15 Mart 2018 Perşembe

J.L.SHAPIRO: TÜRKİYE ORTADOĞU’DA KENDİ BAŞINA BUYRUK MU?





TÜRKİYE ORTADOĞU’DA KENDİ BAŞINA BUYRUK MU?

Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 13.3.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.

Türkiye ve ABD ihtilaflara yabancı değiller. Son yıllarda Ankara, ABD’yi bir darbe kalkışmasını zımnen ve Türkiye’nin çıkarlarına düşman bir örgüt olan YPG’yi de alenen desteklemekle suçluyor. Buna karşılık ABD de gerçek bir terör tehdidi olan İslam Devleti’yle savaşta Türkiye’nin yeterince elini taşın altına koymamasından şikâyetçi ve ayrıca cumhurbaşkanının gücünü artıran ve ifade hürriyetini kısıtlayan politikalarından dolayı Ankara’yı eleştiriyor. İşler geçtiğimiz yılın sonunda o denli kötüleşti ki bir Amerikan konsolosluğu çalışanının casusluk şüphesiyle tutuklanmasının ardından iki taraf kısa bir süreliğine de olsa vize hizmetlerini askıya aldı.
Bütün bunlar arasında bir başlık var ki diğer hepsinden çok daha önemli: İncirlik hava üssündeki Amerikan kuvvetlerinin statüsü. Bu statü, Amerikan-Türk ilişkilerinin geleceğiyle birlikte, şu an için temel tartışma konusu.
The Wall Street Journal gazetesinin 11 Mart tarihli haberine göre, Amerikan ordusu İncirlik üssündeki muharebe harekâtlarını sınırlandırmakla kalmadı, ismi açıklanmayan Amerikalı yetkililere göre, önümüzdeki dönemde “kalıcı indirimlere gidilmesi” de düşünülüyor. ABD’nin Avrupa Komutanlığından bir sözcü, [bu haberin aksine] Amerikan operasyonlarının kesintisiz devam ettiğinde ısrarcıydı ve Türk kaynaklar da resmî Anadolu Ajansına yaptıkları açıklamayla bu tekzibi doğruladılar. Ancak bu tekziplerin her ikisi de gelecekteki kesintilerden hiç bahsetmiyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

Paralel planlar
ABD’nin İncirlik’teki muharebe harekâtlarının ölçeğini azalttığı hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ortada. Mesela Amerikan ordusu bir A-10 havadan karaya saldırı filosunu ocak ayında Afganistan’a taşıdı ve İncirlik’te geriye sadece yakıt ikmal uçaklarından ve Predator İHA’lardan oluşan birer filo kaldı. (ABD, İslam Devleti’ne karşı savaşta kullanılmak üzere İncirlik’e zaman zaman F-16’lar yerleştiriyor ama son zamanlarda bu da yapılmıyor.) A-10 uçaklarının Afganistan’a nakledilmesinin bir anlamı var tabii ki; Washington şu an Afganistan’daki askeri varlığını artırıyor ve A-10’lar da oradaki operasyonlar için oldukça uygun uçaklar. Bu nakliyatın Türkiye ile ABD’nin zaman zaman anlaşamamasıyla hiç alakası yok.
Yine de kalıcı indirime gitme ihtimali dahi dikkat çekici, tıpkı sızıntının zamanlaması gibi… Türkiye ile Amerikan dışişleri bakanları arasında yapılacak üst düzey toplantıdan bir hafta evvel ve farklılıkları bir kenara bırakıp Suriye’de birlikte çalışmak için ikili bir anlaşmaya varılmasından yaklaşık bir hafta sonra bu sızıntı yaşandı.
Sızıntı yetmezmiş gibi bir de son birkaç gündür yaşanan başka gelişmeler ABD ile Türkiye arasında her şeyin yolunda gitmediği hissini uyandırıyor. Hafta sonu Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO’yu -ülkesinin diğer NATO operasyonlarına katılmasına rağmen- Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin yardımına gelmemekle eleştirdi. Erdoğan ateşli hitabete düşkündür; ama İncirlik’le ilgili haberlerle birleştirildiğinde cumhurbaşkanının yorumları, Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlama noktasında NATO taahhütlerinden ve ABD’yle ilişkilerden samimi şüpheler duyduğunu salık veriyor.
Bu arada Londra merkezli Suudi gazetesi eş-Şark eş-Avsat 11 Mart tarihli bir haberinde, Suriye’nin kuzeyinin müstakbel kontrolü konusunda varılan Rus-Türk anlaşmasının bir kopyasını Şam yönetiminin kısa süre evvel aldığını yazdı. Habere göre Türkiye, Afrin’de kontrolü sürdürecek ve YPG’ye saldırısı için önem arz eden stratejik alanlarda gözlem noktaları kuracak. Karşılığında Suriye hükümet güçlerine Türkiye-Suriye sınırında 10 mevki verilecek. Eş-Şark eş-Avsat haberinin ayrıntılarını teyit etmek imkânsız; ama yine de Türkiye’nin Suriye’deki varlığı konusunda Rusya ve İran’la bir mutabakata varmaya çalıştığına dair bolca kanıt var. Türkiye’nin dışişleri bakanı Rus yetkililerle Suriye’yi görüşmek için 12 Mart’ta Rusya’ya gitti ve üç ülke nisan ayında Suriye konusunda bir zirve gerçekleştirecek. Dolayısıyla Türkiye, ABD’yle müzakere etse bile [bunun başarısız olma ihtimaline karşı başka] paralel planların imkânını da araştırıyor.

Daha iyi bir konum
Türkiye ve ABD için her şey tek bir konuya indirgeniyor: Kürtler. Türkiye, ABD’nin Suriyeli Kürt gruplara, özellikle de YPG’ye desteğine karşı. ABD, İslam Devleti’ne karşı büyük ölçüde başarıya ulaşan bir savaş için YPG’yi eğitip donattıktan sonra şimdi tutup da bir başına bırakmak istemiyor. Ama aslında bu sadece taktik bir konu. Stratejik konu ise ABD’nin Türkiye’ye şartları dayattığı günlerin artık geçip gitmiş olması. Geçmişte Türkiye ABD’ye teslim olmuştu; çünkü aksi takdirde Rusya gibi muhtemel düşmanlarıyla tek başına yüzleşmek zorunda kalabilirdi.
Türkiye’nin ideal stratejisi, çıkarlarını Washington’ınkine bağlamak zorunda kalmadan ABD’nin stratejik ortağı olması; hele de bu, Kürt özerkliği konusunda taviz vermek anlamına geliyorsa. Türkiye’nin dostluğunun [ABD için] bedeli Kürtleri terk etmek. Eğer ki ABD bu bedeli ödeyemezse bu durumda Ankara kendi başının çaresine bakacak.
Kendi başının çaresine bakmak, tabii ki Rusya ve İran’la Suriye’nin geleceği konusunda bir tür uzlaşmaya varmayı gerektirecek. Statükoyu sürdürmek her iki tarafın da çıkarına olduğundan, Türkiye ile Rusya Suriye’nin geleceği konusunda bir anlaşmaya varabilir. Ancak İran, Suriye İç Savaşı’nda bir sonraki aşamayı bölgenin süper gücü olma ihtirası için muazzam bir fırsat görüyor ve dolayısıyla Rusya İran’ı zapt etmekte zorlanacak. Bu üç ülke arasındaki herhangi bir anlaşma, tıpkı daha evvelkiler gibi geçici nitelikte olacaktır; devam edegelen stratejik hedefler peşinde koşuşun [üzerini örten] bir kandırmacadan başka bir şey değil… Ancak Türkiye uzun vadede Suriye’de Esed, Rusya veya İran’dan çok daha iyi bir konumda. Esed rejimi azınlık bir etnik ve dini diktatörlük, İran yabancı bir Şii işgalci, Rusya ise Esed ve İran’a verdiği destekle lekelendiği gibi Suriye sahasına konuşlandırdığı hava varlığından başka pek de bir şeyi yok.
Öte yandan Türkiye, Esed karşıtı güçlü isyancı grupları destekliyor. Araplarla Türkler arasındaki etnik farklılıklara rağmen en azından her ikisi de Sünni ve bu ortak gelenek, Esed yönetimine karşı ortak mücadeleyle birlikte, Türkiye’nin lehine işleyecek. (Rusya ve İran’a kıyasla, Suriye’de kuvvet kullanmak üzere askeri birlik sevkıyatının -coğrafi olarak- Türkiye için ne denli kolay olduğundan hiç bahsetmiyorum bile.) Türkiye Suriye’de daha az iddialı olmayı tercih edecek; ama eğer ki diğer seçenekler sadece ve sadece ABD’ye su taşımaya devam etmek veya güney sınırında kalıcı bir İran varlığını kabul etmek haline gelirse, bu durumda Türkiye her ikisini de reddedip bağımsız bir dış politika izleyecek ve şartların dayattığı şekilde geçici pragmatik düzenlemelere gidecek.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder