ABD ACABA TÜRKİYE’Yİ KAYBEDİYOR MU?
David Hearst (Middle East Eye internet sitesi
baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle East Eye, 23.8.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Boris Yeltsin’in devlet başkanlığının son günlerinde Washington’daki ileri
gelenlerin kafası karıştı ve kendi kendilerine şunu sormaya başladılar:
“Rusya’yı kim kaybetti?”
Komünizmin çöküşünün ardından yeni Rusya, 1992’de Moskova’ya akın eden
iktisatçılar, misyonerler ve fırsatçı siyasetçiler sürüsünün hayal ettiğinden
çok daha istikrarsızdı. Ama sorunun kendisi önemliydi. Bill Clinton gerçekten
de Amerikan diplomasisi açısından ender bir başarı kaydetmişti: Batı yanlısı
Rusya Federasyonu’nu Amerikan karşıtına dönüştürmüştü. Peki, bunu nasıl
başarmıştı?
Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden da Çarşamba günü Türkiye’ye uçarken
benzer bir soruyu kendi kendine sormuş olmalı: Türkiye’yi kim kaybediyor?
ABD’nin darbesi gerçekten kötü bir darbeydi. 15 Temmuz’un ilk saatlerinde
Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry “istikrar ve devamlılık” ümidini
dillendirdi. Beyaz Saray’ın demokrasi ve hukuk devletinden dem vuran müphem bir
açıklama yayınlaması ise tam iki saati aldı. Bu gecikme Ankara’yı
şüphelendirmeye yetti.
Cuma gecesi darbecilerin 35 savaş uçağı, 37 helikopter, 246 zırhlı araç,
4000 silah ve 3 gemiyle ulaştığı o ölümcül gücün şoku içindeki Türk milleti bir
de baktı ki kendisine insan hakları dersi veriliyor.
Amerikan Dışişlerin Bakanı Kerry, Erdoğan’ın ordu ve bürokraside başlattığı
tasfiyenin boyutundan duyduğu endişeyle bu meseleyi Türkiye’nin NATO üyeliğinin
devamlılığıyla bağlantılandırdı. Bunun üzerine ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi
James Jeffrey, Dışişleri Bakanı’nın halüsinasyon gördüğünü söylemek durumda
kaldı. Bölgedeki en büyük askeri gücün NATO’dan çıkarılması halinde ABD’nin
Rusya ve İran’la nasıl baş edeceğini merak eden Jeffrey, Kerry’ye “Ne içtin?”
diye sordu.
(…)
[Z.T.K. Yazar, CENTCOM Komutanı Votel’in sözlerini eleştirmiş; Adil
Öksüz’ün ABD ziyaretlerine girmiş, Rusya’nın darbeden faydalanmasına değinmiş…
Ardından şunları yazmış:]
(…)
Erdoğan’ın NATO, ABD ve müttefikleriyle problemleri darbeden çok önce
başlıyor. Türkiye’nin İslam Devleti savaşçılarının Suriye’ye geçişine izin
vermesi, onunla ticaret yapması suçlamalarına dayanıyor ve aslına bakarsanız bu
suçlamaları yapan Rusya’ydı. Geçen senenin kasım ayında Filistin’in sürgündeki
güçlü lideri Muhammed Dahlan, Atlantik Antlaşması Birliği’nin düzenlediği bir
güvenlik konferansında NATO’nun politika üretenlerine “Aynada kendinize bakın”
dedi: “Bütün Avrupa IŞİD’in Türkiye’yle ticari ilişkisi olduğunu biliyor.
Aynada kendinize bakın. 40 yıl evvel Arapların yaptıkları gibi konuşuyorsunuz.
Suriye’de terör tamamen Türkiye’den geldi. İşi zorlaştıran sizsiniz.”
Ocak ayında Ürdün Kralı Abdullah, önde gelen Amerikan Kongresi üyeleriyle
yaptığı dışa kapalı bir toplantıda Erdoğan’ın “bölgede radikal İslami bir
çözüm”e inandığını söyledi. Kral, Türkiye’yi dünyaya yönelik stratejik bir
meydan okuma olarak sundu: “Biz hala IŞİD’e karşı stratejik değil de taktik
problemlerle mücadele etmek zorunda bırakılıyoruz. Bu konuda stratejik olarak
bizim yanımızda durmayan Türkler meselesini unutuyoruz.”
Ve Türkiye’deki Batılı istihbarat teşkilatları da İslam Devleti’yle
işbirliği iddialarını körükledi.
İngiliz istihbarat servisi MI6’in Türkiye’deki istasyon şefi, bir İngiliz
gazeteciyi Türkiye ile İslam Devleti arasındaki bağlantı hakkında
bilgilendirdi. Tecrübeli araştırmacı gazeteci Seymour Hersh de 2012-2014
yılları arasında Savunma İstihbarat Teşkilatı Başkanı Korgeneral Michael
Flynn’ın adını vererek Türkiye’nin sınırında yabancı savaşçı ve silah
kaçakçılığını durdurmak için yeterince gayret sarf etmediğini söylediğini
yazdı.
(…)
Amerikan Genelkurmay Başkanlığından ismini vermek istemeyen bir müşavir
Hersh’e dedi ki: “Amerikan istihbaratı, Erdoğan hükümetinin yıllardır (Nusra
Cephesi’ni) desteklediğini gösteren dinlemeleri ve insan istihbaratını
biriktirdi ve şu anda aynısını İslam Devleti için de yapıyor… Bunu kendisine
söyleyip Türkiye’den yabancı cihatçı akışını kesmesini istedik. Ama onun
hayalleri büyük, Osmanlı İmparatorluğu’nu ihya etmek; bunda ne ölçüde başarılı
olabileceğinin farkında bile değil.”
Müşavirin öldürücü cümlesi ise şuydu: “Türkiye’yle birlikte çalıştık,
Erdoğan’a sadık olmayanlara güvendik. Ve Suriye’deki cihatçılara [1950-1953]
Kore Savaşı’ndan beri kullanılmayan M1 karabinalar da dahil silah depolarında
ne kadar modası geçmiş eski silah varsa yollamalarını sağladık. Bu, Esed’in
anlayabileceği bir mesajdı: Biz kendi yöntemlerimizle başkanlığın [Z.T.K.
Obama’yı kastediyor] politikasını gevşetecek/etkisini azaltacak güce
sahibiz.”
“Erdoğan’a sadık olmayan” Türklerle çalışmak ifadesi, 15 Temmuz’da
yaşananlar ışığında daha da somut bir anlam kazandı. Hersh ve diğerlerinin
aldığı brifingler şu anda Ankara tarafından darbeye bir hazırlık olarak
görülüyor.
Biden’ın aslında durumun böyle olmadığı, birlikte çalıştıkları Erdoğan’a
sadık olmayan Türklerin onu öldürmeye çalışan ama küçücük bir zamanlama
farkıyla bunu başaramayan Türklerin ta kendisi olmadığı konusunda Erdoğan’ı
ikna için çok çalışması lazım.
Türkiye’nin NATO’dan ayrılma ihtimali çok düşük. Geçen sene bir Rus savaş
uçağının vurulması üzerine Putin dişini gösterdiğinde Türkiye’nin yüzünü
döndüğü yer NATO’ydu. Bir dış askeri tehdidin belirmesi halinde Türkiye’nin
vereceği tepki yine NATO’ya dönmek olacaktır.
Öte yandan Türkiye’nin de aynı rolü oynayacağının bir garantisi yok,
özellikle de hassas güney sınırında. Darbenin iki muhtemel etkisi oldu.
Birincisi, Erdoğan Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin milli menfaatlerine göre
hareket etmekte artık kendini daha serbest hissedecektir. ABD’nin belirlediği
gündemle veyahut gündemsizlikle sınırlı kalmayacaktır. Bir Amerikan vetosuna
maruz kalmış hissetmeyecektir.
Bunun sonuçlarını isyancı güçlerin Halep’te ilerleyişinde gördük bile.
Esed, Putin’in onayı olmaksızın ABD destekli Kürt güçleri bombalayamazdı ve bu,
Türkiye’nin güney sınırında çizdiği kırmızı çizgiye de uyuyordu.
Darbenin ikinci etkisi, Türk ordusunun kendisinde görülecektir. Önümüzdeki
süreçte yeni bir ordu kurulacaktır; bunun daha İslami olması gerekmiyor, ama
Türk devletine ve Erdoğan’ın bizzat kendisine sadakatini gösterebilmek için
elinden gelen her şeyi yapacak bir ordu olacağından hiç şüphe yok. Darbenin
ardından Türkiye’de şimdiye kadar yapılmış en büyük miting olan Yenikapı’da
Genelkurmay Başkanı’nın verdiği mesaj tam da buydu. Darbe sonrasının yeni
ordusu çok daha güçlü ve çok daha iddialı olacaktır, şu anda Suriye’de
gördüğümüz gibi.
Suriye çatışmasında ilk kez büyük bir Türk tank birliği Suriye’ye girdi.
(…)
Biden çarşamba günü Türkiye’ye uçtu ve bu, Türkiye’nin güney sınırı boyunca
verilen Kürt alt-çatışmasının her iki tarafında da ABD’nin eşzamanlı olarak
bulunduğu anlamına geliyor. ABD hem sınır boyunca bir devlet kurmaya çalışan
Kürt PYD’yi hem de bunu durduracak Türk birliklerini destekliyor. Uyguladıkları
Suriye politikasının onları içine düşürdüğü karmaşa işte tam da bu.
Bu çatışmanın tektonik katmanları, NATO’nun veya Pentagon’un rızası/onayı
olsun veya olmasın bir kez daha değişti. ABD daha evvel neredeyse hiçbir yerde,
şu anda Ortadoğu’da olduğu gibi, düşmanları kadar müttefiklerinden de bir yığın
meydan okumayla yüzleşmemişti. Ve Rusya’nın gösterdiği gibi, hor
görülen/küçümsenen bir müttefikten daha tehlikelisi yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder