Dominic Green (“The Double Life of Dr Lopez” ve “Three
Empires on the Nile” kitaplarının yazarı)
CapX, 14.3.2018
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak
göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız,
alıntılamayınız, yayınlamayınız.
(…)
Tillerson,
Trump’ın soytarı arabası yönetiminin iki önemli diplomatik hamledeki
zigzaglarını geride bırakıp gidiyor. Birincisi, İsrail ile Filistinliler
arasında hala daha ilan edilmemiş “yüzyılın anlaşması”. Diğeri, Kuzey Kore’yle
devlet başkanları düzeyindeki sürpriz açılım. Trump, Netanyahu hükümetiyle
ilişkilerinde Amerikan dışişleri bakanlığını devre dışı bırakmıştı (…).
(…)
Tillerson’ın
yerine Mike Pompeo’nun geçmesi daha iyi olur mu? Pompeo, Amerikan Kongresi’nde
Çay Partisi üyesi olarak temsil ediliyordu; dolayısıyla Trump’ın geleneksel
Cumhuriyetçi Parti’ye olan husumetini paylaşabilir. Yine Pompeo, tıpkı Trump
gibi, İran’la nükleer anlaşmayı kıyasıya eleştiriyor. (…) Görünen o ki Trump’ın
istediği politika değil, sadakat.
Beyaz
Saray’ı izleyenler, Tillerson’ın Trump’ın dış politikadaki taşkınlığını ve
cehaletini kontrol altında tutmak için iki realistle, yani Savunma Bakanı
Mattis ve Milli Güvenlik Müsteşarı McMaster’la birlikte çalıştığına
inanıyorlar. Tillerson’ın gidişi, bu üçlünün zapt edici etkisinin sonu ve
politika tartışmalarında Trump’ın elinin güçlenmesi anlamına gelecektir.
Peki bu,
Amerikan dış politikası açısından ne anlama geliyor? Tillerson’ın görevi
bırakması, Trump’ın ekonomi başdanışmanı “Küreselci” Gary Cohn’un ayrılışının
ardından geldi. Tıpkı Cohn gibi, Tillerson da Trump’ın seçim öncesindeki
radikal değişim vaadinden ziyade sürekliliği temsil ediyordu. (…) yine de bu,
“küreselciler”in “milliyetçiler”ce bozguna uğratıldığı anlamına henüz gelmez.
(…)
(…)
Ancak eğer ki Pompeo, Trump’la uyum sağlamayı başarabilirse dışişleri bakanı
olarak küresel alanda daha güçlü bir varlık kazanacak ve Amerikan dış
politikası çok daha dinamik bir hale gelecek.
Bu aynı
zamanda Amerikan dış politikası potansiyelinin çok daha tehlikeli bir hale
dönüşeceği anlamına da gelir. (…)
ABD
statükocu bir güç; zira küresel güç dengeleri hala daha onun lehine. Trump ise
statükocu bir başkan değil ve, tıpkı Pompeo gibi, o da ABD’nin her an
hakimiyetini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna inanıyor.
Trump-Pompeo uyumunun tehlikesi şu: Danışmanları tarafından dizginlenmek yerine
desteklenen bir Trump, dış politikada geçen hafta ticaret konusunda gördüğümüz
türden tutarsızlıklara düşebilir.
Trump’ın
gümrük tarifeleri ilanı, sulandırılabilir olduğu halde, ticaret ortakları ve
müttefikleri arasında paniğe yol açtı. Bu türden panikletici keskin virajların
dış politikanın -mesela Türkiye’nin Suriye’deki ihlalleri veya İran nükleer
anlaşması gibi- hassas alanlarına uyarlandığını düşünün; neticesi finansal
sonuçlardan çok daha fazlası olacaktır.
Dış
politikada Trump yönetiminin ilk 15 ayı bir girizgâhtı. Şimdi ise ana hadiseye
giriyoruz. Eğer ki Donald Trump’ın gerçekten de bir dış politikası varsa (…)
işte şimdi bunu görmek üzereyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder