25 Eylül 2016 Pazar

D.HEARST: ABD TÜRKİYE’Yİ KAYBEDİYOR MU?



ABD ACABA TÜRKİYE’Yİ KAYBEDİYOR MU?

David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle East Eye, 23.8.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Boris Yeltsin’in devlet başkanlığının son günlerinde Washington’daki ileri gelenlerin kafası karıştı ve kendi kendilerine şunu sormaya başladılar: “Rusya’yı kim kaybetti?”
Komünizmin çöküşünün ardından yeni Rusya, 1992’de Moskova’ya akın eden iktisatçılar, misyonerler ve fırsatçı siyasetçiler sürüsünün hayal ettiğinden çok daha istikrarsızdı. Ama sorunun kendisi önemliydi. Bill Clinton gerçekten de Amerikan diplomasisi açısından ender bir başarı kaydetmişti: Batı yanlısı Rusya Federasyonu’nu Amerikan karşıtına dönüştürmüştü. Peki, bunu nasıl başarmıştı?
Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden da Çarşamba günü Türkiye’ye uçarken benzer bir soruyu kendi kendine sormuş olmalı: Türkiye’yi kim kaybediyor? ABD’nin darbesi gerçekten kötü bir darbeydi. 15 Temmuz’un ilk saatlerinde Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry “istikrar ve devamlılık” ümidini dillendirdi. Beyaz Saray’ın demokrasi ve hukuk devletinden dem vuran müphem bir açıklama yayınlaması ise tam iki saati aldı. Bu gecikme Ankara’yı şüphelendirmeye yetti.
Cuma gecesi darbecilerin 35 savaş uçağı, 37 helikopter, 246 zırhlı araç, 4000 silah ve 3 gemiyle ulaştığı o ölümcül gücün şoku içindeki Türk milleti bir de baktı ki kendisine insan hakları dersi veriliyor.
Amerikan Dışişlerin Bakanı Kerry, Erdoğan’ın ordu ve bürokraside başlattığı tasfiyenin boyutundan duyduğu endişeyle bu meseleyi Türkiye’nin NATO üyeliğinin devamlılığıyla bağlantılandırdı. Bunun üzerine ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey, Dışişleri Bakanı’nın halüsinasyon gördüğünü söylemek durumda kaldı. Bölgedeki en büyük askeri gücün NATO’dan çıkarılması halinde ABD’nin Rusya ve İran’la nasıl baş edeceğini merak eden Jeffrey, Kerry’ye “Ne içtin?” diye sordu.
(…)
[Z.T.K. Yazar, CENTCOM Komutanı Votel’in sözlerini eleştirmiş; Adil Öksüz’ün ABD ziyaretlerine girmiş, Rusya’nın darbeden faydalanmasına değinmiş… Ardından şunları yazmış:]
(…)
Erdoğan’ın NATO, ABD ve müttefikleriyle problemleri darbeden çok önce başlıyor. Türkiye’nin İslam Devleti savaşçılarının Suriye’ye geçişine izin vermesi, onunla ticaret yapması suçlamalarına dayanıyor ve aslına bakarsanız bu suçlamaları yapan Rusya’ydı. Geçen senenin kasım ayında Filistin’in sürgündeki güçlü lideri Muhammed Dahlan, Atlantik Antlaşması Birliği’nin düzenlediği bir güvenlik konferansında NATO’nun politika üretenlerine “Aynada kendinize bakın” dedi: “Bütün Avrupa IŞİD’in Türkiye’yle ticari ilişkisi olduğunu biliyor. Aynada kendinize bakın. 40 yıl evvel Arapların yaptıkları gibi konuşuyorsunuz. Suriye’de terör tamamen Türkiye’den geldi. İşi zorlaştıran sizsiniz.”
Ocak ayında Ürdün Kralı Abdullah, önde gelen Amerikan Kongresi üyeleriyle yaptığı dışa kapalı bir toplantıda Erdoğan’ın “bölgede radikal İslami bir çözüm”e inandığını söyledi. Kral, Türkiye’yi dünyaya yönelik stratejik bir meydan okuma olarak sundu: “Biz hala IŞİD’e karşı stratejik değil de taktik problemlerle mücadele etmek zorunda bırakılıyoruz. Bu konuda stratejik olarak bizim yanımızda durmayan Türkler meselesini unutuyoruz.”
Ve Türkiye’deki Batılı istihbarat teşkilatları da İslam Devleti’yle işbirliği iddialarını körükledi.
İngiliz istihbarat servisi MI6’in Türkiye’deki istasyon şefi, bir İngiliz gazeteciyi Türkiye ile İslam Devleti arasındaki bağlantı hakkında bilgilendirdi. Tecrübeli araştırmacı gazeteci Seymour Hersh de 2012-2014 yılları arasında Savunma İstihbarat Teşkilatı Başkanı Korgeneral Michael Flynn’ın adını vererek Türkiye’nin sınırında yabancı savaşçı ve silah kaçakçılığını durdurmak için yeterince gayret sarf etmediğini söylediğini yazdı.
(…)
Amerikan Genelkurmay Başkanlığından ismini vermek istemeyen bir müşavir Hersh’e dedi ki: “Amerikan istihbaratı, Erdoğan hükümetinin yıllardır (Nusra Cephesi’ni) desteklediğini gösteren dinlemeleri ve insan istihbaratını biriktirdi ve şu anda aynısını İslam Devleti için de yapıyor… Bunu kendisine söyleyip Türkiye’den yabancı cihatçı akışını kesmesini istedik. Ama onun hayalleri büyük, Osmanlı İmparatorluğu’nu ihya etmek; bunda ne ölçüde başarılı olabileceğinin farkında bile değil.”
Müşavirin öldürücü cümlesi ise şuydu: “Türkiye’yle birlikte çalıştık, Erdoğan’a sadık olmayanlara güvendik. Ve Suriye’deki cihatçılara [1950-1953] Kore Savaşı’ndan beri kullanılmayan M1 karabinalar da dahil silah depolarında ne kadar modası geçmiş eski silah varsa yollamalarını sağladık. Bu, Esed’in anlayabileceği bir mesajdı: Biz kendi yöntemlerimizle başkanlığın [Z.T.K. Obama’yı kastediyor] politikasını gevşetecek/etkisini azaltacak güce sahibiz.”
“Erdoğan’a sadık olmayan” Türklerle çalışmak ifadesi, 15 Temmuz’da yaşananlar ışığında daha da somut bir anlam kazandı. Hersh ve diğerlerinin aldığı brifingler şu anda Ankara tarafından darbeye bir hazırlık olarak görülüyor.
Biden’ın aslında durumun böyle olmadığı, birlikte çalıştıkları Erdoğan’a sadık olmayan Türklerin onu öldürmeye çalışan ama küçücük bir zamanlama farkıyla bunu başaramayan Türklerin ta kendisi olmadığı konusunda Erdoğan’ı ikna için çok çalışması lazım.
Türkiye’nin NATO’dan ayrılma ihtimali çok düşük. Geçen sene bir Rus savaş uçağının vurulması üzerine Putin dişini gösterdiğinde Türkiye’nin yüzünü döndüğü yer NATO’ydu. Bir dış askeri tehdidin belirmesi halinde Türkiye’nin vereceği tepki yine NATO’ya dönmek olacaktır.
Öte yandan Türkiye’nin de aynı rolü oynayacağının bir garantisi yok, özellikle de hassas güney sınırında. Darbenin iki muhtemel etkisi oldu. Birincisi, Erdoğan Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin milli menfaatlerine göre hareket etmekte artık kendini daha serbest hissedecektir. ABD’nin belirlediği gündemle veyahut gündemsizlikle sınırlı kalmayacaktır. Bir Amerikan vetosuna maruz kalmış hissetmeyecektir.
Bunun sonuçlarını isyancı güçlerin Halep’te ilerleyişinde gördük bile. Esed, Putin’in onayı olmaksızın ABD destekli Kürt güçleri bombalayamazdı ve bu, Türkiye’nin güney sınırında çizdiği kırmızı çizgiye de uyuyordu.
Darbenin ikinci etkisi, Türk ordusunun kendisinde görülecektir. Önümüzdeki süreçte yeni bir ordu kurulacaktır; bunun daha İslami olması gerekmiyor, ama Türk devletine ve Erdoğan’ın bizzat kendisine sadakatini gösterebilmek için elinden gelen her şeyi yapacak bir ordu olacağından hiç şüphe yok. Darbenin ardından Türkiye’de şimdiye kadar yapılmış en büyük miting olan Yenikapı’da Genelkurmay Başkanı’nın verdiği mesaj tam da buydu. Darbe sonrasının yeni ordusu çok daha güçlü ve çok daha iddialı olacaktır, şu anda Suriye’de gördüğümüz gibi.
Suriye çatışmasında ilk kez büyük bir Türk tank birliği Suriye’ye girdi. (…)
Biden çarşamba günü Türkiye’ye uçtu ve bu, Türkiye’nin güney sınırı boyunca verilen Kürt alt-çatışmasının her iki tarafında da ABD’nin eşzamanlı olarak bulunduğu anlamına geliyor. ABD hem sınır boyunca bir devlet kurmaya çalışan Kürt PYD’yi hem de bunu durduracak Türk birliklerini destekliyor. Uyguladıkları Suriye politikasının onları içine düşürdüğü karmaşa işte tam da bu.

Bu çatışmanın tektonik katmanları, NATO’nun veya Pentagon’un rızası/onayı olsun veya olmasın bir kez daha değişti. ABD daha evvel neredeyse hiçbir yerde, şu anda Ortadoğu’da olduğu gibi, düşmanları kadar müttefiklerinden de bir yığın meydan okumayla yüzleşmemişti. Ve Rusya’nın gösterdiği gibi, hor görülen/küçümsenen bir müttefikten daha tehlikelisi yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder