TÜRKİYE’DEKİ BAŞARISIZ DARBENİN VE TASFİYELERİN BÖLGESEL SONUÇLARI
Eran Lerman (İsrail askeri istihbaratında 20
yıl çalışmış emekli albay; İsrail Başbakanlık Milli Güvenlik Konseyi Dış
Politika ve Uluslararası İlişkiler eski temsilcisi; Amerikan Yahudi Konseyi
eski İsrail direktörü; şu anda Begin-Sedat (BESA) Stratejik Araştırmalar
Merkezinde kıdemli araştırmacı ve Şalem Akademik Merkezi’nde öğretim üyesi)
BESA Center Perspectives Paper No. 352, 1.8.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Özet: Başarısız darbenin akabinde Türkiye, Gülen’in
destekçileri ve Hizmet eğitim projeleri ağıyla uzaktan bağı olanları dahi hedef
alan çok büyük ve sarsıcı bir sindirme harekatından geçiyor. Bunun bölgesel güç
dengesine yansımaları oldukça önemli. Türkiye’yle tam zamanında varılan
uzlaşma, İsrail’i klasik darbenin arkasındaki güç olduğu ithamından kurtarmış
olmasına (ve hatta İsrail diplomasisini yangını dindirme pozisyonuna sokma
ihtimaline) rağmen ortada sevinilecek pek de bir şey yok.
Türkiye’deki başarısız askeri darbe ve akabinde yaşanan tasfiyeler gerek
içerideki gerekse dışarıdaki gözlemcileri şaşkına çevirdi. Öncelikle NATO’nın
ikinci büyük ordusunun kendi kendine zarar vermesi, bölgeyi (ve Avrupa’yı)
istikrarsızlaştırmaya çalışanlar dışında hiç kimsenin menfaatine olamaz. IŞİD’e
karşı koalisyon müstakbel adımlarını değerlendirmek üzere bu hafta ABD’de bir
araya geldiğinde ve Musul savaşının kesin olarak ufukta görünmesiyle birlikte
Türkiye’nin savaş alanındaki fiili yokluğu iyice hissedilmeye başlandı, tıpkı
Erdoğan’ın İncirlik’teki bütün operasyonları engelleme kararında olduğu gibi.
Türkiye ile ABD arasındaki gerginlik bir süredir artmaktaydı; zira Obama
yönetimi, Bağdadi’nin “Hilafet”ne karşı Suriye ve Irak’ta en büyük adanmışlıkla
savaşanların Kürtler olduğu sonucuna ister istemez varmıştı. İslam Devleti’nin
etkinliğini azaltma fırsatı şekillenirken ve Nice’teki dehşetin ardından ekstra
bir ivmeye ihtiyaç varken Türkiye, İstanbul Havalimanı’ndaki katliama ve
Ankara’nın geçmişte İD’e gösterdiği hoşgörünün artan maliyetine rağmen, sanki
bu hedef Erdoğan’ın pek de gündeminde değişmiş izlenimi veriyor.
Ayrıca Erdoğan’ın –ABD’nin razı olması pek de mümkün görünmeyen- Gülen’in
iadesi için agresif ve ısrarlı talebi adeta ateşe benzin döküyor. Tehlike
altındaki şeyin büyüklüğü karşısında, bazı Avrupalı oyuncuların Erdoğan’ın
aşırı tepkisinden duydukları öfkeyi yutmaları ve İslam Devleti’ne karşı
savaştaki bu kritik karar anında stratejik önemi haiz harekâtta Ankara’nın
işbirliğini sağlama almaya odaklanmaları gerekecek.
Bu arada Türkiye ile bölgedeki başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere
Sünni Arap “istikrar güçleri” arasındaki ilişkiler kötüden betere doğru hızlıca
kayıyor. 16 Temmuz’da Mısır, BM’nin hükümetlerin demokrat olup olmadığı
konusunda karar verme yetkisini sorgulayarak, BM Güvenlik Konseyi’nin
Ankara’daki demokratik yollardan seçilmiş hükümete oybirliğiyle destek
vermesini kabul etmedi. Bu, Sisi’nin Ankara’dan intikam alma yoluydu. Zira
kendisini bölgede Müslüman Kardeşler’in patronu olarak gören Erdoğan ve partisi,
üç yıldır hemen her gün Mısır rejiminin siyasi ve ahlaki meşruiyetini
sorgulamaktaydı.
Mısırlılar ve Suudiler, darbe haberi ilk geldiğinde keyiflerini, sonunda
Erdoğan galip çıktığında ise hayal kırıklıklarını gizleyemediler. Bu tepkiler
önümüzdeki süreçte ikili ilişkileri zehirleyecektir. Erdoğan, Sisi’yi
komplocularla (darbecilerle) bir gördüğünü zaten açıkça söyledi. (…)
Bütün bu kargaşa hali, Erdoğan’a siyasi destek vermekte hızlı davranan
İran’ın şeytanlıklarına bolca fırsat sunuyor. (…) İran’ın Suudi Arabistan ve
müttefiklerine karşı Türkiye’yi kendi yanına çekmeye çalışmak için bunu bir
fırsat olarak kullanması beklenebilir.
Bu hedefe ulaşmak için İran, İslam Devleti’ne karşı savaşta Kürt rolünü
azaltmaya dönük ortak bir zeminin şekillenmesine çalışabilir. Aynı zamanda
Irak’taki vekillerinin profilini güçlendirmeye çalışması ve böylece ABD ile
Batı’nın İran’ın katkısına daha fazla bağımlı hale gelmesini sağlaması
muhtemel. Dışişleri Bakanı Kerry’nin ve Washington’daki diğerlerinin
söylemlerinin tonu dikkate alınırsa bu, Obama yönetiminin İran’ın devam eden
füze projelerine ve teröre desteğine karşı gerekli baskıyı sürdürme
motivasyonunun aşınmasıyla sonuçlanacaktır, her ne kadar Washington’da İran’ın
dünya barışı ve Amerikan menfaatlerine yönelik aktif bir tehdit olduğuna
tamamen inanmış gruplar bulunsa da…
Bunların hiçbiri İsrail, ABD veya Avrupa’nın çıkarlarına hizmet etmiyor.
Fırtına daha da şiddetlenirken iletişim kanallarını açık tutmaktan ve İran’ın
Ankara’yla ve başka yerlerle yakınlaşma işaretlerini dikkatlice izlemekten
başka yapılabilecek pek bir şey yok. Her ne kadar hava desteğinin bir kez daha
(İsrail’in stratejik varlığıyla dolaylı yoldan desteklenerek) Ürdün’e
kaydırılması gerektiği noktasında ısrarlar olsa da İslam Devleti’ne karşı harekat
durdurulamaz. Bu harekat Erdoğan’ın siyasi gündeminin esiri haline getirilemez.
Kızgınlıklar yatıştığında Türkiye, bu kriz modundan çıkacak ve emin olun ki
tüccar devletler topluluğunun bir parçası, faydalı bir NATO üyesi ve Doğu
Akdeniz’de takım oyuncusu olması gerekecek. AKP’ye ve muzaffer liderine,
geleceklerinin İran’ın Sünni dünyayı bölüp Şia’nın bölgesel nüfuz kazanma
planında yatmadığını anlatmak için sofistike metotların bulunması lazım.
İstikrarını koruyabilmesi için Türkiye’nin istikrarlaştırıcı unsurlarla
ittifakını yeniden tesis etmesi gerekecek.
Erdoğan’a halk desteği görece insanların refahının artmasına dayanıyordu.
Ama Batı’dan uzaklaşmakla bunu sürdüremez hale gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder