25 Eylül 2016 Pazar

E.LERMAN: TÜRKİYE’DEKİ DARBENİN BÖLGESEL SONUÇLARI



TÜRKİYE’DEKİ BAŞARISIZ DARBENİN VE TASFİYELERİN BÖLGESEL SONUÇLARI

Eran Lerman (İsrail askeri istihbaratında 20 yıl çalışmış emekli albay; İsrail Başbakanlık Milli Güvenlik Konseyi Dış Politika ve Uluslararası İlişkiler eski temsilcisi; Amerikan Yahudi Konseyi eski İsrail direktörü; şu anda Begin-Sedat (BESA) Stratejik Araştırmalar Merkezinde kıdemli araştırmacı ve Şalem Akademik Merkezi’nde öğretim üyesi)
BESA Center Perspectives Paper No. 352, 1.8.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Özet: Başarısız darbenin akabinde Türkiye, Gülen’in destekçileri ve Hizmet eğitim projeleri ağıyla uzaktan bağı olanları dahi hedef alan çok büyük ve sarsıcı bir sindirme harekatından geçiyor. Bunun bölgesel güç dengesine yansımaları oldukça önemli. Türkiye’yle tam zamanında varılan uzlaşma, İsrail’i klasik darbenin arkasındaki güç olduğu ithamından kurtarmış olmasına (ve hatta İsrail diplomasisini yangını dindirme pozisyonuna sokma ihtimaline) rağmen ortada sevinilecek pek de bir şey yok.

Türkiye’deki başarısız askeri darbe ve akabinde yaşanan tasfiyeler gerek içerideki gerekse dışarıdaki gözlemcileri şaşkına çevirdi. Öncelikle NATO’nın ikinci büyük ordusunun kendi kendine zarar vermesi, bölgeyi (ve Avrupa’yı) istikrarsızlaştırmaya çalışanlar dışında hiç kimsenin menfaatine olamaz. IŞİD’e karşı koalisyon müstakbel adımlarını değerlendirmek üzere bu hafta ABD’de bir araya geldiğinde ve Musul savaşının kesin olarak ufukta görünmesiyle birlikte Türkiye’nin savaş alanındaki fiili yokluğu iyice hissedilmeye başlandı, tıpkı Erdoğan’ın İncirlik’teki bütün operasyonları engelleme kararında olduğu gibi.
Türkiye ile ABD arasındaki gerginlik bir süredir artmaktaydı; zira Obama yönetimi, Bağdadi’nin “Hilafet”ne karşı Suriye ve Irak’ta en büyük adanmışlıkla savaşanların Kürtler olduğu sonucuna ister istemez varmıştı. İslam Devleti’nin etkinliğini azaltma fırsatı şekillenirken ve Nice’teki dehşetin ardından ekstra bir ivmeye ihtiyaç varken Türkiye, İstanbul Havalimanı’ndaki katliama ve Ankara’nın geçmişte İD’e gösterdiği hoşgörünün artan maliyetine rağmen, sanki bu hedef Erdoğan’ın pek de gündeminde değişmiş izlenimi veriyor.
Ayrıca Erdoğan’ın –ABD’nin razı olması pek de mümkün görünmeyen- Gülen’in iadesi için agresif ve ısrarlı talebi adeta ateşe benzin döküyor. Tehlike altındaki şeyin büyüklüğü karşısında, bazı Avrupalı oyuncuların Erdoğan’ın aşırı tepkisinden duydukları öfkeyi yutmaları ve İslam Devleti’ne karşı savaştaki bu kritik karar anında stratejik önemi haiz harekâtta Ankara’nın işbirliğini sağlama almaya odaklanmaları gerekecek.
Bu arada Türkiye ile bölgedeki başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Sünni Arap “istikrar güçleri” arasındaki ilişkiler kötüden betere doğru hızlıca kayıyor. 16 Temmuz’da Mısır, BM’nin hükümetlerin demokrat olup olmadığı konusunda karar verme yetkisini sorgulayarak, BM Güvenlik Konseyi’nin Ankara’daki demokratik yollardan seçilmiş hükümete oybirliğiyle destek vermesini kabul etmedi. Bu, Sisi’nin Ankara’dan intikam alma yoluydu. Zira kendisini bölgede Müslüman Kardeşler’in patronu olarak gören Erdoğan ve partisi, üç yıldır hemen her gün Mısır rejiminin siyasi ve ahlaki meşruiyetini sorgulamaktaydı.
Mısırlılar ve Suudiler, darbe haberi ilk geldiğinde keyiflerini, sonunda Erdoğan galip çıktığında ise hayal kırıklıklarını gizleyemediler. Bu tepkiler önümüzdeki süreçte ikili ilişkileri zehirleyecektir. Erdoğan, Sisi’yi komplocularla (darbecilerle) bir gördüğünü zaten açıkça söyledi. (…)
Bütün bu kargaşa hali, Erdoğan’a siyasi destek vermekte hızlı davranan İran’ın şeytanlıklarına bolca fırsat sunuyor. (…) İran’ın Suudi Arabistan ve müttefiklerine karşı Türkiye’yi kendi yanına çekmeye çalışmak için bunu bir fırsat olarak kullanması beklenebilir.
Bu hedefe ulaşmak için İran, İslam Devleti’ne karşı savaşta Kürt rolünü azaltmaya dönük ortak bir zeminin şekillenmesine çalışabilir. Aynı zamanda Irak’taki vekillerinin profilini güçlendirmeye çalışması ve böylece ABD ile Batı’nın İran’ın katkısına daha fazla bağımlı hale gelmesini sağlaması muhtemel. Dışişleri Bakanı Kerry’nin ve Washington’daki diğerlerinin söylemlerinin tonu dikkate alınırsa bu, Obama yönetiminin İran’ın devam eden füze projelerine ve teröre desteğine karşı gerekli baskıyı sürdürme motivasyonunun aşınmasıyla sonuçlanacaktır, her ne kadar Washington’da İran’ın dünya barışı ve Amerikan menfaatlerine yönelik aktif bir tehdit olduğuna tamamen inanmış gruplar bulunsa da…
Bunların hiçbiri İsrail, ABD veya Avrupa’nın çıkarlarına hizmet etmiyor. Fırtına daha da şiddetlenirken iletişim kanallarını açık tutmaktan ve İran’ın Ankara’yla ve başka yerlerle yakınlaşma işaretlerini dikkatlice izlemekten başka yapılabilecek pek bir şey yok. Her ne kadar hava desteğinin bir kez daha (İsrail’in stratejik varlığıyla dolaylı yoldan desteklenerek) Ürdün’e kaydırılması gerektiği noktasında ısrarlar olsa da İslam Devleti’ne karşı harekat durdurulamaz. Bu harekat Erdoğan’ın siyasi gündeminin esiri haline getirilemez.
Kızgınlıklar yatıştığında Türkiye, bu kriz modundan çıkacak ve emin olun ki tüccar devletler topluluğunun bir parçası, faydalı bir NATO üyesi ve Doğu Akdeniz’de takım oyuncusu olması gerekecek. AKP’ye ve muzaffer liderine, geleceklerinin İran’ın Sünni dünyayı bölüp Şia’nın bölgesel nüfuz kazanma planında yatmadığını anlatmak için sofistike metotların bulunması lazım. İstikrarını koruyabilmesi için Türkiye’nin istikrarlaştırıcı unsurlarla ittifakını yeniden tesis etmesi gerekecek.

Erdoğan’a halk desteği görece insanların refahının artmasına dayanıyordu. Ama Batı’dan uzaklaşmakla bunu sürdüremez hale gelir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder