RASYONEL BİR
AMERİKAN DIŞ POLİTİKASI MÜMKÜN MÜ?
Geoffrey Wheatcroft (İngiliz gazeteci ve yazar)
The National
Interest, 1.8.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Barack Obama’nın
başkanlık koltuğuna oturmak üzere olduğu bir dönemde Anatol Lieven, The
National Interest dergisindeki makalesinde şöyle yazmıştı: “Washington’da
geçirdiğim sekiz sene, –ister Demokrat isterse Cumhuriyetçi olsun– Amerikalı
siyasi elitin –gerçek bir medeni cesaret gerektirdiği ve içerideki güçlü
destekçi ağlarına veya hâkim ulusal mitlere meydan okuduğu hallerde–
siyasetlerinde radikal bir değişime gitme kapasiteleri konusunda beni epeyce
kötümser bir noktaya taşıdı.”
Üzerinden neredeyse
sekiz sene geçmişken Lieven’in kötümserliğinin haklılığından kim şüphe
duyabilir veya ABD için uluslararası görünümün o dönemden bugüne daha bir
güllük gülistanlık olduğunu kim iddia edebilir ki?
(…)
Obama yönetimi
altında ABD birçok başarısızlıklar yaşadı. Umutla beklenen Rusya’yla “yeni bir
başlangıç” gerçekleşmedi, Çin geçmişe kıyasla şu anda gerek askeri gerekse
iktisadi bakımdan çok daha saldırgan. Son darbe de benim ülkem İngiltere üzerinden
geldi. Başbakan David Cameron, gündeme taşıdığı gereksiz ve aptalca bir
referandumdan çıkan “AB’den çıkış” kararıyla hem siyasi kariyerinden oldu hem
de bu sonuç Washington’a çok büyük bir darbe vurdu.
(…)
(…) Eğer Amerikalı
liderler Büyük Britanya’ya ihtimam göstermiş ve onunla “özel ilişkiler”
kurmuşsa bunun temel nedeni, Amerikan askeri maceralarında İngiliz desteğinin
çok faydalı olmasından ve çok daha önemlisi, İngiltere’nin AB üyeliğinin
Washington’a Avrupa’da bir söz hakkı vermesindendi.
(…)
Ama her şeyden
önemlisi, Amerikan siyasetinin sınırlılıklarını ifşa eden bölge (…) Ortadoğu.
Türkiye’deki askeri kalkışma Washington için bölgede işlerin artık düzgün
gitmediğinin sadece son bir örneği oldu. (…)
(…)
(…) Bakın iki
önemli Amerikalı bu konuda ne diyor: Amerikan Dışişleri Bakanlığında Ortadoğu
Barış Süreci’yle ilgilenmiş Aaron David Miller, (…) Amerikalıların Ortadoğu’da
saplanıp kaldığını, ne terk edebildiğini ne de çeki düzen verebildiğini
söylüyor ve ekliyor: “ABD bölgede ne seviliyor, ne sayılıyor ne de korku
duyuluyor.”
Daha evvel
Obama’nın Beyaz Saray’ında Ortadoğu Özel Koordinatörü olarak görev yapan Philip
Gordon, bölgedeki Amerikan tecrübesini kısa ve öz bir şekilde anlattı: “ABD,
Irak’a yönelik bir müdahale ve işgalde bulundu ve sonuç, maliyeti yüksek bir
felaket oldu. Libya’ya müdahale etti ama işgalden kaçındı ve sonuç, yine
maliyeti yüksek bir felaketti. Suriye’de ne müdahaleye ne de işgale kalkıştı ve
sonuç, bir kez daha maliyeti yüksek bir felaket oldu.”
Bütün bunlardan
çıkan sonuç şu: Dünyanın bu kısmında ABD’nin yaptığı hiçbir şey işe
yaramayacak. Washington’ın doğru düzgün bir Ortadoğu’yla baş edebilme yolu,
seçeneği yok ve elde edebileceği muhtemel bir iyi sonuç da yok. (…)
Ortadoğu’nun
sıradan halklarının ekseriyeti kendi hayatlarını kendi başlarına yönetmek istiyor.
Ancak ABD’nin tabiriyle, ortada hayırhah hiçbir siyasi aktör, hiçbir gerçek
dost ve hatta öngörülebilir düşmanlar dahi yok. Bir İsrailli siyasetçinin
deyimiyle “Dünyanın bu kısmında düşmanımın düşmanı yine düşmanımdır.”
Bundan çıkarılması
gereken daha büyük dersler var mı? Eğer ki bir önceki Bush yönetiminin tek
taraflı müdahaleleri tam anlamıyla bir başarısızlıksa ve müteakip Obama
yönetiminin alternatif politikaları ancak sınırlı bir başarı kaydedebildiyse,
acaba Amerikan rolünü kökten yeniden gözden geçirmenin zamanı gelmemiş midir?
Kim bilir, belki de beklenmedik bir aday olan Donald Trump’a destek çıkanların
bir kısmının zihninin arka planında tam da bu vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder