ŞAM, “KABİL’İN FETHİ”NDEN HANGİ DERSLERİ ÇIKARABİLİR?
Cemal Kaşıkçı (Suudi kraliyet ailesi ve
istihbaratına en yakın gazetecilerden. Daha evvel Suudi Arabistan’ın ABD
Büyükelçisi Prens Türki el-Faysal’ın basın müşavirliğini yürüttü. Birçok Arap
ülkesinde muhabirlik yaptı. Şu anda yazılı ve görsel birçok Arap medya
kuruluşunda yazılarıyla ve yorumlarıyla öne çıkıyor)
(İngilizcesi) Arab News, 4.5.2015 /
(Arapçası) el-Hayat, 2.5.2015
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(…)
Mücahitlerin liderleri,
Afganistan tarihinin gördüğü en büyük mecliste (loya jirga) çevrelerini saran
hâkimlerden ve siyasetçilerden saha komutanlarına, tüccarlardan göçmenlere
kadar yüzlerce Afgan’la Rawalpindi’de toplandı. Hepsinin hayali İslam ve
özgürlüğe dayalı yeni bir Afganistan inşa etmekti. Burada bulunan onlarca gazeteciden
biriydim. (…)
İki günün ardından tarafların
Kabil’deki hükümetten görevi devralacak geçici bir hükümet kurma konusunda
anlaşmaya varmaları neredeyse imkansız gibiydi. Hatta Suud ve Pakistan
istihbaratı da bu büyük zaferi kutlamaya gelen büyük nüfuz sahibi Müslüman
Kardeşler liderleri de, Afgan halkı arasındaki görüş ayrılıklarını uzlaştırmayı
veya en azından salondaki kaosa son verip bir anlaşma mekanizmasına vardırmayı
başaramadı.
Üçüncü gün, Mevlevi Celaleddin
Hakani salona girdi. O dönemde önde gelen mücahit liderlerinden biriydi – daha
sonra Taliban’a katılacaktı, bugün ise Amerikalılar tarafından aranmakta.
Salonun kapılarını zincirlerle kapattı, adamları da temsilcilerin salonu terk
etmelerini engellemek üzere dikildiler. Kalabalık sonunda sakinleşti ve saygı
duyanların da nefret edenlerin de kendisinden korktuğu bu adamı dinlediler.
Hakani onlara planını dağıttı
ve yedi Sünni ve iki Şii partinin liderlerine her partiden 60 temsilci
seçmelerini istedi. Geçici hükümetin üyelerini oylarıyla seçecek diğerleri ise
nüfuzlu elitler olacaktı. Bu Afgan versiyonu bir demokrasiydi. O gün güneş
batmadan cumhurbaşkanı, yardımcısı ve bakanların isimleri ilan edildi.
Sonraki aşamalar
Suudi Arabistan ve Pakistan,
Celalabad’daki bir çiftlikte ilk toplantısını yapan geçici yönetimi tanıdı.
Birkaç hafta sonra Kabil’i kurtarmak için askerî bir operasyon düzenlendi ama
başarısız oldu ve Kabil’deki Sovyet [yanlısı] yönetim düşmedi. Ardından
Saddam Hüseyin Kuveyt’i ele geçirdi ve bunun üzerine Suudi Arabistan dünyanın geri
kalanıyla birlikte bu büyük meydan okumayla meşgul hale geldi ve hepsi de
Afganistan’ı unutup gitti.
İki yıl sonra herkes Kabil’in
Penşir bölgesinden gelen Ahmed Şah Mesud’un eline düşmek üzere olmasına
şaşırmıştı. Bölgesel aktörlerin bu durumu çözmek için vakti olmadı. Bu,
Afganistan’ın –bugün hala uluslararası toplumun bedelini ödemekte olduğu–
kalıcı ve yıkıcı bir iç savaşın ortasına düşmesine yol açtı.
Bu hikayeden öğrenilen ders
şu: önemli olaylar herhangi bir dış faktör olmaksızın gerçekleşebilir. Bugün herkes
Suudi Arabistan’ın Yemen’de bir zafer elde etmekle meşgul olduğunu, sadece
başkentten Husileri ve Ali Abdullah Salih’i çıkarmakla yetinmeyip barışı
sağlamayı hedeflediğini biliyor. Bunun için aylara ihtiyaç var ve Türkler
–özellikle de iktidar partisi– önümüzdeki ay yapılacak genel seçimleri
kazanmakla meşgul. Ancak Suriyeli isyancılar bunu bekleyemezler. Daha önce
görülmedik şekilde birlik olmuş durumdalar.
Esed rejimi düşmek üzere (…)
Rejimin düşmesinin ardından ahlaki çöküş ve çatlaklar ortaya çıkacaktır ki bu
bir fırsat olarak kullanılabilir. Suriye’de art arda yaşanan gelişmeler
Riyad’da yapılacak bir toplantıyı veya BM elçisi De Mistura’yla yeni bir
müzakere turunu bekleyemez. Karar, Hama ve Humus’taki savaşçılara ulaşmak için
önünde sadece birkaç kilometre kalan Idlib’deki savaşçıların elinde. Güneyde
Deraa’daki ve Şam’ın kırsalındaki kardeşleriyle iletişim içindeler; seçenekleri
analiz edip planlar yapıyorlar. Riyad ve Ankara’nın kendilerinden sabırlı
olmalarını istemeyeceğini biliyorlar. Bu iki ülke, İran ve Rusya’yla
uluslararası ve bölgesel krizin ortasında sıkıntıya girmemeyi ve daha sonra
müdahale etmeyi tercih edeceklerdir.
Ancak Nisan 1992’de
Afganistan’da meydana gelen olaylar, daha sonraları mücahitlerin
adlandırmasıyla “Kabil’in Fethi”, Afgan krizini sonlandırmayıp yeni, daha
maliyetli ve çok daha acı bir dönemi başlattı. Aynısı “Şam’ın Fethi”ne de
uyarlanabilir. Eğer ki Beşşar’ın düşüşünün sonuçlarını organize etmek üzere
Türkiye ve Suud tarafı somut bir şekilde harekete geçmezse tarih tekerrür
edecektir, hatta Suriye’nin kaderi Afganistan’ınkinden de beter olacaktır.
Afganistan bize uzak olduğu için ihmal edilebilirdi ama Suriye bizim aramızda.
Tehlikeli meydan okumalar
Beşşar’ın ardından Suriye
devrimi üç tehlikeli meydan okumayla yüz yüze kalacak. En tehlikelisi,
“isyancıların birliği” [meselesi] ve aralarında çatışmalarına engel
olmak. Bu çatışmalar sadece İslamcılarla sekülerler arasındaki siyasi
farklılıktan kaynaklanmayıp şehirler, mahalleler ve örgütler arasında da cereyan
edecektir. Suriye’nin problemi, tüm isyancıları birleştirecek bir “De Gaulle”e
duyulan ihtiyaçtır. Meselenin özü, onların her birinin birer “De Gaulle”
olmaları; [bu şartlar altında] Riyad’ın onlara verebileceği en büyük
hediye, (Rawalpindi’de Hakani’nin başardığı gibi) ülkeyi seçimlere götürecek,
cumhurbaşkanını belirleyecek ve anayasayı hazırlayacak kurucu bir meclisin
önünü açacak bir karar alma mekanizması teklif etmektir. Bu, isyancıların
eğilimlerindeki farklılıklardan dolayı oldukça zorlu bir görev olacaktır.
İkinci meydan okuma, İran’ın B
Planını uygulamasını, yani deniz kenarında mezhepçi bir devleti engellemeyi
gerektiriyor. (…)
Bu plan, Arap
milliyetçiliğinin çarpan kalbi ve Arap birliği rüyasının yurdu [olarak
nitelenen] Suriye’ye yakışmayan bir bölünmeye yol açacaktır. Yine bu,
mezhepsel ve etnik temelde bölgeyi bölecek bir projedir. Bunu Suriye’de
kabullenmek ciddi bir örnek teşkil ederek her yere yayılacaktır.
Bu sadece bir İran Alevi
projesi olmayıp İsrail’de ve bazı Avrupa başkentlerinde öngörülemez taraflarca
da desteklenecek öldürücü bir fikirdir. Bu son nokta bu projenin tehlikesini ve
önceden harekete geçip etkisizleştirmenin önemini ortaya koyuyor.
Son meydan okuma ise
isyancıların zaferlerinden beslenen bir parazit olan IŞİD’dir. (…) IŞİD, ılımlı
isyancıların zaferleri sayesinde gücünü kaybetti ama gizli niyetleri ve şüpheli
ilişkileri nedeniyle potansiyel bir tehdit olarak hala ortada duruyor.
(…) IŞİD sadece ve sadece onun
kötülüklerini tecrübe etmiş, inancıyla motive olan savaşçılar tarafından mağlup
edilebilir. (…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder