Andreas Krieg (Londra King’s
College’ın Savunma Araştırmaları Bölümünde yardımcı doçent ve Ortadoğu’da
hükümetler ve ticari kuruluşlarla çalışan stratejik risk danışmanı; “Arap
Dünyasında Sosyopolitik Düzen ve Güvenlik /Socio-Political Order and Security
in the Arab World” kitabının yazarı)
Middle East Eye, 9.3.2018
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
2016
Amerikan başkanlık seçimlerine Rusya’nın iddia edilen müdahalesine dair
saplantılı haberlerin ortasında Ortadoğulu bir oyuncunun genelde
Washington’daki yeni-muhafazakâr çevreler, özelde ise Trump Beyaz Sarayı
üzerinde nüfuz kurma çabası bir şekilde kamuoyunun dikkatlerinden kaçtı.
İsrail
yanlısı bir lobi olan AIPAC’in 2018 konferansı hakkında şu an yoğun tartışmalar
yaşansa da BAE’nin geçtiğimiz on yılda ABD’de nüfuz kurmaya dönük faaliyetleri
çoğunlukla fark edilmedi bile.
Amerikalı
Özel Yetkili Savcı Robert Mueller’ın yürüttüğü soruşturma
genişledikçe görüldüğü üzere, BAE’nin Washington’da Ortadoğu politikasını
-AIPAC’le eşit derecede- etkileyen en güçlü aktöre dönüşmüş olması
muhtemel.
İsrail yanlısı lobiyi taklit etmeye çalışmak
Abu Dabi,
çok daha kurnaz/üstü kapalı bir şekilde ABD’de politika üretenler, düşünce
kuruluşları, uzmanlar ve sosyal medya trollerinden oluşan güçlü bir ağı kurdu.
Bu ağ birçok bakımdan İsrail yanlısı lobinin mesajlaşma yöntemine benziyor.
Emirliklerin
Washington’da [adam satın alarak] nüfuz
kazanma stratejisi, 2008 yılında üst düzey Amerikalı karar alıcıların büyük
limanların BAE merkezli bir şirket tarafından devralınmasına itiraz ettikleri
Dubai Ports World fiyaskosunun ardından ortaya çıktı. Buna karşılık Emirlikler,
büyük ölçüde olumsuz bir imaj içeren “bir Ortadoğu ülkesi daha” olma algısından
kurutulmaya can atıyordu.
BAE Veliaht
Prensi Muhammed bin Zayid’in doğrudan himayesi altında, -şu an adı kötüye
çıkmış haldeki- dönemin yeni Washington Büyükelçisi Yusuf el-Uteybe, ülkesi BAE
hakkında “Amerikan güvenlik kaygılarını paylaşan müsamahakâr bir Ortadoğulu
ortak” şeklinde yeni bir hikâye yaratmakla görevlendirildi.
Bu hikâyenin
kısa süre evvel AIPAC konuşmacıları tarafından tekrar edilmesi bir sürpriz
olmamalı. Uteybe, İsrail lobisiyle aynı düşünce kuruluşu uzmanı ve politika
üreten yeni-muhafazakâr camiaya sürekli yatırım yaptı.
BAE
büyükelçisinin Washington’da Amerikan yönetim çevrelerinde, medyada ve düşünce
kuruluşlarında kurduğu yoğun şahsi ahbaplıklar ağı, BAE’nin hikâyesinin ABD’nin
muhafazakâr yankı odalarında (echo
chamber) stratejik olarak aşılanıp yerleşmesine imkân verdi. [Z.T.K. Yankı Odası Etkisi, aynı
düşünce etrafında birleşen insanlara sunulan bilginin o düşüncenin etrafında
bulunan sınırlı alanda kalması, aynı görüşteki düşüncenin pekiştirilerek hiç
sorgulanmadan benimsenmesi ve gerçeğin kendisinin inanılmaz bir haline
dönüşmesidir. Böyle bir etkinin varlığında karşıt düşünceler baskılanır,
susturulur ya da kendilerine bir forum bulamazlar.]
BAE’nin
hikâyesi, Amerikan muhafazakârlarının siyasal İslam ve İran korkularıyla
örtüştü; bu korkular onlarca yıldır AIPAC tarafından zaten kışkırtılıyordu.
BAE, İslamcılar ve İran yayılmacılığı korkularını körüklemek suretiyle bu iki
meseleye karşı dayanıklı bir kale işlevi gören “liberal otoriterliğin” bir rol
modeli olarak kendisini sunacaktı.
Giderek saldırganlaşan bir strateji
Uteybe,
Washington’daki muhafazakâr elitlerle şahsi ilişkiler kurmanın yanısıra,
başkentteki son derece kutuplaşmış düşünce kuruluşları camiası içindeki
uzmanların söylemlerine hâkim olmanın BAE’nin hikâyesine inandırıcılık ve
meşruiyet katacağının farkına vardı.
BAE, sadece
Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi, Atlantik Konseyi veya Ortadoğu
Enstitüsü gibi mevcut muhafazakâr düşünce kuruluşlarında nüfuz satın almak için
değil, aynı zamanda kendine bağlı Arap Körfez Devletleri Enstitüsünü kurmak
için de on milyonlarca dolarlık yatırım yapıldı. Düşünce kuruluşları camiasının
başkentteki politika üretenlere yakınlığı, BAE’nin Amerikan gücünün kalbine
erişim döngüsünü tamamladı.
Başlangıçta
Uteybe’nin misyonu büyük ölçüde savunmacı bir karakterdeyken Arap Baharı’yla
birlikte BAE’nin Washington’daki enformasyon stratejisi daha ofansif bir hale
kaydı.
2011’de
rejim değişiklikleri bölgeyi kasıp kavururken BAE’nin “otoriter istikrar”
söylemi kuşatma altına alındı, en başta da halkların sosyal adalet ve siyasi
çoğulculuk çağrılarını destekleyen komşusu Katar tarafından.
BAE, sadece
Obama yönetiminin Ortadoğu politikası aleyhine söylemleri harekete geçirmek
değil, aynı zamanda ve çok daha önemlisi, Katar’ın itibarını lekelemek için de
kendi nüfuz altyapısını stratejik olarak kullandı.
BAE’nin
Katar aleyhine mesajları 2014 Körfez Krizi akabinde giderek saldırganlaştı.
BAE’nin algoritmayla yetkilendirilen troller ve botlar [Z.T.K. internet üzerinde faaliyet göstermek üzere tasarlanmış,
otomatik olarak içerik üreten ve gerçek kullanıcıları taklit eden yazılımlar]
ordusu, BAE’ye yakın düşünce kuruluşları ve uzmanlar tarafından yapılan
Katar’ın terörizmi desteklediğine dair ikna edici olmayan ve doğruluğu
ispatlanmamış ithamları yayacaklardı. Katar’ın terörizmi desteklediği söylemi,
her türlü siyasal İslam’ı İslam Devleti tarzı Selefi-cihadilikle birleştiren,
muhafazakâr Amerikan düşünce kuruluşları tarafından yayılan basit taşıyıcı
kayış teorisini (conveyer-belt)
hatırlatmakta.
Katar’ın
Gazze Şeridi’nde HAMAS’a insani yardımları, tıpkı Arap Baharı’nda siyasi
muhaliflere arka çıkmasında olduğu gibi, terörizme destek çerçevesine sokuldu
ki bu söylem, İsrail yanlısı çevrelerin korku kaynaklı kaygılarıyla iyice
örtüşüyordu.
Manipülasyona açık
Hızla
BAE’nin Beyaz Saray’a erişimini genişletme eşsiz fırsatının kokusunu aldığı
2016’ya gelelim. Yeni-muhafazakâr ideolojiye batmış ve teröristlerin saldığı
korkuyu kullanan Trump’ın son derece tecrübesiz seçim kampanyası, BAE’nin
-kendisiyle derin iş bağlantıları bulunan- [Z.T.K.
Blackwater şirketi başkanı] Erik Prince ve [Z.T.K. Cumhuriyetçi Parti’ye en çok bağış toplayan işadamı]
Elliott Broidy gibi vekiller üzerinden ilerleyişine son derece açıktı.
Özellikle
Trump’ın damadı Jared Kushner, AIPAC’e yakın bir isimdi ve dahası, mali açıdan
başı darda olup Katar’ın kendisini kurtarma paketini kabul etmemesinin ardından
manipülasyonlara açık hale geldi.
Hedef
gösteren mesajlaşmalar, maaşla tutulan uzmanlar ve geliştirilen şahsi bağlar ve
iş ilişkileri üzerinden Abu Dabi, sadece Ortadoğu meselelerinde Washington’ın söylemine
hâkim olmakla kalmadı, daha da önemlisi, Kushner yeni başkanın bölgeyle ilgili
başdanışmanı olduğunda Trump yönetiminin Katar’a abluka yaklaşımını da
başlangıçta bizzat şekillendirdi.
Emirliğin
diktatörü Muhammed bin Zayid’le ve BAE lobisiyle şahsi ilişkileri ve ayrıca
AIPAC’e yakınlığı, Kushner’in BAE’nin Katar’a ablukanın sürmesi planına olumlu
bakmasını sağladı. Kushner, Amerikan dışişleri ve savunma bakanlarının bu plana
karşı itirazlarını bastırabilmiş gibi görünüyor. Trump’ın [16 Ekim 2017’deki] Rose Garden konuşmasında da aslında BAE’nin
söylemleri ve kaleminden çıkanlar yankılanıyordu [Z.T.K. konuşmanın videosu için TIKLAYNIZ].
Özel yetkili
savcı Mueller’ın Trump’ın seçim kampanyasında BAE’yle muhtemel gizli ilişkilerine
dair soruşturmasına rağmen, İsrailli lobicileri Arap Körfez devletinin [Z.T.K. BAE’yi kastediyor] vekilleriyle
birleştiren bu sıkı sıkıya bağlantılı yeni-muhafazakârlar ağ, Cumhuriyetçilerin
de Beyaz Saray’ın da gözardı edemeyeceği güçlü bir yankı odası yarattı.
BAE, -sadece
ABD’deki politika üretenlerin algılarını değil, aynı zamanda Ortadoğu’ya
yönelik Amerikan politikasının istikametini de bütünüyle değiştirmek için-
AIPAC’ten farklı olarak, beşinci nesil bilgi savaşı araçlarını kullanan kendi
gayriresmi lobi aygıtını da kurmuş durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder