Darbeleri mazur
gören veya gösteren herkesi kınıyor, darbecileri lanetliyoruz
DR. HAROLD
RHODE’LA TÜRKİYE’NİN VE NATO’NUN GELECEĞİ HAKKINDA
Center for Security Policy, 25.7.2016
Röportajı yapan:
Frank Gaffney (Güvenlik Politikaları Merkezinin kurucusu ve başkanı;
en önemli komplo teorisyenlerinden biri. ABD’deki en kötü şöhretli
İslamofobiklerden biri olduğu söyleniyor)
Röportaj veren: Harold
Rhode (İsrail Ariel Üniversitesinde misafir profesör ve New York
merkezli Gatestone Enstitüsünde kıdemli araştırmacı. Geçmişte Pentagon’da Türkiye
masası şefi ve siyasi müşavir olarak görev yapmış geniş Ortadoğu ve Türkiye
hakkında ABD’deki en saygın otorite isimlerden olduğu söyleniyor! Bütün
Ortadoğu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri dillerini biliyor. Fehmi Koru bir
makalesinde hakkında şunu yazmış: “Harold Rhode deyip geçmeyin. Bir ara,
Washington’da görev yapan veya Washington’a yolu düşen Türk gazetecilerin en
büyük haber kaynağı oydu.”)
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Z.T.K. ABD’nin sözde en
büyük Türkiye uzmanından(!) son derece sinir bozucu ve ibretlik bir röportaj… Batı’daki
Ortadoğu ve Türkiye uzmanlarına şüpheyle yaklaşmak gerektiğinin bundan iyi bir kanıtı
olmasa gerek.
Rhode'un 15 Temmuz'la ilgili verdiği aşağıdaki iki mülakatı da okumanızı tavsiye ederim:
Rhode'un 15 Temmuz'la ilgili verdiği aşağıdaki iki mülakatı da okumanızı tavsiye ederim:
Ariel Ben Solomon (The Jerusalem Post gazetesi Ortadoğu muhabiri ve yazarı)
Röportaj veren: Harold Rhode (İsrail Ariel Üniversitesinde misafir profesör ve New York merkezli Gatestone Enstitüsünde kıdemli araştırmacı)
ÖNCE TÜRKİYE, ARDINDAN DÜNYA? ERDOĞAN BATI’DA ALARM ZİLLERİNİ ÇALDIRIYOR (CBN News, 8.8.2016)
Chris Mitchell (CBN News Ortadoğu bürosu şefi)
Röportaj veren: Harold Rhode (İsrail Ariel Üniversitesinde misafir profesör ve New York merkezli Gatestone Enstitüsünde kıdemli araştırmacı)
Geçen hafta
Türkiye’de yaşanan olaylara girmeden evvel, öncelikle şu anda Türkiye’nin
cumhurbaşkanı olan adamın, Recep Tayyip Erdoğan’ın kim olduğuna dair biraz
bilgi vermeni istiyorum. Nereden geldi? Görüşleri ve hedefleri neler?
İstanbul’un
fakir bir mahallesinden geliyor. Çok karizmatik biri. Köktenci İslami görüşlere
sahip. Müslüman Kardeşler’in hep güçlü bir mensubu ve destekçisi oldu. Bu, Müslüman
pan-İslamcı bir milli grup ve hedefleri de çok basit: Bütün dünya İslami
yönetim altına girmeli, İslam’a ihtida etmeli, halifeyle ve şerait hükümleri
altında yönetilmeli. Bu Erdoğan’ın uzun vadeli hedefi. Erbakan’ın
liderliğindeki köktenci bir partide yetişti. Erbakan başbakan olduğunda, tıpkı
bütün Sünni dünyanın merkezi olan Osmanlı’daki gibi, Türkiye’yi siyaseten
İslami köklerine döndürmeye çalıştı. Bugün Sünni dünya 1,6 milyarlık Müslüman
âleminin %86’sına tekabül ediyor. Bu adam [Z.T.K. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ı
kastediyor] hep bir tehlikeliydi. Himayesine girdiği kişi olan Erbakan
hızlıca Türkiye’yi siyaseten İslamileştirmeye çalıştı. Ama ordunun darbesiyle
karşılaştı. Bunu tecrübe eden Refah Partisi’ndeki Erdoğan gibi adamlar
Türkiye’yi hızlıca değil yavaş yavaş İslamileştirmek gerektiği sonucuna vardılar.
Yoksa o dönem gayet güçlü olan ordu tarafından görevden
uzaklaştırılabilirlerdi. Daha da önemlisi ABD. Maalesef ki ABD şu anda
çaresizce “ılımlı” arıyor. Bu, hoş bir Batılı kavram; ama Ortadoğu’da ılımlı
diye bir şey yoktur. İş, hedefine ulaşmak için hangi mesajları verdiğinde
düğümleniyor. Washington ılımlı İslam her ne ise onunla barış yapıp iş tutalım
dedi. (…)
(…) Erdoğan’ın demokrasinin amaca ulaşmak için
bir araç olduğuna dair meşhur bir sözü de var, öyle değil mi?
Biz Erdoğan’a
ılımlı sıfatını yakıştırdığımız ve onunla muhatap olduğumuz için gerçekte ne
olduğunu görmeyi hep reddettik. Ancak bize ne olduğunu kendisi söyledi. Ama ABD
bunu duymak bile istemedi. Söylediği şeylerden biri, demokrasinin bir tren
olduğu, ihtiyaç olduğu sürece bu trene binilip ardından da inileceğiydi. Diğer
bir deyişle misyonu dünyayı İslamileştirmekti. Eğer demokrasi bunu yapmaya
yardımcı olacaksa onu kullanır, faydasız hale geldiğinde de terk ederdi. İşte
şu anda yaşanan tam da bu.
Türkiye’nin
İslamileşmesinde iki engel olduğunu söyledin. Birincisi Atatürk’ün laik
Müslüman devletinin garantörü olan Türk ordusu, ikincisi ise ABD. Büyük
hedefleri önündeki bu iki engeli etkisizleştirmek için Erdoğan’ın demokrasiyi
nasıl kullandığını bize kısaca anlatabilir misin?
ABD kutsal dil
İngilizceyi konuşan, ılımlı olan veya olduğunu iddia eden, duymak istediğimiz
şeyleri bize söyleyen herkesi görmekten hoşlanır. “İşte bu tam da bizim beğendiğimiz
gibi” diye düşünür. Erdoğan İngilizce konuşmuyor. Ama o ve çevresindekiler
ABD’nin, özellikle Amerikalı diplomatların ve hatta istihbaratçıların nasıl
aldatılacağını gayet iyi biliyorlar. Onlar Erdoğan’ın gerçekte ne olduğunu
görmeyi hep reddetmişlerdi.
Obama başa
geldiği ilk yıllarda Erdoğan’ı en iyi yabancı liderlerden biri olarak
tanımlamaktaydı. Yani bu, Cumhuriyetçilerin de Demokratların da bir
başarısızlığı aslında; sadece şu anda başta bulunan Demokratlara mahsus bir
durum değil. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından Irak’a saldırı
hazırlıkları yaptığı süreçte hatırladığım kadarıyla sen de bütün bunların
samimiyetle içindeydin. O dönemde ABD ile Türkiye arasında neler yaşandığını
bize anlatsana.
11 Eylül’den
sonra, ama daha önemlisi 2003’te Irak’ın özgürleştirilme savaşında Türkiye’nin
bizim yanımızda olduğu zannettik. Erdoğan’ın partisi meclis çoğunluğunu elinde
tutuyordu. Ama 1 Mart Tezkeresinin oylanmasına sıra geldiğinde sadece 3 oyla
tezkere TBMM’den geçemedi. Size Ortadoğu’da siyasi partilerin nasıl çalıştığını
anlatayım. Partililer parti başkanına itaat ederler. Maalesef ki Sayın Erdoğan
bir kurnazlık yaparak tezkerenin geçmemesinden ötürü orduyu suçladı. Bizim bazı
üst düzeylerimiz de aynı şekilde orduyu suçlu gördü.
Geçen hafta
yaşanan darbe denilen şeyle sonuçlanan olayları da konuşalım. Neler yaşandı?
Gerçekten bu bir askeri darbe miydi, yoksa başka bir şey mi?
Darbe olduğuna
emin değilim. Eğer ki gerçekten bir darbe yapıyorsanız, ilk olarak ülkenin
liderini yakalarsınız, ikincisi medyayı ele geçirirsiniz. Ama her şey o kadar
acemiceydi ki. En baştan beri bunun yapılış biçiminden hayrete düştüm. Merak
ediyorum, tıpkı Hitler gibi, mutlak iktidarı ele geçirme fırsatı yakalamak için
acaba bunu Erdoğan başlatmış olabilir mi? Erdoğan zaten bu tür bir iktidar
istediğini bizzat kendisi söylemişti.
Reichstag
yangınından bahsediyorsunuz…
Evet, öyle.
Bu yangın Adolf
Hitler’in gücü pekiştirmesine yol açmıştı… Erdoğan bütün bunları böyle bir amaç
uğruna tezgahlayabildiyse, acaba bunu ordunun yardımıyla mı sahneye koydu,
yoksa ordu görüntüsü altında üretilmiş ayrı bir grup mu var?
Sana bir şey
anlatayım. Vakti zamanında Sovyetlere muhaliflikten yıllarca SSCB’de hapis
yatmış, ama sonra İsrail hükümetinde bakan olmuş Natan Sharansky der ki, bu
gibi durumlarda Sovyetler, hep darbe süsü veya hükümet karşıtı gösteri süsü
vererek düşmanlarını ortaya çıkarırmış. Böylece bunlara katılanları daha sonra
tutuklarmış.
Bahsettiğin bu
Sovyet pratiği, her çizgiden ve her renkten otoriter yönetimlerce iyi bilinen
bir şey olmalı. Hitler’in de benzer bir teknik kullandığından bahsettin. Peki,
bize İstanbul ve Türkiye’nin diğer yerlerinde gerçekte neler olduğunu anlatır
mısın?
Gerçekte neler
olduğu net değil. Ama net olan şey sonuç. Bir anda Milli Eğitim Bakanlığında 15
bin personel ya işten çıkarıldı ya da tutuklandı. (…) rektörler (…),
akademisyenler (…) Aşikâr ki ellerinde listeler önceden hazırdı. İşte bu,
yaşananın bir darbe olduğu konusunda zihnimde şüpheler uyandırıyor. Devasa
sayıda insanı tutukluyor. İnsanlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. ABD onun
demokratik yollardan seçilmiş olduğunu söylüyor; ama hatırlayın Hitler de
demokratik ve hatta serbest ve adil seçimlerle gelmişti. Erdoğan’ın bir seçimle
geldiği doğru; ama bu gerçekten serbest ve adil bir seçim miydi, hiç emin
değilim. İşte bu yüzden Amerikan yönetimi, “ordu ve bütün taraflar halkın
iradesine ve seçim sonuçlarına saygı duymalı” dediğinde nasıl bu kadar aptal
olabildiğimize inanamadım ben.
Bu tiyatronun
oyuncularından biri de şu anda ABD’de yaşayan ve buradan oldukça büyük bir
imparatorluğu yöneten Fethullah Gülen. Erdoğan’ın entrikalarında niye bu denli
öne çıkarak rol oynuyor?
Birlikte iş
tutmaya alışmışlardı. Her ikisi de –yönleri farklı olsa da- köktendinci
Müslümanlar. Gülen’in 1999’da ABD’ye kaçmasının nedeni, demokrasiyi
kullanacakları, Batı’ya duymak istediği her şeyi söyleyecekleri, sabırla
bekleyip sonunda ele geçireceklerine dair özel bir toplantıda yaptığı konuşmanın
ordu tarafından kayıt altına almasıydı. (…) Şu anda hem Türkiye’de hem Türk Cumhuriyetlerinde
hem de Çin’in Uygur bölgesinden Adriyatik’e kadar uzanan coğrafyada her nerede
Türkler yaşıyorsa orada çok fazla sayıda takipçisi var. Eğitim imparatorluğu,
finansal imparatorluğu ve çok sayıda destekçisi… Ortadoğu’da insanlar gücü ele
geçirdiğinde kendilerine meydan okuma potansiyeli taşıyan herkesi elindeki her
türlü araçla yok etmeye çalışırlar. İşte bu nedenle Gülen potansiyel bir
problem.
Anladığım
kadarıyla öğretmenler, profesörler, yöneticiler, polisler, hakimler ve başkaları
işten atılıp tutuklandı, öyle değil mi?
Evet, çok
haklısın. Ve şimdi de ABD’den Gülen’in iadesini istiyor. Muhtemelen [Türkiye’de]
Gülen’i ya öldürecekler ya tasfiye edecekler ya da işkence edecekler. Tam
olarak ne yapacaklarını bilmiyorum. Bu durumda ABD “Kanıtların ne?” diye
soruyor. (…) Erdoğan “O suçlu” diyor. (…) Ortadoğu’da kanıta ihtiyaç yoktur.
Güçlü lider çıkıp da suçlu dediyse cevap olarak yeter. İşte burada yine Türkiye
ve aslında tüm Müslüman dünya ile ABD arasındaki kültürler çatışması devreye
giriyor.
Bugün bize bazı
müntesiplerinin söylediği gibi, Fethullah Gülen gerçekten ılımlı bir Müslüman
mı?
Doğrusunu
istersen, biz Batı’da ılımlı kelimesini duymaktan hoşlanıyoruz. Ama bu kavramın
Ortadoğu bağlamında ne anlama geldiğinden emin değilim. Gülen bir Türk İslam
milliyetçisi. Ona göre doğru olan, Türk dünyasının İslam şekli. Arapları
sevmez. Erdoğan’ın ise Müslüman Kardeşleri destekleyerek herkesi bir araya
getirme türünden bir anlayışı var. Gülen ile Erdoğan nihai sonuç noktasında
ihtilafa düşmüyorlar; yani her ikisine göre de tüm dünya bir halife ve şeriat
kanunlarıyla İslam bayrağı altında yaşamalı. Anlaşamadıkları nokta bu sonuca
hangi yoldan ulaşacakları. IŞİD’in de Suudilerin Vehhabi anlayışının da hedefi
aynı, sadece hedefe ulaşma metotları farklı. Biz acaba bu ılımlı mı aşırı mı
diye keşfetmeyi takıntı haline getirmiş durumdayız, ama hepsinin nihai hedefi
aynı. Aralarındaki çatışma hangi metotlarla bu hedeflere ulaşılacağında. Bizim
bir kenarda oturup onların birbiriyle çatışmasını izlememiz çok daha iyi
olurdu. (…)
Taktik
farklılıkları her ne olursa olsun onları birleştiren şey, temel stratejik hedefleri
ve şeriat, öyle değil mi?
Doğru. Ayrıca
onlar birbirlerinden nefret de ediyorlar. Ortadoğu’da geçmişi unutma, eski
defterleri kapatma diye bir şey yoktur. Sünni-Şii mücadelesi Muhammed
peygamberin vefatının ardından hilafet mücadelesiyle başladı. (…) İngilizcede
“artık tarih oldu” diye bir ifade vardır. Ama Ortadoğu’da bunun bir karşılığı
yoktur; hiçbir şey çözülmez, hiçbir zaman da barış olmaz. Yeterince güçlenene
kadar bekleyip sonra da düşmanını öldürür, ortadan kaldırırlar. Olan işte
budur. Bunun iyi veya kötü olduğunu söylemiyorum. Sadece bir realiteyi
açıklıyorum.
SSCB döneminde,
hatırla, CIA ve KGB’nin ortak çıkarları olan meselelerde birlikte iş tuttuğu
dönemler vardı. Ama İslam’da çok farklı örnekler var. Şiilerle Sünniler birbirlerinden
nefret ederler ve her ikisi de birbirinin ölmesi gerektiği düşüncesindedir. (…)
Türkiye’ye geri
dönersek, Erdoğan ister gerçekten bu darbeyi teşvik edip uygulatan olsun
isterse sadece son derece talihsiz bir operasyondan istifade etmeye çalışsın,
Gülen’le hiç alakası olmayıp Erdoğan rejimine muhalif insanlar da şu anda
derdest ediliyorlar. Şu anda çok ciddi bir güç konsolidasyonu ve muhtemelen
gerçek bir İslam cumhuriyetine doğru büyük bir sıçrayış var gibi görünüyor. Sen
de böyle düşünüyor musun?
Muhtemelen
Ortadoğu’nun yaşayan en büyük tarihçisi olan Bernard Lewis 1990’larda demişti
ki Türkiye ile İran gün gelip de yer değiştirebilir. İran, İslami cumhuriyeti
geride bırakıp [medeni] ülkeler safına tekrar katılacak; Türkiye ise
İslami bir güç olarak sivrilip bütün Müslümanları tüm dünyayı İslamileştirme
savaşına sokmaya çalışacak. İşte bu Erdoğan’ın gitmek istediği yol. Ama Erdoğan,
Amerikan Başkanını da tehdit ediyor; “Eğer ki Gülen’i iade etmezsen bunun
Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde feci sonuçları olacak” diyor. Türkiye’nin
gücüyle ilgili sana bir şey söyleyeyim. Ya çok güçlüsündür ya da başkalarının
ayağını öpersin. Erdoğan bir anda çıkıp da ABD ve NATO’ya oyunun kurallarının
ne olması gerektiğini dikte etmeye kalkışıyor. Erdoğan’a onunla birlikte
çalışmadığımızı, kuralları koyma hakkının onda değil sadece bizde olduğunu,
çünkü ABD’nin yeryüzündeki en büyük ve en güçlü devlet olduğunu çok net bir
şekilde öğretmemiz lazım. Affedersiniz
ama bu basit adam Erdoğan kim oluyor da Amerika’ya bunları söylüyor,
kabadayılık taslayıp ABD’nin gözünü korkutmaya kalkışıyor.
(…) İncirlik
Hava Üssü’nde nükleer silah stoku bulunduğu haberleri yapıldı. Amerikan
hükümeti bunu doğrulamadı (…) Ancak endişeler giderek artıyor. Anladığım
kadarıyla Türkler İncirlik’in elektriğini bile kestiler ve İslam Devleti’ne
karşı hava operasyonlarını durdurttu. Orada neler meydana gelmiş olabilir, ne
düşünüyorsun?
Türkiye’yle
aramızda İncirlik’in nasıl kullanılacağıyla ilgili Kuvvetlerin Statüsü
Anlaşması var. Eğer onlar anlaşmayı ihlal ediyorlarsa biz de ihlal etmeliyiz.
Onlar antlaşmayı geçersiz saydı. Elektriğin kesilip kesilmediğini bilmiyorum,
ama onlar bunu yapma cüreti gösterdiyse bizim de cevabımız olmalı. Eğer
gerçekten orada nükleer silahlar varsa insanlarımızın güvenliğini sağlamalıyız.
Sana bir anekdot anlatayım. Irak Kürdistan’ının başkanı Mesut Barzani birkaç
sene evvel ABD’ye geldiğinde Barzani’nin adamları bana, ABD’nin Türkiye’yle
ilişkileri bozulduğu takdirde İncirlik yerine geçecek şekilde her nerede
isterse orada iki Amerikan üssü açabileceğini Başkan Obama’ya teklif
ettiklerini söyledi. Maalesef ki Başkanımız hayır dedi. Bizim o bölgede sahip
olduğumuz tek önemli üs İncirlik. Ben yeni bir üssü bir zaruret olarak görüyorum.
Biz bu insanların, bu korsanın/yağmacının, bu diktatörün, bir İslamcı
fundamentalistin bize neyin nasıl olması gerektiğini dikte etmesine izin
veremeyiz. Onlarla aramızda bir anlaşma var. Belge imzalamayı çok seviyoruz.
Ortadoğu’da ise belge imzalamak boşu boşunadır.
Özellikle
Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini ve Türkiye’nin NATO’ya daha fazla
katılımı konusunu merak ediyorum. Eğer Erdoğan bu yolda gitmeye devam ederse ilişkiler
nereye evirilebilir?
Ben peygamber
değilim, ama neler olabileceğine dair biraz fikrim var. Ortadoğu’da yazılı
anlaşmalar, ulaşılmak istenen yere kadar götürecek birer adımdan başka hiçbir
anlam ifade etmez. Erdoğan’ın hedefi bizi, ABD’yi, NATO’yu ve başka her ne
varsa onu kullanmak, ta ki gideceği menzile kadar. Tıpkı daha evvel
konuştuğumuz binilip inilecek demokrasi treni gibi… Ben onun uzun vadeli
hedeflerinin ne olduğunu biliyorum. Onun sabır ve sebat içinde bunu yaptığını
da biliyorum. Hedefleri konusunda kendi kendimize yalan söylememizi sağlayacak
kadar da bizi uyuttu. Köktendinci değil, ılımlı diye inandık. Köktenci İslam
sözkonusu olduğunda ılımlı diye bir şey yoktur. Bu noktaya nasıl ulaştı
bilmiyorum ama dünyayı yönetmek istiyor. Bu çok megalomanca, biliyorum, ama
böyle düşünüyor. Ben bunu nereden mi biliyorum? Kendisiyle sadece bir kez bir
araya geldiğimden şahsen doğrudan bunu söyleyemem. Ama konuşmalarını
dinlerseniz ve tabii sözlerinde ve faaliyetlerindeki İslami köktenci bağlamı da
bilirseniz bunu çok rahat fark edersiniz. Gelecek ne getirir bilmiyorum, ama
onun ne istediğini biliyorum. Müslüman vatandaşlarının çoğu Türk olan Rusya ve
Çin, her daim İslami köktencikle mücadele etmek zorunda olan İsrail, Erdoğan’ın
eliyle giderek Müslümanların istila ettiği Avrupa ve ayrıca ABD’nin dikkat
etmesi lazım. Erdoğan ve Körfez’in Vehhabi Arapları, zengin Suudi işadamları
tüm dünyanın İslami yönetim altına girmesi için yavaş ama emin adımlarla
çalışıyorlar. Bunun nasıl ve ne zaman olacağının farkına varmalıyız; eğer ki bu
gerçeği görürsek bununla baş edecek stratejiyi de düşünürüz. İslamcı
köktencilik bizim şartlarımızla yenilgiye uğratılamaz, onların kökünün
kazınması lazım. Onlara önce düşman dememiz, ardından da ona göre adımlar
atmamız gerekir.
Bunu düşünebiliyor
olmaları son derece fantastik. Geçtiğimiz birkaç yılda özellikle Avrupa’da
gelişme kaydettikleri aşikâr. Biraz da bunu konuşalım. Biliyorsunuz bu krizi
Avrupa’ya taşıyan Erdoğan rejimi. Başlangıçta Avrupa’da, özellikle Almanya’da
birçok Türk vardı; ama Erdoğan ne yaptı? Türkiye üzerinden çok çok daha
fazlasını Avrupa’ya yolladı ve Libya gibi yerlerden de diğerlerinin Avrupa’ya
akması için şartları uygun hale getirdi. Böylelikle Avrupa’nın nüfus yapısını
değiştirme amacı güttü. Şimdi bir de Türklerin Avrupa’ya vizesiz geçişinin
sağlanacağına dair söylentiler var. Bunun sonuçları neler olabilir, hele de
haberlerde geçtiği gibi 300 bin Suriyeli, Türk vatandaşlığına kabul edilip
Avrupa’da seyahat edebilir hale gelirse?
Erdoğan kendisi
için bir kazan-kazan durumu yarattı; Avrupa’ya, özellikle de muhtemelen
Avrupa’nın en güçlü lideri olan Angela Merkel’e karşı. Öncelikle tüm
mültecilerin Afganistan, Irak, Suriye ve diğer yerlerden Türkiye’ye gelmesine
izin verdi. Bunlar Müslümanlar. Haberlerde mülteci kadınları ve çocukları
gösteriyorlar hep; ama aslında bunların %70-80’i genç bekar erkekler, çoğu da
15-35 yaş arası. (…) Şimdi de Erdoğan Merkel’le bir anlaşma yapıyor;
mültecileri kamplarda tutma karşılığında 6 milyar avro ve bütün Avrupa’da
vizesiz seyahat hakkı kazanacak. 78-80 milyon Türk var. Bu, Avrupa’ya daha
fazla Müslüman sokma noktasında kazan-kazan durumu. Müslümanlar sabırlıdır.
Yavaş ama emin şekilde, önce kendi işlerine odaklanacaklar; ama kritik sayıda
bir kitleye ulaştıktan sonra talepte bulunmaya başlayacaklar. Şeriat mahkemesi
isteriz, helal gıda isteriz diyecekler. Düşünün Almanya’da domuz eti yenemeyecek…
Bu çok absürt. Şu anda Almanya’da Müslümanlara saygıdan domuz eti servis
etmeyen okullar bile var. Demek istediğim şu, Erdoğan’ın planladığı kazan-kazan
durumu. Bu adamın kurnazlığına hayran kalmamak mümkün değil.
Sana göre bu
onun uzun vadeli gündemi. Ama söylediğin gibi, ister şiddet kullanan isterse
Müslüman Kardeşler gibi daha medeni türden olsun hepsinin gündemi aynı:
Allah’ın istediğine inandıkları türden bir devleti kurmak. Bir tür halife
altında şeriatın uygulandığı bir dünya… Geçen hafta Türkiye’de yaşanan
gelişmeler, İslamcı gündem bağlamında ileriye dönük çok büyük bir adımın
işaretine benziyor. Son olarak buna karşı geçmişte görev aldığın Pentagon’un
veya Amerikan Başkanının neler yapmasını tavsiye edersin?
Öncelikle orduyu
kullanın. Onların üslerini tamamen yok etmeliyiz. Onları küçük düşürmeliyiz,
yerin dibine sokmalıyız. Böylelikle bize karşı yapacakları şeylerin bir bedeli
olduğunun farkına varmalarını sağlamalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder