25 Eylül 2016 Pazar

C.KAŞIKÇI: ŞAM, “KABİL’İN FETHİ”NDEN HANGİ DERSLERİ ÇIKARABİLİR?



ŞAM, “KABİL’İN FETHİ”NDEN HANGİ DERSLERİ ÇIKARABİLİR?

Cemal Kaşıkçı (Suudi kraliyet ailesi ve istihbaratına en yakın gazetecilerden. Daha evvel Suudi Arabistan’ın ABD Büyükelçisi Prens Türki el-Faysal’ın basın müşavirliğini yürüttü. Birçok Arap ülkesinde muhabirlik yaptı. Şu anda yazılı ve görsel birçok Arap medya kuruluşunda yazılarıyla ve yorumlarıyla öne çıkıyor)
(İngilizcesi) Arab News, 4.5.2015 / (Arapçası) el-Hayat, 2.5.2015

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…)
Mücahitlerin liderleri, Afganistan tarihinin gördüğü en büyük mecliste (loya jirga) çevrelerini saran hâkimlerden ve siyasetçilerden saha komutanlarına, tüccarlardan göçmenlere kadar yüzlerce Afgan’la Rawalpindi’de toplandı. Hepsinin hayali İslam ve özgürlüğe dayalı yeni bir Afganistan inşa etmekti. Burada bulunan onlarca gazeteciden biriydim. (…)
İki günün ardından tarafların Kabil’deki hükümetten görevi devralacak geçici bir hükümet kurma konusunda anlaşmaya varmaları neredeyse imkansız gibiydi. Hatta Suud ve Pakistan istihbaratı da bu büyük zaferi kutlamaya gelen büyük nüfuz sahibi Müslüman Kardeşler liderleri de, Afgan halkı arasındaki görüş ayrılıklarını uzlaştırmayı veya en azından salondaki kaosa son verip bir anlaşma mekanizmasına vardırmayı başaramadı.
Üçüncü gün, Mevlevi Celaleddin Hakani salona girdi. O dönemde önde gelen mücahit liderlerinden biriydi – daha sonra Taliban’a katılacaktı, bugün ise Amerikalılar tarafından aranmakta. Salonun kapılarını zincirlerle kapattı, adamları da temsilcilerin salonu terk etmelerini engellemek üzere dikildiler. Kalabalık sonunda sakinleşti ve saygı duyanların da nefret edenlerin de kendisinden korktuğu bu adamı dinlediler.
Hakani onlara planını dağıttı ve yedi Sünni ve iki Şii partinin liderlerine her partiden 60 temsilci seçmelerini istedi. Geçici hükümetin üyelerini oylarıyla seçecek diğerleri ise nüfuzlu elitler olacaktı. Bu Afgan versiyonu bir demokrasiydi. O gün güneş batmadan cumhurbaşkanı, yardımcısı ve bakanların isimleri ilan edildi.

Sonraki aşamalar
Suudi Arabistan ve Pakistan, Celalabad’daki bir çiftlikte ilk toplantısını yapan geçici yönetimi tanıdı. Birkaç hafta sonra Kabil’i kurtarmak için askerî bir operasyon düzenlendi ama başarısız oldu ve Kabil’deki Sovyet [yanlısı] yönetim düşmedi. Ardından Saddam Hüseyin Kuveyt’i ele geçirdi ve bunun üzerine Suudi Arabistan dünyanın geri kalanıyla birlikte bu büyük meydan okumayla meşgul hale geldi ve hepsi de Afganistan’ı unutup gitti.
İki yıl sonra herkes Kabil’in Penşir bölgesinden gelen Ahmed Şah Mesud’un eline düşmek üzere olmasına şaşırmıştı. Bölgesel aktörlerin bu durumu çözmek için vakti olmadı. Bu, Afganistan’ın –bugün hala uluslararası toplumun bedelini ödemekte olduğu– kalıcı ve yıkıcı bir iç savaşın ortasına düşmesine yol açtı.
Bu hikayeden öğrenilen ders şu: önemli olaylar herhangi bir dış faktör olmaksızın gerçekleşebilir. Bugün herkes Suudi Arabistan’ın Yemen’de bir zafer elde etmekle meşgul olduğunu, sadece başkentten Husileri ve Ali Abdullah Salih’i çıkarmakla yetinmeyip barışı sağlamayı hedeflediğini biliyor. Bunun için aylara ihtiyaç var ve Türkler –özellikle de iktidar partisi– önümüzdeki ay yapılacak genel seçimleri kazanmakla meşgul. Ancak Suriyeli isyancılar bunu bekleyemezler. Daha önce görülmedik şekilde birlik olmuş durumdalar.
Esed rejimi düşmek üzere (…) Rejimin düşmesinin ardından ahlaki çöküş ve çatlaklar ortaya çıkacaktır ki bu bir fırsat olarak kullanılabilir. Suriye’de art arda yaşanan gelişmeler Riyad’da yapılacak bir toplantıyı veya BM elçisi De Mistura’yla yeni bir müzakere turunu bekleyemez. Karar, Hama ve Humus’taki savaşçılara ulaşmak için önünde sadece birkaç kilometre kalan Idlib’deki savaşçıların elinde. Güneyde Deraa’daki ve Şam’ın kırsalındaki kardeşleriyle iletişim içindeler; seçenekleri analiz edip planlar yapıyorlar. Riyad ve Ankara’nın kendilerinden sabırlı olmalarını istemeyeceğini biliyorlar. Bu iki ülke, İran ve Rusya’yla uluslararası ve bölgesel krizin ortasında sıkıntıya girmemeyi ve daha sonra müdahale etmeyi tercih edeceklerdir.
Ancak Nisan 1992’de Afganistan’da meydana gelen olaylar, daha sonraları mücahitlerin adlandırmasıyla “Kabil’in Fethi”, Afgan krizini sonlandırmayıp yeni, daha maliyetli ve çok daha acı bir dönemi başlattı. Aynısı “Şam’ın Fethi”ne de uyarlanabilir. Eğer ki Beşşar’ın düşüşünün sonuçlarını organize etmek üzere Türkiye ve Suud tarafı somut bir şekilde harekete geçmezse tarih tekerrür edecektir, hatta Suriye’nin kaderi Afganistan’ınkinden de beter olacaktır. Afganistan bize uzak olduğu için ihmal edilebilirdi ama Suriye bizim aramızda.
Tehlikeli meydan okumalar
Beşşar’ın ardından Suriye devrimi üç tehlikeli meydan okumayla yüz yüze kalacak. En tehlikelisi, “isyancıların birliği” [meselesi] ve aralarında çatışmalarına engel olmak. Bu çatışmalar sadece İslamcılarla sekülerler arasındaki siyasi farklılıktan kaynaklanmayıp şehirler, mahalleler ve örgütler arasında da cereyan edecektir. Suriye’nin problemi, tüm isyancıları birleştirecek bir “De Gaulle”e duyulan ihtiyaçtır. Meselenin özü, onların her birinin birer “De Gaulle” olmaları; [bu şartlar altında] Riyad’ın onlara verebileceği en büyük hediye, (Rawalpindi’de Hakani’nin başardığı gibi) ülkeyi seçimlere götürecek, cumhurbaşkanını belirleyecek ve anayasayı hazırlayacak kurucu bir meclisin önünü açacak bir karar alma mekanizması teklif etmektir. Bu, isyancıların eğilimlerindeki farklılıklardan dolayı oldukça zorlu bir görev olacaktır.
İkinci meydan okuma, İran’ın B Planını uygulamasını, yani deniz kenarında mezhepçi bir devleti engellemeyi gerektiriyor. (…)
Bu plan, Arap milliyetçiliğinin çarpan kalbi ve Arap birliği rüyasının yurdu [olarak nitelenen] Suriye’ye yakışmayan bir bölünmeye yol açacaktır. Yine bu, mezhepsel ve etnik temelde bölgeyi bölecek bir projedir. Bunu Suriye’de kabullenmek ciddi bir örnek teşkil ederek her yere yayılacaktır.
Bu sadece bir İran Alevi projesi olmayıp İsrail’de ve bazı Avrupa başkentlerinde öngörülemez taraflarca da desteklenecek öldürücü bir fikirdir. Bu son nokta bu projenin tehlikesini ve önceden harekete geçip etkisizleştirmenin önemini ortaya koyuyor.
Son meydan okuma ise isyancıların zaferlerinden beslenen bir parazit olan IŞİD’dir. (…) IŞİD, ılımlı isyancıların zaferleri sayesinde gücünü kaybetti ama gizli niyetleri ve şüpheli ilişkileri nedeniyle potansiyel bir tehdit olarak hala ortada duruyor.

(…) IŞİD sadece ve sadece onun kötülüklerini tecrübe etmiş, inancıyla motive olan savaşçılar tarafından mağlup edilebilir. (…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder