Richard N. Haass (Dış İlişkiler Konseyi başkanı; daha evvel
Amerikan dışişleri bakanlığı politika planlama direktörü (2001-2003), Amerikan Başkanı
George W. Bush’un Kuzey İrlanda özel elçisi ve Afganistan’ın Geleceği koordinatörü
idi. “A World in Disarray: American Foreign Policy and the Crisis of the Old
Order” kitabının yazarı)
Project Syndicate, 21.3.2018
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
1000 yıla
yakın hüküm sürdükten sonra son demlerini yaşayan Kutsal Roma İmparatorluğu -Fransız
filozof ve yazar Voltaire’in alaycı deyimiyle- ne kutsaldı ne Romalıydı ne de bir
imparatorluktu. Yaklaşık 2,5 asır sonra
bugünkü problem de, son demlerindeki liberal dünya düzeninin -Voltaire’in
ifadelerinden ilhamla- ne liberal ne dünya çapında ne de düzen içinde olması.
ABD, İkinci
Dünya Savaşı akabinde Birleşik Krallık ve diğerleriyle yakın işbirliği içinde liberal
dünya düzenini kurdu. Hedef, otuz yıl içinde iki dünya savaşına yol açan
şartların bir daha asla ortaya çıkmamasını temin etmekti.
Bu amaçla
demokratik ülkeler, -hukuk devletine ve devletlerin egemenliği ve toprak
bütünlüğüne saygıya dayalı olma bağlamında- liberal bir uluslararası sistem
kurmaya koyuldular. İnsan hakları korunacaktı. Bütün bunlar gezegenin her yerinde
uygulanacaktı; aynı zamanda buna katılım herkese açık ve gönüllülük esasına
dayalı olacaktı. Barışı temin (Birleşmiş Milletler), iktisadi kalkınma (Dünya
Bankası) ve ticaret ve yatırım (Uluslararası Para Fonu ve yıllar sonra Dünya
Ticaret Örgütüne dönüşecek yapının nüvesi) için kurumlar tesis edilecekti.
Bütün bunlar
ve daha fazlası, -saldırganlığı caydırmak üzere- ABD’nin iktisadi ve askeri
gücüyle, Avrupa’ya ve Asya’ya uzanan ittifaklar ağıyla ve nükleer silahlarla
desteklendi. Yani liberal dünya düzeni sadece demokrasiyi kucaklayan ideallere
değil, kaba kuvvete de dayanıyordu. Bunların hiçbiri, bütünüyle liberalizm
aleyhtarı olan SSCB, Avrupa’da ve dünya çapında düzeni tesis için bambaşka
düşünce ve eğilimlere sahip diye yitirilmedi.
Liberal
dünya düzeni, Soğuk Savaş’ın sona erip SSCB’nin çökmesiyle birlikte çok daha
güçlü ve sağlammış izlenimi verdi. Ancak yaklaşık çeyrek asır sonra bugün bu
düzenin geleceği belirsiz. Gerçekten de bunun üç bileşeni -yani liberalizm,
evrensellik ve düzenin kendisini muhafaza etmek- yetmiş yıllık tarihlerinde
daha evvel hiç olmadığı şekilde meydan okumalarla yüz yüze.
Liberalizm
geriliyor. Demokrasiler artan popülizmin etkilerini enselerinde hissediyor. Siyasi
uçlarda yer alan partiler Avrupa’da zemin kazanıyor. İngiltere’de AB’den
ayrılma yanlılarının kazandığı referandum, elit nüfuzunun yitirildiğinin bir
kanıtı. ABD bile kendi başkanının Amerikan medyasına, mahkemelerine ve
kanunları uygulayan kurumlarına yönelik daha evvel görülmemiş saldırılarıyla
yüzleşiyor. Çin, Rusya ve Türkiye de dâhil otoriter sistemler çok daha gözde
hale geldi. Macaristan ve Polonya gibi ülkeler kendi genç demokrasilerinin
kaderini umursamıyorlar.
Dünyadan
bir bütünmüş gibi bahsetmek artık giderek zorlaşıyor. Her biri nevi şahsına
münhasır bölgesel düzenlerin -veya en açık şekliyle Ortadoğu’da görüldüğü üzere
düzensizliklerin- ortaya çıkışına şahit oluyoruz. Küresel çerçeveler oluşturma
çabaları başarısızlığa uğruyor. Korumacılık yükselişte; küresel ticaret
müzakerelerinin son turu sonuç vermedi. Siber alanın kullanımını düzenleyen çok
az kural var.
Aynı zamanda
büyük güçlerin rekabeti geri dönüyor. Rusya, Avrupa’nın sınırlarını değiştirmek
için silahlı gücünü kullanarak uluslararası ilişkilerin en temel normunu ihlal
etti; keza 2016 başkanlık seçimlerini etkileme çabasıyla Amerikan egemenliğini
de çiğnedi. Kuzey Kore nükleer silahların yayılmasını engellemeye dönük güçlü
uluslararası uzlaşmayı deldi geçti. Suriye’de ve Yemen’de insani kâbuslar
yaşanırken dünya seyirci kalmakta; Suriye yönetiminin kimyasal silah
kullanmasına cevaben BM’de veya diğer platformlarda çok az şey yapılmakta. Venezüella
batmakta olan bir devlet. Bugün dünyada her yüz kişiden biri ya mülteci ya da
ülke içinde yerinde edilmiş durumda.
Bütün bunların
neden meydana geldiği ve niçin şu anda yaşandığının birçok açıklaması var. Popülizmin
yükselişi, -büyük ölçüde yeni teknolojilerden kaynaklanan, ama ithalata ve
göçmenlere hamledilen- gelirlerin yerinde sayması ve iş kayıplarına kısmen bir tepki
niteliğinde. Milliyetçilik, -özellikle iktisadi sıkıntıların ve siyasi şartların
ortasında- liderlerin kendi otoritelerini takviye etmek için gittikçe daha
fazla başvurdukları bir araç. Küresel kurumlar da yeni güç dengelerine ve
teknolojilere ayak uydurmakta başarısız olmuş durumda.
Ancak liberal
dünya düzeninin zayıflaması, diğer her şeyden çok daha fazla, ABD’nin tutum
değişikliği yüzünden. Donald Trump’ın başkanlığı altında ABD, Trans-Pasifik
Ortaklığına katılmaktan vazgeçti ve Paris İklim Anlaşması’ndan geri çekildi. Kuzey
Amerika Serbest Ticaret Anlaşması ve İran’la nükleer anlaşmadan da geri çekilmekle
tehdit ediyor. Başkalarının da kullanabileceği bir gerekçeye (milli güvenlik)
dayanarak, çeliğe ve alüminyuma tek taraflı olarak gümrük vergileri getirdi ki bu
durum süreç içinde dünyayı ticaret savaşları tehlikesiyle karşı karşıya
getirecek. NATO ve diğer ittifak ilişkilerine yönelik taahhütlerine dair soru
işaretleri belirmiş durumda. Ve [Başkan
Trump] nadiren demokrasi veya insan haklarından bahsediyor. “Amerika
Öncelik” [söylemi] ve liberal dünya
düzeni birbiriyle bağdaşmaz görünüyor.
Amacım sadece
ABD’yi seçip eleştiri topunun ağzına yerleştirmek değil. Bugün diğer büyük
güçler (AB, Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya) de ne yaptıkları, ne yapmadıkları
veya her ikisi için de eleştirilebilir. Ama ABD öyle herhangi bir ülke değil. Liberal
dünya düzeninin baş mimarı ve temel destekçisiydi. Aynı zamanda bundan en çok
nemalanan da oydu.
Dolayısıyla
ABD’nin yetmiş yılı aşkın süredir oynadığı rolü bırakma kararı bir dönüm
noktası. Liberal dünya düzeni kendi başına ayakta kalamaz; zira diğerleri ya bunu
hayatta tutmak için gerekli araçlardan yoksunlar ya da düzenin devamını kendi
çıkarlarına görmüyorlar. Sonuç, gerek ABD gerekse diğer herkes için daha az
özgür, daha az müreffeh ve daha az barışçıl bir dünya olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder