David Ignatius (Washington
Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar
listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post, 8.3.2018
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
Brüksel
Kuzey Kore
Devlet Başkanı Kim Jong Un diplomatik sempati atağını hızlandırırken, birkaç
hafta evvel CIA analisti Robert Carlin’den aldığım e-postanın konu kısmında
“Bip bip” yazıyordu. Carlin kısa e-postasında diyordu ki “Kuzey Koreliler [Z.T.K. Road Runner Show çizgi
filmindeki kuş] Road Runner, ABD’liler de [çakal] Wile E. Coyote.”
Carlin,
dünyadaki birçok dış politika meselesine uyarlanabilecek bir noktaya işaret
ediyor. İş küresel diplomasiye geldiğinde -bizim çevik hasımlarımız toz bulutu
içinde ok gibi fırlarken- Donald Trump’ın başkanlığındaki ABD ise bombaları
kendi elinde patlatan ve duvarlara toslayan, bahtsız çizgi film kötü karakteri [Wile E. Coyote] haline geldi.
Trump’ın dış
politikasını niteleyici kelimelerden biri “beceriksizlik/eli ağırlık”, diğeri
ise “başarısızlık”. Trump’ın stratejisi -tabii buna ne kadar strateji derseniz-
ABD’nin geleneksel iktisadi ve güvenlik ilişkilerini ve taahhütlerini bozmak
oldu. Bunun kendisine yeni kozlar sağladığını düşünüyor olmalı; ama ekseriyetle
sonuç, kendi kendine açılmış bir dizi yara...
Ticaret
Trump’ın beceriksizliğinin en açık örneği. İktisadi rakibimiz Çin yapay
zekâda, kuantum hesaplamada ve robot
biliminde teknolojinin hâkim tepelerini ele geçirmekle meşgulken Trump yaklaşık
50 yıldır düşüşte olan çelik, kömür ve diğer sanayileri korumaya çalışıyor.
Görünen o ki ABD’yi bir öncü olmaktan çıkarıp gecikmeli göstergeye dönüştürmeye
çalışıyor [Z.T.K. Gecikmeli
göstergeler, değişikliklerin etkisi ekonomide hissedildikten sonra değişen
ekonomik göstergeler anlamına gelmektedir].
Kore oyununda
ağır hareket eden ABD kısa süre sonra diplomatik hızlı koşucuyla [Z.T.K. Kuzey Kore liderini
kastediyor] eşleşecek. Tabii ki perşembe gecesi ilan edilen Trump-Kim
doğrudan görüşmesi umut verici ve belki de Başkan’ın palavralarının ve
saldırganlığının sonuç ürettiğinin bir kanıtı. Ancak benim gördüğüm, önümüzde
nükleer silaha sahip bir devlete dönüşen ve eli güçlü halde ABD’yle müzakere
etmek isteyen bir Kuzey Kore olduğu.
Trump,
Kim’in nükleerden arındırma görüşmesini teklif ederken “samimi” olduğu düşüncesinde;
ancak çok az meslektaş bu ümidi paylaşıyor. Muhtemelen bir süre müzakere
masasında Kim’in peşinde koşuyor olacağız; tabii bu “eğil ve siper al”dan daha
iyidir. Ama Carlin’in de dediği gibi “bip bip”.
Trump’ın en
büyük karmaşası Ortadoğu. İran’la nükleer anlaşmadan çekilmek isteğini
açıklıyor. Ama tuhaf bir şekilde ağır yükü, -İran’ın balistik füzeleri, askeri
tesislerinin denetlenmesi ve anlaşmanın “sona ermesi” hakkında daha sert
hükümlerin tasarlanmasını- Avrupalı müttefiklerine bırakıyor. Evet, tabii, bu
adımları desteklemesi için onlar bir de Kongre’de lobi faaliyeti yürütüyorlar.
Daha sert
bir anlaşma tabii ki daha iyidir; ama bunu başarmak için Trump, çok daha kötü
sonuçlar doğuracak, [anlaşmanın bozulup
ortada] herhangi bir anlaşma kalmaması riskini almaya istekli. Bu noktada
Trump, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, “sihirli düşünce”nin diplomatik
versiyonuna kalkışmış durumda: bir şeyi ümit ederek doğru kılacağını zannetmek.
Trump’ın
Suriye politikası o denli muamma ki bazı üst düzey yetkililer bunu açıklamaya
bile çalışmıyor. ABD destekli Suriyeli Kürtler ülkenin üçte birini kontrol
ediyorlar; ama Washington’ın taahhütlerine o denli güvenmiyorlar ki İslam
Devleti’ne karşı savaşın nihai temizlik aşamasında [işi yarım bırakıp] alıp başlarını gidiyorlar. Amerikalı
komutanları izlenecek politika konusunda Washington’dan talimat bekleyedursun
Amerikan Özel Harekât birliklerinin hayatları sahada riske girmiş durumda.
İsrail-Filistin
cephesinde Trump, yıllardır devam eden Amerikan politikasından koparak ve
Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e hızlıca taşınması emrini vererek “nihai
anlaşma” ümitlerini muhtemelen suya düşürdü. Bu durum Filistinlileri barış
sürecine dahil olmaktan vazgeçirdi; belki bundan daha da önemlisi, Kudüs
konusunun masadan indirilmesiyle, Trump’ın Suudi Arabistan ve BAE’deki yeni
dostlarının sözkonusu müzakereleri açık açık desteklemelerini imkânsızlaştırmış
oldu.
Trump, haklı
bir şekilde, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’la yakın ilişkisine önem
veriyor. Ama Beyaz Saray, başarılı olabilmesi için reform savaşını dikkatlice
yürütmesi gerektiği konusunda veliahta akıl vermek yerine, bin Selman’ın tam
Trump tarzı her cephede savaş vermesine müsaade ediyor. Bu akılsızca.
Bu arada
Trump’ın Körfez monarşileriyle bağları derinleşirken ABD’nin geleneksel
müttefiki Avrupa’yla ilişkileri ise yıpranıyor. Brüksel’de Alman Marshall Fonu
himayesinde gerçekleşen (benim de düzenleme kurulunda yer aldığım) bir
konferansta Bruce Stokes, Transatlantik liderlerinin ABD’nin Avrupa’yla ilişkilerinin
bir yıl öncesine kıyasla daha da kötüleştiğine inandığını ve %60’ının iktisadi
konularda, %84’ünün diplomaside, %66’sının da güvenlikte bir uyuşmazlık
gördüğünü ortaya çıkaran Pew Araştırma Merkezi’ne ait bir araştırmanın
sonuçlarını sundu.
ABD’nin iki
baş rakibi Rusya ve Çin’e gelince Trump ne gibi bir strateji benimsedi?
Moskova’ya karşı genellikle kılını kıpırdatmıyor; Pekin’de “ebedi devlet
başkanı” Şi Cinping’in en büyük amigosu oldu. Bütün bu zayıf politikalara her
zamanki sert söylemi eşlik ediyor.
Tıpkı [çizgi film kahramanı] Wile E. Coyote
gibi, Trump da dinamitin neden sürekli elinde patladığını hala daha anlamış
gibi görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder