15 Mart 2018 Perşembe

A.KRIEG: BAE, WASHINGTON’I ELE GEÇİRMEK İÇİN AIPAC’LE BİRLEŞMİŞ





Andreas Krieg (Londra King’s College’ın Savunma Araştırmaları Bölümünde yardımcı doçent ve Ortadoğu’da hükümetler ve ticari kuruluşlarla çalışan stratejik risk danışmanı; “Arap Dünyasında Sosyopolitik Düzen ve Güvenlik /Socio-Political Order and Security in the Arab World” kitabının yazarı)
Middle East Eye, 9.3.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.

2016 Amerikan başkanlık seçimlerine Rusya’nın iddia edilen müdahalesine dair saplantılı haberlerin ortasında Ortadoğulu bir oyuncunun genelde Washington’daki yeni-muhafazakâr çevreler, özelde ise Trump Beyaz Sarayı üzerinde nüfuz kurma çabası bir şekilde kamuoyunun dikkatlerinden kaçtı.
İsrail yanlısı bir lobi olan AIPAC’in 2018 konferansı hakkında şu an yoğun tartışmalar yaşansa da BAE’nin geçtiğimiz on yılda ABD’de nüfuz kurmaya dönük faaliyetleri çoğunlukla fark edilmedi bile.
Amerikalı Özel Yetkili Savcı Robert Mueller’ın yürüttüğü soruşturma genişledikçe görüldüğü üzere, BAE’nin Washington’da Ortadoğu politikasını -AIPAC’le eşit derecede- etkileyen en güçlü aktöre dönüşmüş olması muhtemel. 

İsrail yanlısı lobiyi taklit etmeye çalışmak
Abu Dabi, çok daha kurnaz/üstü kapalı bir şekilde ABD’de politika üretenler, düşünce kuruluşları, uzmanlar ve sosyal medya trollerinden oluşan güçlü bir ağı kurdu. Bu ağ birçok bakımdan İsrail yanlısı lobinin mesajlaşma yöntemine benziyor.
Emirliklerin Washington’da [adam satın alarak] nüfuz kazanma stratejisi, 2008 yılında üst düzey Amerikalı karar alıcıların büyük limanların BAE merkezli bir şirket tarafından devralınmasına itiraz ettikleri Dubai Ports World fiyaskosunun ardından ortaya çıktı. Buna karşılık Emirlikler, büyük ölçüde olumsuz bir imaj içeren “bir Ortadoğu ülkesi daha” olma algısından kurutulmaya can atıyordu.
BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in doğrudan himayesi altında, -şu an adı kötüye çıkmış haldeki- dönemin yeni Washington Büyükelçisi Yusuf el-Uteybe, ülkesi BAE hakkında “Amerikan güvenlik kaygılarını paylaşan müsamahakâr bir Ortadoğulu ortak” şeklinde yeni bir hikâye yaratmakla görevlendirildi.
Bu hikâyenin kısa süre evvel AIPAC konuşmacıları tarafından tekrar edilmesi bir sürpriz olmamalı. Uteybe, İsrail lobisiyle aynı düşünce kuruluşu uzmanı ve politika üreten yeni-muhafazakâr camiaya sürekli yatırım yaptı.
BAE büyükelçisinin Washington’da Amerikan yönetim çevrelerinde, medyada ve düşünce kuruluşlarında kurduğu yoğun şahsi ahbaplıklar ağı, BAE’nin hikâyesinin ABD’nin muhafazakâr yankı odalarında (echo chamber) stratejik olarak aşılanıp yerleşmesine imkân verdi. [Z.T.K. Yankı Odası Etkisi, aynı düşünce etrafında birleşen insanlara sunulan bilginin o düşüncenin etrafında bulunan sınırlı alanda kalması, aynı görüşteki düşüncenin pekiştirilerek hiç sorgulanmadan benimsenmesi ve gerçeğin kendisinin inanılmaz bir haline dönüşmesidir. Böyle bir etkinin varlığında karşıt düşünceler baskılanır, susturulur ya da kendilerine bir forum bulamazlar.]
BAE’nin hikâyesi, Amerikan muhafazakârlarının siyasal İslam ve İran korkularıyla örtüştü; bu korkular onlarca yıldır AIPAC tarafından zaten kışkırtılıyordu. BAE, İslamcılar ve İran yayılmacılığı korkularını körüklemek suretiyle bu iki meseleye karşı dayanıklı bir kale işlevi gören “liberal otoriterliğin” bir rol modeli olarak kendisini sunacaktı.

Giderek saldırganlaşan bir strateji
Uteybe, Washington’daki muhafazakâr elitlerle şahsi ilişkiler kurmanın yanısıra, başkentteki son derece kutuplaşmış düşünce kuruluşları camiası içindeki uzmanların söylemlerine hâkim olmanın BAE’nin hikâyesine inandırıcılık ve meşruiyet katacağının farkına vardı.
BAE, sadece Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi, Atlantik Konseyi veya Ortadoğu Enstitüsü gibi mevcut muhafazakâr düşünce kuruluşlarında nüfuz satın almak için değil, aynı zamanda kendine bağlı Arap Körfez Devletleri Enstitüsünü kurmak için de on milyonlarca dolarlık yatırım yapıldı. Düşünce kuruluşları camiasının başkentteki politika üretenlere yakınlığı, BAE’nin Amerikan gücünün kalbine erişim döngüsünü tamamladı.
Başlangıçta Uteybe’nin misyonu büyük ölçüde savunmacı bir karakterdeyken Arap Baharı’yla birlikte BAE’nin Washington’daki enformasyon stratejisi daha ofansif bir hale kaydı.
2011’de rejim değişiklikleri bölgeyi kasıp kavururken BAE’nin “otoriter istikrar” söylemi kuşatma altına alındı, en başta da halkların sosyal adalet ve siyasi çoğulculuk çağrılarını destekleyen komşusu Katar tarafından.
BAE, sadece Obama yönetiminin Ortadoğu politikası aleyhine söylemleri harekete geçirmek değil, aynı zamanda ve çok daha önemlisi, Katar’ın itibarını lekelemek için de kendi nüfuz altyapısını stratejik olarak kullandı.
BAE’nin Katar aleyhine mesajları 2014 Körfez Krizi akabinde giderek saldırganlaştı. BAE’nin algoritmayla yetkilendirilen troller ve botlar [Z.T.K. internet üzerinde faaliyet göstermek üzere tasarlanmış, otomatik olarak içerik üreten ve gerçek kullanıcıları taklit eden yazılımlar] ordusu, BAE’ye yakın düşünce kuruluşları ve uzmanlar tarafından yapılan Katar’ın terörizmi desteklediğine dair ikna edici olmayan ve doğruluğu ispatlanmamış ithamları yayacaklardı. Katar’ın terörizmi desteklediği söylemi, her türlü siyasal İslam’ı İslam Devleti tarzı Selefi-cihadilikle birleştiren, muhafazakâr Amerikan düşünce kuruluşları tarafından yayılan basit taşıyıcı kayış teorisini (conveyer-belt) hatırlatmakta.
Katar’ın Gazze Şeridi’nde HAMAS’a insani yardımları, tıpkı Arap Baharı’nda siyasi muhaliflere arka çıkmasında olduğu gibi, terörizme destek çerçevesine sokuldu ki bu söylem, İsrail yanlısı çevrelerin korku kaynaklı kaygılarıyla iyice örtüşüyordu.

Manipülasyona açık
Hızla BAE’nin Beyaz Saray’a erişimini genişletme eşsiz fırsatının kokusunu aldığı 2016’ya gelelim. Yeni-muhafazakâr ideolojiye batmış ve teröristlerin saldığı korkuyu kullanan Trump’ın son derece tecrübesiz seçim kampanyası, BAE’nin -kendisiyle derin iş bağlantıları bulunan- [Z.T.K. Blackwater şirketi başkanı] Erik Prince ve [Z.T.K. Cumhuriyetçi Parti’ye en çok bağış toplayan işadamı] Elliott Broidy gibi vekiller üzerinden ilerleyişine son derece açıktı.
Özellikle Trump’ın damadı Jared Kushner, AIPAC’e yakın bir isimdi ve dahası, mali açıdan başı darda olup Katar’ın kendisini kurtarma paketini kabul etmemesinin ardından manipülasyonlara açık hale geldi.
Hedef gösteren mesajlaşmalar, maaşla tutulan uzmanlar ve geliştirilen şahsi bağlar ve iş ilişkileri üzerinden Abu Dabi, sadece Ortadoğu meselelerinde Washington’ın söylemine hâkim olmakla kalmadı, daha da önemlisi, Kushner yeni başkanın bölgeyle ilgili başdanışmanı olduğunda Trump yönetiminin Katar’a abluka yaklaşımını da başlangıçta bizzat şekillendirdi.
Emirliğin diktatörü Muhammed bin Zayid’le ve BAE lobisiyle şahsi ilişkileri ve ayrıca AIPAC’e yakınlığı, Kushner’in BAE’nin Katar’a ablukanın sürmesi planına olumlu bakmasını sağladı. Kushner, Amerikan dışişleri ve savunma bakanlarının bu plana karşı itirazlarını bastırabilmiş gibi görünüyor. Trump’ın [16 Ekim 2017’deki] Rose Garden konuşmasında da aslında BAE’nin söylemleri ve kaleminden çıkanlar yankılanıyordu [Z.T.K. konuşmanın videosu için TIKLAYNIZ]. 
Özel yetkili savcı Mueller’ın Trump’ın seçim kampanyasında BAE’yle muhtemel gizli ilişkilerine dair soruşturmasına rağmen, İsrailli lobicileri Arap Körfez devletinin [Z.T.K. BAE’yi kastediyor] vekilleriyle birleştiren bu sıkı sıkıya bağlantılı yeni-muhafazakârlar ağ, Cumhuriyetçilerin de Beyaz Saray’ın da gözardı edemeyeceği güçlü bir yankı odası yarattı.
BAE, -sadece ABD’deki politika üretenlerin algılarını değil, aynı zamanda Ortadoğu’ya yönelik Amerikan politikasının istikametini de bütünüyle değiştirmek için- AIPAC’ten farklı olarak, beşinci nesil bilgi savaşı araçlarını kullanan kendi gayriresmi lobi aygıtını da kurmuş durumda.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder