7 Mart 2018 Çarşamba

M.KARLIN: YEDİ YILLIK SAVAŞIN ARDINDAN SURİYE’DE ESED KAZANDI; WASHINGTON İÇİN SIRADA NE VAR?




YEDİ YILLIK SAVAŞIN ARDINDAN SURİYE’DE ESED KAZANDI; WASHINGTON İÇİN SIRADA NE VAR?

Mara Karlin (Brookings Enstitüsü Dış Politika programında 21. Yüzyıl Güvenlik ve İstihbarat Merkezi kıdemli araştırmacısı. Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Okulu (SAIS) doçenti ve Stratejik Araştırmalar Programı müdür muavini ve ayrıca Merrill Stratejik Araştırmalar Merkezi müdürü. 5 Amerikan savunma bakanına milli güvenlik konusunda danışmanlık hizmeti verdi. “Building Militaries in Fragile States: Challenges for the United States” kitabının yazarı)
Brookings Enstitüsü, 13.2.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

Editörün notu: Bu makale, Mara Karlin’in Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Ortadoğu ve Kuzey Afrika Alt Komitesi oturumu için kaleme aldığı yazılı ifadenin ve “Building Militaries in Fragile States: Challenges for the United States” başlıklı yeni kitabında yer alan bazı bölümlerin bir araya getirilmesiyle hazırlanmıştır.


Suriye İsyanının üzerinden henüz bir yıl geçmişken 2012’de Amerikan Kongresinde bir ifade vermiş ve şu iddiada bulunmuştum:
“ABD Suriye’de ne isteMEdiğini biliyor. Ama istediği şeye ulaşması -yani Esed rejiminin sona ermesi- çetrefilli ve zor olup tatmin edici de olmayacaktır. Suriye’nin akıbeti bugünden kestirilemez, ancak bu sürecin ne şekilde sona ermeyeceğini size söyleyebilirim. Beşşar Esed’in kendi isteğiyle geri çekilmesi veya sürgünü tercih etmesiyle bu süreç sona ermeyecek. Şeffaf ve özgür bir Suriye devleti için gerekli reformları yapmasıyla da bitmeyecek. Açıkça konuşmam gerekirse, Suriye’de mevcut zulüm ve şiddet devam edip gidecek.”
Geriye doğru bakarsak, [o dönemde yaptığım] bu can sıkıcı/ümitsiz değerlendirmemin bile [bugün yaşanmakta olan felaketler karşısında] aslında son derece parlak/iç açıcı kaldığı söylenebilir.
(…)

İleriye Bakmak
Suriye’deki durum, makul/dengeli bir görüş serdetmeyi zorlaştıracak kadar büyük bir felaket. Yine de bu türden bir görüş, ileriye dönük şu üç önemli dinamiği kabul etmeli:
Birincisi, Esed iktidarda kalma savaşını kazandı. Bu doğru olmakla birlikte, meydan okumalarla dolu, kırılgan ve parçalanmış bir Suriye’yi yönetiyor; önümüzdeki yıllarda ne şiddet sona erecek ne de onu devirme çabaları. Cenevre Bildirisi’nde, BM Güvenlik Konseyi kararlarında ve birçok bölgesel aktörün açıklamalarında Suriye’nin birliğine ve toprak bütünlüğüne vurgular olsa da fiilî bölünmeyi daha muhtemel kılan ülke çapında kontrol bölgeleri yavaş yavaş tahkim ediliyor. Tabii ki Şam’daki rejim Suriye’nin tamamında kontrolü yeniden sağlamaya çalışacak; ancak bunu yapmak zor ve maliyetli olacak. Esed’in iktidarda kalmasının kaygı verici fazlasıyla yansımaları var. Bunlar arasında farklı, daha şeffaf ve demokratik bir Suriye’ye dair geriye kalan ümitlerin yıkılması da yer alıyor. Esed’in kimyasal silahlar kullanmaya devam etmesi hiçbir çeşit zulümden vazgeçmeyeceğinin bir göstergesi. Ve İran ile Hizbullah’ın muhalifleri, onlara karşı çıkmanın yarım ağızla/gönülsüzce yapılacak bir iş olmadığının artık farkına vardılar. Onlar [yani İran ile Hizbullah] çocuk oyuncağı değiller; Suriye’de kan banyosu devam ederken kendi çıkarlarını korumak uğruna [ne gerekiyorsa] feda etmeye son derece istekliler.
İkincisi, Suriye’de yaşananlar aslında daha geniş çaplı jeostratejik oyunda bir vekâlet savaşı olup savaşın dinamiklerine dair her türlü değerlendirme ve bağlantılı politika tavsiyeleri mutlaka bu hususu dikkate almalı. Bugün Suriye’deki durum, -tıpkı 15 yıl sürüp sayısız cana mâl olan, tarafları kırıp geçiren çirkin bir çatışma olan Lübnan İç Savaşı’na benzer şekilde- rakip gruplarla ortaklık içinde olup farklılaşan çıkarlar peşinde koşan, baş döndürücü bir aktörler dizilimiyle [Lübnan’dakinden de] çok daha karmaşık.
Rusya, İran ve Türkiye’nin rolleri ve onların artan işbirliği öne çıkıyor. Gerek Moskova gerekse Tahran’ın Suriye’de kuvvet kullanımları iğrenç. Geçtiğimiz on yılın önemli bir kısmını ordusunu modernize ederek geçirdikten sonra Rusya, bir yandan Esed rejimini desteklerken öte yandan Suriye topraklarını taktik ve operasyonel deneme alanı olarak kullanıyor. Sarf ettiği çabalarla Ortadoğu’da askeri üslerden çok daha fazlasını elde etti: Savaşı sona erdirmek için kurulan herhangi bir müzakere masasında kendisine daimi bir koltuk kazandırdığı gibi, bölgedeki nüfuzunu da arttırdı. Bundan sadece birkaç sene evvel bölgesel gelişmeler analiz edilirken “Moskova nereye?” konusuna pek de odaklanılmıyordu, bugün ise bunu yapmamak çılgınlık olur. Yine de Esed kendinden emin hale geldikçe Rusya’nın Suriye’deki rolü daha da karmaşıklaşacak. İran, derin ve sürekli iç siyasi ve iktisadi zafiyetlerine rağmen, Suriye’deki misyonuna sarsılmaz bir bağlılık gösteriyor, hem de İsrail’le bir stratejik sınır daha elde etmeye çalışarak. Hizbullah ile, aracılığıyla ve üzerinden İran’ın Ortadoğu’da güç projeksiyonu birdenbire arttı. Hem İran hem de Hizbullah Suriye’deki pozisyonlarını sağlama aldı ve bu durum ABD’nin bu eksenin bölgesel nüfuzuna karşı koyma çabalarını çok daha zorlaştıracak.
Yıllardır Batı’dan uzaklaşan ve ABD’nin görüşlerinin giderek değiştiği Türkiye, Suriye’deki resmi daha da karmaşıklaştırıyor. Bir süreliğine Türkiye ve ABD Suriye’yi ortak bir çerçevede görmüştü: IŞİD karşıtlığı çerçevesinde... IŞİD’e karşı savaş sona doğru yaklaşırken bu çerçeve giderek bulanıklaşıyor ve bu da ABD’nin Suriye Kürtlerine yönelik gelecekteki yardımlarının gerekçesine ilişkin ciddi soruları beraberinde getiriyor. Kuzey Suriye’de Türkiye ile YPG arasındaki çatışma, sadece IŞİD’i nihai olarak yenilgiye uğratma çabalarından alıkoyma tehdidini değil, aynı zamanda NATO için son derece tehlikeli olacak Amerikan kuvvetleriyle bir çatışma riskini de içinde barındırıyor. İki üyenin birden NATO Antlaşması’nın 5. Maddesi çerçevesinde örgütü yardıma çağırmasının şartları bazıları için bir akademik tartışma gibi görünebilir ama bu tartışmanın giderek öne çıkması tedirgin edici. Gerçekten de -bilhassa son silah alımlarının da kanıtladığı üzere- Türkiye’nin Rusya’ya doğru sürüklenmesi, bu NATO müttefikinin ne denli bozuştuğuna ışık tutuyor.
Üçüncüsü, işin “kolay” kısmı bitti. Suriye çatışmasına müdahil olan birbirine hiç benzemez -yerel, bölgesel ve küresel- bir dizi taraf, IŞİD’in başının ezilmesi gerektiği konusunda büyük ölçüde hemfikirdi. Radikal şekilde birbirinden apayrı olan ABD, Rusya, İran, Esed rejimi, Hizbullah ve daha birçoklarını bir araya getiren bir başka milli güvenlik meydan okumasını kayda geçirmek zor. Emin olun, IŞİD’le savaşmak için yerel çıkarlar aktörden aktöre farklılaşıyor. Ve bir bakıma IŞİD’e karşı koymanın bir sonraki aşaması, -gerek askeri olarak örgüt yer altına inerken gerekse siyaseten daha becerikli bir halefin onun bıraktığı boşluğu doldurmamasını sağlamak- çok daha zor olacak. Ancak IŞİD’i askeri olarak mağlup etme vurgusu, bu güçlerin uzlaşma, yeniden inşa ve iyi yönetişim gibi netameli konuları geri plana atmalarını sağlamıştı. IŞİD’in askeri olarak büyük ölçüde bozguna uğratılmasıyla işler böylece devam edemez. IŞİD kontrolündeki son topraklar üzerinde hak iddia etme yarışı, şimdilerde yerini, daha geniş ölçekli savaşta muhtemel bir anlaşmada/çözümde nüfuz yarışına bırakıyor. Ve bu çok tehlikeli.

ABD İçin Tavsiyeler
Washington için temel tartışma şu soruya odaklanmalı: Suriye’de terörizmle mücadele mi yoksa daha geniş jeopolitik meseleler mi önceliğimiz olmalı? Son yıllarda ABD, Suriye’ye büyük çoğunlukla ve kasten/bilerek bir terörizmle mücadele meselesi olarak yaklaştı. Bu dar odak, doğal olarak, ABD’nin çatışmadaki rolünü nasıl ele aldığını ve kiminle işbirliğini tercih ettiğini ortaya koyuyor. Son derece başarılı bir IŞİD’le mücadele çabasını kolaylaştırmakla birlikte bu yaklaşımın başka sonuçları da oldu: ABD Esed’in devam eden yönetimini fiilen hoş gördü ve Rus-İran çabalarına büyük ölçüde göz yumdu. YPG’yle ortaklığına ve Suriye’nin kuzeydoğusunda zemin kazanmasına rağmen ABD, Suriye’de nispeten marjinal bir oyuncu olup durumu temelden şekillendirmek üzere Washington’ın atabileceği veya atmak istediği adımlar da sınırlı.
Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın son dönemdeki açıklaması [Z.T.K. Yazarın kastettiği, Tillerson’ın Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsündeki konuşmasının tercümesi için TIKLAYINIZ], Suriye’yle ilgili net hedefleri içerse de bunları başarmak için gerekli strateji veya ihtiyaç duyulacak kaynaklar konusunda çok az tartışma yapıldı; özellikle de Esed ailesinin rol oynamayacağı siyasi geçiş süreci konusunda... Yine de hayati insani yardıma devam etme ve rejimin kontrolü dışındaki bölgelerde istikrara kavuşturmaya ve yeniden inşaya destek sözleri mantıklı olup bu yardımlar kat kat artırılmalı.
Ancak benim en temel endişem güvenlik görüntüsü. IŞİD toprak kaybetmeye devam ederken Suriye’de savaş sahası daralıyor ve bu da sahadaki oluşumlar arasında çatışma riskini artırıyor. Üst düzey Amerikalı yetkililer Suriye’deki Amerikan askeri misyonunu “varlık/mevcudiyet” olarak tanımladılar ve “istikrar” getirmeye odaklandılar ki bunlar tehlikeli bir şekilde muğlak ifadeler. Acaba ABD tamamen -sadece ve sadece- IŞİD’le savaşı bitirmeye mi odaklandı? Sessiz sedasız İdlib vilayetinde ciddi bir taraftar toplayan el-Kaide’yi ne ölçüde kovalayacak? Ne ölçüde İran’ı püskürtmek için bölgede? Peki ya Esed rejimiyle savaşmak? Şiddet kullanan devlet-dışı aktörleri eğitmeye, donatmaya ve akıl vermeye ne demeli? Peki ya Ruslar? Tıpkı 1982’de [Sabra ve Şatila katliamları sonrası] Beyrut’a benzer şekilde net olmayan bir misyonla geri yollanan Amerikan Deniz Piyadeleri gibi, Suriye’de kalan Amerikan askeri varlığı da ancak kendi başına dert açacak ama pek bir şey başaramayacak kadar.
Netliğin olmaması çarpıcı. Netlik sadece Amerikan halkı için değil, açıkça söylemek gerekirse, aynı zamanda Washington’ın Suriye’deki hasımları, rakipleri ve ortakları için de gerekli. Amerikan ordusu kiminle savaşmak, kimi öldürmek istiyor? Ve kim için Amerikalıların hayatlarını tehlikeye atmaya razı?
Suriye’deki merkezî hükümet, Amerikan askeri varlığını egemenliğinin bir ihlali olarak görerek karşı çıkıyor. Esed rejimi gerçekten de kötücül olmakla birlikte, hedeflerinin ve ABD’nin altını oymak için Suriye’de hangi aktörlerle ortaklık geliştirebileceğinin farkında olmak lazım. Eğer ki Washington yönetiminin niyeti, diplomatları ve kalkınma personelini de dahil edecek şekilde Suriye’deki mevcudiyetini genişletmekse bu bilhassa önemli.
Kırılgan Devletlerde Orduları Kurmak: ABD İçin Meydan Okumalar başlıklı kitabım için yaptığım araştırma, ABD’nin SDG gibi şiddete başvuran devlet-dışı Suriyeli aktörlerle işbirliğine dair bazı dersler sunuyor. Amerikan ordusu onları eğitip donatmak için yarım milyar dolar harcamayı planlıyor. Bugüne kadar terörle mücadele misyonu için eğitilmişlerdi. Artık ortada terörle mücadele yoksa, bu durumda böyle bir yapı kurmak bir iç savaşa hizmet edecektir ki bu da üzerinde ciddi ciddi düşünmeyi gerektiren bambaşka bir misyondur ve siyasi bir hedefle yakından bağlantılandırılmalıdır. Birkaç ay evvel kaleme aldığım Foreign Affairs makalesinde [“Askeri Destek Programları Niçin Hayal Kırıklığına Uğratır?”, Kasım-Aralık 2017] açıkladığım gibi, bu türden grupları eğitip donatmak özünde -teknik değil- siyasi bir iştir. Etkili bir muharip güç kurmak eğitip donatmaktan çok daha fazlasını gerektirir ki bu da bizim ilan ettiğimiz siyasi hedefleri karşılamakta, daha önce olduğu gibi, yine yetersiz kalacaktır. Kilit siyasi konulardan uzak kalan dar bir yaklaşım zaman, çaba/enerji ve kaynak kaybıdır ve temelden kusurludur. Bu tür güçler büyük ölçüde meşruiyete dayanır; dolayısıyla onları dönüştürmek, ABD’nin -daha geniş çaplı misyon, örgütsel yapı ve personel sorularıyla meşgul olarak- onların hassas askeri işlerine/meselelerine derinden müdahil olmasını gerektirir.
En önemlisi, Suriye’de şiddete başvuran devlet-dışı aktörleri desteklemek, Amerikalı siyaset üretenlerin Amerikan askeri yardımının hedefleri ve muhtemel sonuçlarıyla alakalı doğru ve yerinde bir değerlendirme yapmasını gerektirir. Suriye çok daha büyük bir jeopolitik resmin parçası ve bu hali, daha evvel belirttiğim gibi, giderek daha fazla artacak. Basitçe söylemem gerekirse ABD, politikayı yönlendiren ve jeostratejik resmi görmeyen taktik ve operasyonel eylemlerde dikkatli olmalı.
ABD önümüzdeki süreçte şunları yapmalı:
-         Jeopolitik perspektife öncelik vermeli
-         IŞİD’le aktif mücadeleye devam etmeli
-         Esed rejiminin kontrolü dışındaki bölgeleri istikrara kavuşturma ve yeniden inşaya desteği bütüncül ve tutarlı bir siyasi stratejiye bağlı kılmalı
-         Suriye dışındaki mültecilere ciddi insani yardım yapmalı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder