TÜRKİYE ORTADOĞU’DA KENDİ BAŞINA BUYRUK MU?
Jacob L. Shapiro (Geopolitical
Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 13.3.2018
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin
bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
Türkiye ve
ABD ihtilaflara yabancı değiller. Son yıllarda Ankara, ABD’yi bir darbe
kalkışmasını zımnen ve Türkiye’nin çıkarlarına düşman bir örgüt olan YPG’yi de alenen
desteklemekle suçluyor. Buna karşılık ABD de gerçek bir terör tehdidi olan
İslam Devleti’yle savaşta Türkiye’nin yeterince elini taşın altına koymamasından
şikâyetçi ve ayrıca cumhurbaşkanının gücünü artıran ve ifade hürriyetini
kısıtlayan politikalarından dolayı Ankara’yı eleştiriyor. İşler geçtiğimiz
yılın sonunda o denli kötüleşti ki bir Amerikan konsolosluğu çalışanının
casusluk şüphesiyle tutuklanmasının ardından iki taraf kısa bir süreliğine de
olsa vize hizmetlerini askıya aldı.
Bütün bunlar
arasında bir başlık var ki diğer hepsinden çok daha önemli: İncirlik hava
üssündeki Amerikan kuvvetlerinin statüsü. Bu statü, Amerikan-Türk ilişkilerinin
geleceğiyle birlikte, şu an için temel tartışma konusu.
The Wall Street Journal gazetesinin
11 Mart tarihli haberine göre, Amerikan ordusu İncirlik üssündeki muharebe
harekâtlarını sınırlandırmakla kalmadı, ismi açıklanmayan Amerikalı yetkililere
göre, önümüzdeki dönemde “kalıcı indirimlere gidilmesi” de düşünülüyor. ABD’nin
Avrupa Komutanlığından bir sözcü, [bu
haberin aksine] Amerikan operasyonlarının kesintisiz devam ettiğinde
ısrarcıydı ve Türk kaynaklar da resmî Anadolu Ajansına yaptıkları açıklamayla bu
tekzibi doğruladılar. Ancak bu tekziplerin her ikisi de gelecekteki
kesintilerden hiç bahsetmiyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Paralel planlar
ABD’nin
İncirlik’teki muharebe harekâtlarının ölçeğini azalttığı hiçbir tereddüde mahal
bırakmayacak şekilde ortada. Mesela Amerikan ordusu bir A-10 havadan karaya
saldırı filosunu ocak ayında Afganistan’a taşıdı ve İncirlik’te geriye sadece
yakıt ikmal uçaklarından ve Predator İHA’lardan oluşan birer filo kaldı. (ABD,
İslam Devleti’ne karşı savaşta kullanılmak üzere İncirlik’e zaman zaman
F-16’lar yerleştiriyor ama son zamanlarda bu da yapılmıyor.) A-10 uçaklarının
Afganistan’a nakledilmesinin bir anlamı var tabii ki; Washington şu an
Afganistan’daki askeri varlığını artırıyor ve A-10’lar da oradaki operasyonlar
için oldukça uygun uçaklar. Bu nakliyatın Türkiye ile ABD’nin zaman zaman anlaşamamasıyla
hiç alakası yok.
Yine de
kalıcı indirime gitme ihtimali dahi dikkat çekici, tıpkı sızıntının zamanlaması
gibi… Türkiye ile Amerikan dışişleri bakanları arasında yapılacak üst düzey
toplantıdan bir hafta evvel ve farklılıkları bir kenara bırakıp Suriye’de
birlikte çalışmak için ikili bir anlaşmaya varılmasından yaklaşık bir hafta
sonra bu sızıntı yaşandı.
Sızıntı
yetmezmiş gibi bir de son birkaç gündür yaşanan başka gelişmeler ABD ile
Türkiye arasında her şeyin yolunda gitmediği hissini uyandırıyor. Hafta sonu
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO’yu -ülkesinin diğer NATO
operasyonlarına katılmasına rağmen- Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin yardımına
gelmemekle eleştirdi. Erdoğan ateşli hitabete düşkündür; ama İncirlik’le ilgili
haberlerle birleştirildiğinde cumhurbaşkanının yorumları, Türkiye’nin kendi
güvenliğini sağlama noktasında NATO taahhütlerinden ve ABD’yle ilişkilerden
samimi şüpheler duyduğunu salık veriyor.
Bu arada
Londra merkezli Suudi gazetesi eş-Şark
eş-Avsat 11 Mart tarihli bir haberinde, Suriye’nin kuzeyinin müstakbel
kontrolü konusunda varılan Rus-Türk anlaşmasının bir kopyasını Şam yönetiminin kısa
süre evvel aldığını yazdı. Habere göre Türkiye, Afrin’de kontrolü sürdürecek ve
YPG’ye saldırısı için önem arz eden stratejik alanlarda gözlem noktaları
kuracak. Karşılığında Suriye hükümet güçlerine Türkiye-Suriye sınırında 10
mevki verilecek. Eş-Şark eş-Avsat
haberinin ayrıntılarını teyit etmek imkânsız; ama yine de Türkiye’nin
Suriye’deki varlığı konusunda Rusya ve İran’la bir mutabakata varmaya
çalıştığına dair bolca kanıt var. Türkiye’nin dışişleri bakanı Rus yetkililerle
Suriye’yi görüşmek için 12 Mart’ta Rusya’ya gitti ve üç ülke nisan ayında
Suriye konusunda bir zirve gerçekleştirecek. Dolayısıyla Türkiye, ABD’yle
müzakere etse bile [bunun başarısız olma
ihtimaline karşı başka] paralel planların imkânını da araştırıyor.
Daha iyi bir konum
Türkiye ve
ABD için her şey tek bir konuya indirgeniyor: Kürtler. Türkiye, ABD’nin
Suriyeli Kürt gruplara, özellikle de YPG’ye desteğine karşı. ABD, İslam
Devleti’ne karşı büyük ölçüde başarıya ulaşan bir savaş için YPG’yi eğitip
donattıktan sonra şimdi tutup da bir başına bırakmak istemiyor. Ama aslında bu
sadece taktik bir konu. Stratejik konu ise ABD’nin Türkiye’ye şartları
dayattığı günlerin artık geçip gitmiş olması. Geçmişte Türkiye ABD’ye teslim
olmuştu; çünkü aksi takdirde Rusya gibi muhtemel düşmanlarıyla tek başına yüzleşmek
zorunda kalabilirdi.
Türkiye’nin
ideal stratejisi, çıkarlarını Washington’ınkine bağlamak zorunda kalmadan
ABD’nin stratejik ortağı olması; hele de bu, Kürt özerkliği konusunda taviz
vermek anlamına geliyorsa. Türkiye’nin dostluğunun [ABD için] bedeli Kürtleri terk etmek. Eğer ki ABD bu bedeli
ödeyemezse bu durumda Ankara kendi başının çaresine bakacak.
Kendi
başının çaresine bakmak, tabii ki Rusya ve İran’la Suriye’nin geleceği
konusunda bir tür uzlaşmaya varmayı gerektirecek. Statükoyu sürdürmek her iki
tarafın da çıkarına olduğundan, Türkiye ile Rusya Suriye’nin geleceği konusunda
bir anlaşmaya varabilir. Ancak İran, Suriye İç Savaşı’nda bir sonraki aşamayı
bölgenin süper gücü olma ihtirası için muazzam bir fırsat görüyor ve dolayısıyla
Rusya İran’ı zapt etmekte zorlanacak. Bu üç ülke arasındaki herhangi bir anlaşma,
tıpkı daha evvelkiler gibi geçici nitelikte olacaktır; devam edegelen stratejik
hedefler peşinde koşuşun [üzerini örten]
bir kandırmacadan başka bir şey değil… Ancak Türkiye uzun vadede Suriye’de
Esed, Rusya veya İran’dan çok daha iyi bir konumda. Esed rejimi azınlık bir
etnik ve dini diktatörlük, İran yabancı bir Şii işgalci, Rusya ise Esed ve
İran’a verdiği destekle lekelendiği gibi Suriye sahasına konuşlandırdığı hava
varlığından başka pek de bir şeyi yok.
Öte yandan
Türkiye, Esed karşıtı güçlü isyancı grupları destekliyor. Araplarla Türkler
arasındaki etnik farklılıklara rağmen en azından her ikisi de Sünni ve bu ortak
gelenek, Esed yönetimine karşı ortak mücadeleyle birlikte, Türkiye’nin lehine
işleyecek. (Rusya ve İran’a kıyasla, Suriye’de kuvvet kullanmak üzere askeri
birlik sevkıyatının -coğrafi olarak- Türkiye için ne denli kolay olduğundan hiç
bahsetmiyorum bile.) Türkiye Suriye’de daha az iddialı olmayı tercih edecek;
ama eğer ki diğer seçenekler sadece ve sadece ABD’ye su taşımaya devam etmek
veya güney sınırında kalıcı bir İran varlığını kabul etmek haline gelirse, bu
durumda Türkiye her ikisini de reddedip bağımsız bir dış politika izleyecek ve
şartların dayattığı şekilde geçici pragmatik düzenlemelere gidecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder