Türkiye, Suriye, Irak, Mısır’ın Sina Yarımadası’nın büyük kısımları, Libya ve Tunus’a varıncaya kadar bir anarşi ve çökmüş devletler silsilesi söz konusu. Sir Mark Sykes ve François Georges-Picot -Arthur Balfour’la birlikte- Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını başlatmıştı; ama bu süreç bugüne kadar devam etti.

Bu korkunç tarihi çerçeve içinde Ankara’da henüz gerçekleşmemiş darbeye bakmalıyız. Önümüzdeki aylarda veya yıllarda yeni bir darbeye hazırlıklı olun. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder