Darbeleri mazur
gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz
TÜRKİYE’NİN
BAŞARISIZ DARBESİNDE BÜYÜK GÜÇ ETKİSİ
Alastair Crooke (İngiliz istihbarat servisi MI6 ve AB diplomasisinde üst düzey
görevlerde bulunmuş eski bir casus ve diplomat. Beyrut merkezli Conflicts
Forum’un kurucusu ve başkanı. BM Medeniyetler İttifakı Küresel Uzmanlar
komitesi üyesi)
Consortium News,
21.7.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz ordu “darbe”si için “Allah’ın lütfu” demesi ve
bunun Türk devletinin baştan aşağı tasfiyesi için bir imkan sunması, öyle
gelişigüzel/tesadüfi bir şeymiş gibi veya tarihi geçmişi tam olarak
anlaşılmadan açıklanamaz.
Erdoğan’ın “lütuf”
iması, 15 Haziran 1826’da dönemin elit askeri kuvveti Yeniçerilerin -padişah
II. Mahmud tarafından “isyankarlık” olarak görülen- askeri kalkışması etrafında
gelişen “Vaka-i Hayriye”yi hatırlatıyor.
(…) [Crooke,
İngiliz The London Times gazetesinin 16 Haziran 1826 tarihli nüshasından Yeniçerilerin
isyanına ve devletin buna mukabelesine dair satırları alıntılamış ve ardından
şunları yazmış:]
Erdoğan’ın
“Allah’ın lütfu” imasıyla ilgili asıl ilginç olan konu şu: Wikipedia’ya göre,
“Tarihçiler, II. Mahmud’un bu isyanı bilerek kışkırttığı kanaatinde ve bunu
padişahın ‘Yeniçerilere karşı darbesi’ olarak isimlendiriyorlar. Yeniçeri
elebaşları idam edildi, mal varlıklarına padişah tarafından el kondu. Genç
Yeniçeriler de ya sürgüne yollandı ya da hapsedildi. Binlerce Yeniçeri
öldürüldü ve böylece elit düzeni sona erdi.”
Acaba Erdoğan,
“Allah’ın lütfu” imasında bulunurken “Gülencileri” Yeniçeriler gibi görüyor
olabilir mi?
Faydalı “darbe”
(…)
Özetle ben, [Z.T.K.
Türkiye’de de saha uzmanı olarak görev yapmış eski CIA ajanı] Philip
Giraldi ve onun “Türkiye gözlemcileri” grubuyla aynı kanaatteyim: Bu darbe
aslında bir kurguydu; içinde bir grup Gülenci/Kemalist subay gerçekten de bir
çeşit darbe tezgahlamıştı. Muhtemelen de bu darbe bilerek kışkırtılmıştı.
Önde gelen Türk
uzmanlarından birine göre “darbe” Türk ordusu içindeki derin bölünmüşlüğün bir
yansıması: Tezgâhlayanlar, tamamen Gülenciler ve (laik) Kemalistler değil,
aslında ordu içinde Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşıp Rusya-Çin-İran bloğuna
kaymasını destekleyen “Avrasyacılar”a karşı koyan “NATO’cular”.
Kısaca, bunu
başlatan Fethullah Gülen değildi, Cumhurbaşkanından duyulan hayal kırıklığı
“darbe”yi ateşledi. [İttifaklar sisteminde] “Yeniden yönelme/safları
belirleme”, tabii ki Rus uçağının düşürülüp pilotlardan birinin Suriye’de
öldürülmesine karşı Erdoğan’ın Moskova’ya yolladığı özür mektubuyla başlamıştı.
Öyle veya böyle
gerçek her ne olursa olsun, Erdoğan “darbe”nin rüzgarını arkasına aldı (ve
Sultan II. Mahmud’u örnek almaya karar vererek) “Allah’ın lütfu” tabirini
kullandı. “Darbe”yi tezgahlayanlar çok büyük bir ihtimalle ordudan tasfiye
edilmek üzere olduklarının farkındalardı ve bir an evvel harekete geçmeye karar
verdiler. Böyle yaparak alelacele ve henüz olgunlaşmamış bir operasyonu ortaya
döktüler, sonuçta ne bekledikleri üzere komuta kademesinin ne de laik ve
liberal kamuoyunun desteğini alabildiler (aksine “darbe”nin hemen akabinde
kamuoyu darbeye karşı Erdoğan’ın yanında durdu)
Erdoğan’ı gizlice
uyarma
Erdoğan’ı kim
önceden uyarmış olabilir? (…)
(…) [Z.T.K.
Darbeye destek vermesi istenen ama Erdoğan’a sadık kalan bazı ordu komutanları
ve Rusya ile İran ihtimallerini ele alıyor; ayrıca BAE ile Suudi veliaht
prensin darbedeki rolüne değiniyor]
(…) Erdoğan
“affedici” değildir ve yeni Yeniçerilere herhangi bir destek işaretini öyle
unutup gidecek de değildir.
Peki o halde
Erdoğan, tartışmalara yol açan Rusya ve İran’ yönelme yolunu niçin tercih etti?
Bunun birkaç sebebi olabilir: Birincisi, ekonomi “hızla dibe doğru vuruyor”;
Erdoğan –ve Rusya’yla aranın bozulması- bunun sorumlusu olarak gösteriliyor.
Türkiye’de terörün bir anda yükselişe geçmesi yüzünden de sertçe eleştiriliyor;
Erdoğan’ın izlediği Suriye ve PKK karşıtı politika bunun sebebi olarak
görülüyor.
Daha stratejik
sebep ise Erdoğan’ın ABD’nin önce Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt özerk bölgesi,
ardından da Ortadoğu’nun tam kalbinde bir Kürt devleti kurmaya niyetlenmesinden
endişe duyması. Bu konuda Ortadoğu’nun her yerinde ABD’nin motivasyonlarından
çok derin kuşkular var.
Suriye’nin
kuzeyindeki Kürt bölgesinde Batı’nın beş askeri üs kurma planı da ABD’nin
-gerçek anlamda bir “devlet inşası” olmasa bile- küçük bir “özerklik
inşası”ndan çok daha fazlasına giriştiği şüphelerini tetikliyor. ABD’nin bu tür
bir hesabını durdurmak için Türkiye’nin Moskova, Şam, Bağdat ve Tahran’la bir
ortak paydada buluşma çabası anlamlı.
(…)
CIA Komplosu mu?
(…)
O halde ABD darbeye
katılmış olabilir mi? Buna ilişkin elde bir kanıt yok; ancak Türk ordusuyla
derin bağları bulunan ABD’nin ordu içindeki ihtilafları ve bir “darbe”
ihtimalini sezmemiş olmasına inanmak zor. Net bir şekilde Türkiye’nin ABD’yle
ilişkiler hızla bozuluyor, tıpkı AB’yle olduğu gibi.
Şimdiye kadar
ordudan tasfiye edilenler ve edilecekler Avrupa’nın Türkiye’deki dostları ve
irtibat halinde oldukları. Ancak Avrupa, ABD’ye kıyasla bu tasfiyelere karşı
daha ihtiyatlı olmalı; zira Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’ye yönelik aşırı bir
eleştiriyi Avrupa’ya akacak mültecilere kapıları açarak cezalandıracaktır.
Dışarıda çok az
dostu bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayatta kalabilmek için stratejik
derinliğe ihtiyacı var. Rusya ve İran’la daha yakın ilişkiler kurmak suretiyle
bu siyasi stratejik derinliğe kavuşmayı ümit edecektir. İktisadi stratejik
derinliğe (turizm ve ticaret) de ihtiyacı var. Türkiye’nin “Türk Akımı”
projesiyle Avrupa’ya bir enerji koridoru haline gelerek gelecekte değerli bir
ek gelire kavuşması önemli. Bunun için de Türkiye’nin Rusya ve İran’a ihtiyacı
var.
Her iki ülke de
Türkiye’yle yakınlaşmanın taktik avantajlarından faydalanacaklar, ama ona güven
duymayıp dikkatli olacaklar ve Erdoğan’la mesafeyi koruyacaklardır.
Rusların ve
İranlıların zihninde “Acaba Erdoğan jeopolitik anlamda gerçek bir değişim mi
yaşıyor?” sorusu dolanıyor olmalı. Erdoğan şu anda hiç şüphesiz çok büyük bir
baskı altında ve bir an evvel kartları yeniden karmak için bir şeyler yapma
ihtiyacıyla görünüşte Rusya’ya kayıyor olabilir.
Eski bir Batılı üst
düzey yetkilinin bana sorduğu üzere “Acaba bütün bunlar, Erdoğan’ın stratejik
yöntem ve hedeflerinde (yani yabancı cihatçıları kullanmak suretiyle Avrupa,
Kafkaslar, Rusya, Orta Asya ve Uygur bölgelerinin derinliklerinde bir nüfuz
alanı kurarak Türkiye’yi yeni Osmanlıcı küresel bir güç yapma hedefinde)
aslında hiçbir sahici değişim olmadığını saklayarak yaptığı sadece taktik
manevralar olabilir mi?”
Yayınlanmamış bir
rapora göre, birkaç hafta önce Erdoğan, bir an evvel bu bölgelere
konuşlandırmak üzere cihatçıların eğitilmesinin hızlandırılması talimatını
vermiş. Suriye ve Irak’taki savaş alanında başarılarını ispat eden Kuzey
Kafkasyalı, Uygur, Özbek ve Arnavut cihatçılara ve ayrıca Kırım Tararlarına
özel bir önem veriliyor.
Jeopolitik
yansımalar
Bütün bunlar
jeopolitik olarak ne anlam ifade ediyor? Birincisi, kıyafetleri soyulmuş,
kalabalıklar tarafından dövülüp tekmelenmiş Türk askerlerinin ve ayrıca elleri
bağlı yara bere içindeki ve yüzleri koridor duvarlarına dönük itilip kakılan
generallerin fotoğraflarını gören herkes, Türk ordusunun kamuoyu önünde tamamen
küçük düşürüldüğünü ve bu aşağılamaların daha da devam edeceğini tahmin
edebilir.
Ordu dağılmış ve
morali iyice bozulmuş durumda. Keyfi siyasi suçlamalardan duyulan korku
kökleştikçe ordu mensupları arasında şek ve şüphe bulaşıcı bir hastalık gibi
yayılacaktır. Ordu iç karartıcı bir hale bürünecek/içe çekilecek ve görevlerini
ifa ederken kayıtsızca davranacaktır.
NATO’nun da bir
aracı olan bölgedeki bu en büyük ordu, birçok açıdan aciz hale getirildi. Eğer
ki darbenin dışında kalmayı seçen komutanlar, daha iyisi olmadığı için bunu
tercih ettilerse, bunun silahlı kuvvetlere ve güvenlik birimlerine verdiği zarardan
dolayı pişmanlık içinde dizlerini dövüyor olmalılar
NATO’nun da bir
aracı olan bölgedeki bu en büyük ordu, birçok açıdan aciz hale getirildi. Eğer
ki darbenin dışında kalmayı seçen komutanlar, daha iyisi olmadığı için bunu
tercih ettilerse, silahlı kuvvetlere ve güvenlik birimlerine verdiği zararı
görüp hayıflanıyor olmalılar.
Ve Türk toplumunun
önemli bir bölümünü oluşturan laik, Batılı ve liberal kesim şu anda
Türkiye’nin, benimsedikleri Avrupa değerlerinden uzaklaşarak İslamcılaşmaya
doğru bir başka tarihi adım attığına şahit oluyor. Onlar öfkeli ve yenik düşmüş
haldeler – tıpkı kamu hizmetlerinde ve akademide olduğu gibi; ama daha uzun
vadede bir fırsat kollayacaklar, Erdoğan’a ve İslamcılara kin ve nefret
güdeceklerdir.
Türkiye iyice
kutuplaşmış bir toplum (…) ve zorlu ekonomik şartlara doğru sürükleniyor.
Önümüzdeki süreçte iş dünyasının iyimserliği zayıflarken borçlar artacak ve
yatırımcılar çok daha dikkatli olacaktır.
Erdoğan güçlü mü?
Kısa vadede öyle olabilir. Türkiye’yi çoktandır tüm yetkileri ele almış bir
sultan gibi kontrol ediyor. Sultan II. Mahmud’la aralarında kurduğumuz
paralelliği sürdürürsek, Yeniçerilerin mağlubiyeti de başlangıçta padişahın
pozisyonunu güçlendirmişti. Ama “Vaka-i Hayriye”den 5-6 yıl sonra Osmanlı
İmparatorluğu gerileyip çözülmeye devam etti.
Erdoğan eğer ki kendi Yeniçeri imasını daha da ileri götürmeye
kalkışırsa, işte bu akıbeti unutmamalı.
15 Temmuz
“darbe”sinden en fazla faydalanan Suriye [rejimi] olabilir (eğer ki
jeopolitik değişim gerçekleşirse). Haberlere bakılırsa Türkiye, ordusunu zaten
Irak’ın kuzeyinden ve istihbaratçılarını da Suriye’nin kuzeyinden geri çekti.
Bu çekilmenin etkisi, Suriye ordusunun ilerleme kaydetmesiyle Halep’te
görülmeye başlandı bile.
Eğer ki Türkiye,
Rusların istediği şekilde Suriye’yle sınırını tamamen geçişlere kapatırsa bunun
gerek Suriye’deki çatışma gerekse Ortadoğu’daki güç dengesi bağlamında
stratejik etkileri olacaktır.
Türkiye’nin
sınırlarını isyancılara kapatması, Suudi Arabistan ve İsrail için çok büyük bir
yenilgi olarak algılanacaktır. Suriye’de Suudi politikası Türk sınırın
kapatılmasıyla felce uğrayacaktır (Güney geçişi, uçsuz bucaksız çöl olduğundan
hava saldırılarına karşı oldukça korumasızdır ve zaten Ürdün de çoktandır
Suriye’ye fazla angaje olmaktan kaçınmaktadır.)
Suudi Veliaht Prens
Muhammed bin Selman’ın son aylarda Suriyeli isyancılara yardımları iyice
artırması da başarısızlığa uğrayacaktır. Türkiye’deki “darbeciler”e sempati
gösterdiği için Kraliyet ailesi içinden şiddetli eleştiriler alması
muhtemeldir. Buna karşılık İran’ın ve Hizbullah’ın Suriye’deki nüfuzu
artacaktır.
Her ne kadar Rus
lider Putin’in, Suriye’de İran nüfuzunun artmasına –İsrail’in tehdit
algılamasını dikkate alarak- engel olmaya çalışması ihtimal dahilinde olsa da
İsrail’in Hizbullah’a karşı Güney Lübnan ve Golan’daki saldırı riski
artacaktır. Zira İsrail tarafı, Golan’a İran birliklerinin yerleşmesinin
“harekete geçme”yi gerektiren bir “kırmızı çizgi” olduğunu belirtiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder