İNGİLTERE’NİN SON İMPARATORLUK DEMLERİ
Ben Judah (İngiliz gazeteci, “This Is
London” ve “Fragile Empire” kitaplarının yazarı)
The New York Times, 12.7.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
I. Elizabeth’ten II. Elizabeth’e İngiltere bir imparatorluktu. Ama artık
değil.
[İngiltere’nin AB’den çıkışı anlamına gelen] Brexit, II. Elizabeth’in alacakaranlık yıllarındaki saltanatını Büyük
Britanya tarihinin son faslına dönüştürdü. Brexit taraftarlarının caddelerde
bayrak sallayarak gözyaşları içinde kutladıkları “Bağımsızlık Günü”,
İngiltere’nin 16. asırdan beri büyük güç ve Londra Şehri’nin de dünyanın mali
başkenti olarak oynadığı rolü bitirecek.
I. Elizabeth’in 1558’te tahta çıkmasından sonra onun tüccar girişimcileri
emperyal bir hevese tutulmuştu. II. Elizabeth’in doğduğu sıralarda ise İngiliz
imparatorluğu yerkürenin neredeyse dörtte birine yayılmıştı.
Brexit’in İngiliz azametini yeniden canlandırma, “kontrolü yeniden ele
alma” fantezisi tam aksini tetikleyecek. İngiltere’nin AB’den ayrılma arzusu,
şu an için göründüğü kadarıyla İskoçya’nın İngiltere’den ayrılmasını kaçınılmaz
kılıyor. Yine çoğunluğun AB’den ayrılmaya karşı oy kullandığı Kuzey İrlanda’nın
da statüsüne şüphe düşürüyor.
Bu yanlış arzu, İngiltere’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki varlığının içini
boşaltacak. Büyük güçler kendi arzuları/tercihleri hilafına küçük İngiltere’nin
veto hakkını kullanmasına bundan böyle asla izin vermeyecekler.
İngiltere niçin Brexit’i tercih etti? Buradaki temel saik, egemenlik değil
etnik değişimi reddetme.
Referandumla ilgili halkın nabzını tutmak üzere İngiltere’yi dolaşırken
insanlar bana dediler ki “Bu artık [bizim bildiğimiz] İngiltere değil”;
(…) yüzlerce defa “Ülkemizi artık tanıyamıyoruz” sözünü işittim.
İngiltere’nin orta sınıfı, bu referandumu AB üyeliğinden ziyade bir “göç”
referandumu olarak gördü. Orta sınıf İngilizlere göre “göçmen”, beyaz olmayan
Britanyalı anlamına geliyor. Ayrılık yönünde kullanılan oyların temel
motivasyonu, tasarruf değil [Z.T.K. yani İngiltere bütçesinden AB’ye para
akışını durdurmak değil], kimlikti.
1953 yılında II. Elizabeth tahta çıkarken aynı zamanda Kanada, Avustralya,
Yeni Zelanda, Güney Afrika, Pakistan ve Sri Lanka’nın da kraliçesi olmuştu. O
dönemde ülkede beyaz olmayan Britanyalıların sayısı herhalde 20.000’den azdı.
Britanyalı işçilerin %70’ten fazlası da el işçisiydi.
Londra bugünkü kozmopolit başkentlikten çok çok uzaktı. 1931’de
Londralıların %3’ünden daha azı yabancı bir ülkede doğmuştu. Ve Londra aslında
(…) geçmişte hep tek entili bir şehirdi.
Metropolit elitler, 19. asırdan itibaren İrlandalı ve Yahudi yerleşimcileri
“Britanya’nın bir göçmen ulusu olduğu”na dair bir milli efsane yaratmak için
kullandı; ama tarih bu efsaneye uymuyordu. Biz [Z.T.K. Yahudileri kastediyor
olmalı] bunu unutmayı tercih ediyoruz; ama Britanya’nın İrlandalı
toplulukları 1980’lere kadar korkunç düzeyde bir etnik nefretten ve
ayrımcılıktan muzdariptiler.
Yahudiler 13. asırda Britanya’dan kovulmuş ve 17. asra kadar buraya
yerleşmeleri yasaklanmıştı. Yahudi göçmenlere karşı aşırı husumet, 1905’te
sınırların büyük ölçüde Yahudi göçmenlere kapatılmasına ve daha sonra Nazizm’den
kaçan yüz binlerce Avrupa Yahudi’sinin sığınma başvurusunun reddine kadar
vardı. Galler’de 1911’de Yahudilere karşı bir katliam dahi yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan evvel bu “ada ulusu” üzerinde demografik bir iz
bırakan sadece üç göç dalgası sözkonusuydu: 16. asırda Hollanda’dan ve
Fransa’dan Fransız Protestanları (Huguenot), 19. asrın ortasında İrlandalı
göçmenler ve daha sonraki on yıllarda Yahudi göçmenler. Ama sayıları hep
düşüktü. Huguenotların oranı Londra nüfusunun %1’inden bile azdı; İrlandalı
göçmenlerin oranı, göç hareketinin zirveye ulaştığı 19. asrın ortasında
İngiltere ve Galler nüfusunun %3’üne dahi varmıyordu. 1880-1914 yılları
arasında Britanya’ya göçen Yahudi sayısı ise 250 binden azdı.
II. Elizabeth döneminin en dikkat çekici tarihî eğilimi Britanya’nın ani
etnik dönüşümü oldu. 1931’de kraliçe henüz 5 yaşındayken Britanya nüfusunun
sadece %1,75’i yabancı ülke doğumluydu. O tahttayken İmparatorluğun Britanya’ya
akışına şahit olundu. İlk kez ada Asya, Afrika ve Karayiplerden beyaz olmayan
büyük ölçekli bir göçmen akışı yaşadı. 2011’de Kraliçe 85 yaşına ulaştığında
İngiltere ve Galler nüfusunun yaklaşık %20’si bizzat göçmen veya göçmen
çocuğuydu.
Kraliçenin 90. doğum gününü kutladığı bu sene beyaz olmayan vatandaşlarının
oranı %12’ye tekabül ediyordu. İşte bu, yeni İngiltere. Ama Londra çoktan başka
bir ülkeye dönüştü bile. 1971’de Londralıların hala %86’sı beyaz İngiliz iken
40 yıl sonra bu oran nüfusun yarıdan çok daha azına düştü. %60’ından daha azı
beyaz İngiliz olan şehirler arasında Slough, Leicester, Luton ve Birmingham
gibi büyük şehirler de var. Etnik değişim ivme kazanmış durumda: 2050’ye kadar
beyaz olmayan Britanyalıların oranı %30’a kadar çıkabilir.
AB’de kalma taraftarlarının iddiasına göre, referandumda en fazla Brexit
yönünde oy verenler düşük göç alan yerlerden. Oysa şu ayrıntıyı kaçırıyorlar:
Beyaz İngiliz aileler, farklı bölgelerden bu yerlere aktılar. İnsanlar bu yeni
yaşadıkları yerlerin de Londra’ya dönüşmesine karşı olduklarından, bir göçmen
ulusuna dönüşmek istemediklerinden “Brexit” dediler.
(…) eski başbakanlardan Margaret Thatcher’ın memleketi Grantham’da insanlar
bana şunu söyledi: İngiltere “milyonlarca Türk’ün akışıyla çökecek”. Hatta
Londra’nın doğusundaki kenar mahallelerden Romford’da “İngilizlerle göçmenler arasında
bir iç savaş çıkacak” uyarılarıyla karşılaştım.
Brexit’ten bu yana İngiltere’yi bir saldırı, kundaklama ve taciz dalgası
vurdu. Tarihsel olarak etnik değişim, bir toplumun geçirebilecek en zorlu
deneyimlerden biridir. Peki ama bu öfke niye şimdi bu yoğunlukta alevlendi?
Bunun nedenlerinden biri, AB’den çıkış kampanyası mesajının İngiltere’nin
üstü örtülü bir Alman diktası altında olduğunu salık vermesi. Görüştüklerimin
çoğu, Türkiye’nin üyeliğinin kapıda olduğuna inandığından, AB’den bir göçmen
dalgasının eli kulağında olduğunu düşünüyordu. İşte Brexit referandumunu,
–duygusal içeriği bakımından– geçen sene Yunanistan’da yapılan ve İkinci Dünya
Savaşı benzeri bir psikodramaya neden olan kurtarma paketi referandumuna
ürkütücü bir şekilde benzer kılan tam da buydu.
Seyahatlerimde sık sık yazar J.G. Ballard hatırıma gelir. Ona göre,
“İngilizler tuhaf bir eski güruhtur” ve “sanki savaşı kazanmış gibi konuşur ama
kaybetmiş gibi davranır.”
“Kenar mahalleler şiddetin hayalini kuruyor” diye yazmıştı. Alttan alta
Ballard, Britanyalılığın –imparatorluk, kilise, donanma, sınıf gibi– asırlık
sütunlarının paramparça olduğu öfkeli, kaybetmiş bir toplum görüyordu. Bu
çözülme hali, varlığının sona ermesinden çok uzun yıllar sonra dahi Britanya
içinde devam etmekte.
Ve şimdi, nostaljiyle yaşayan, ne yaptığının farkında olmayan
hayalperestler, Büyük Britanya’nın parça parça olmuş son kalıntısını da yerle
bir ettiler. Bu artık İngiltere olmaktan çıkan İngiltere’nin kraliçesi, o
kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder