25 Eylül 2016 Pazar

B.JUDAH: İNGİLTERE’NİN SON İMPARATORLUK DEMLERİ



İNGİLTERE’NİN SON İMPARATORLUK DEMLERİ

Ben Judah (İngiliz gazeteci, “This Is London” ve “Fragile Empire” kitaplarının yazarı)
The New York Times, 12.7.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

I. Elizabeth’ten II. Elizabeth’e İngiltere bir imparatorluktu. Ama artık değil.
[İngiltere’nin AB’den çıkışı anlamına gelen] Brexit, II. Elizabeth’in alacakaranlık yıllarındaki saltanatını Büyük Britanya tarihinin son faslına dönüştürdü. Brexit taraftarlarının caddelerde bayrak sallayarak gözyaşları içinde kutladıkları “Bağımsızlık Günü”, İngiltere’nin 16. asırdan beri büyük güç ve Londra Şehri’nin de dünyanın mali başkenti olarak oynadığı rolü bitirecek.
I. Elizabeth’in 1558’te tahta çıkmasından sonra onun tüccar girişimcileri emperyal bir hevese tutulmuştu. II. Elizabeth’in doğduğu sıralarda ise İngiliz imparatorluğu yerkürenin neredeyse dörtte birine yayılmıştı.
Brexit’in İngiliz azametini yeniden canlandırma, “kontrolü yeniden ele alma” fantezisi tam aksini tetikleyecek. İngiltere’nin AB’den ayrılma arzusu, şu an için göründüğü kadarıyla İskoçya’nın İngiltere’den ayrılmasını kaçınılmaz kılıyor. Yine çoğunluğun AB’den ayrılmaya karşı oy kullandığı Kuzey İrlanda’nın da statüsüne şüphe düşürüyor.
Bu yanlış arzu, İngiltere’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki varlığının içini boşaltacak. Büyük güçler kendi arzuları/tercihleri hilafına küçük İngiltere’nin veto hakkını kullanmasına bundan böyle asla izin vermeyecekler.
İngiltere niçin Brexit’i tercih etti? Buradaki temel saik, egemenlik değil etnik değişimi reddetme.
Referandumla ilgili halkın nabzını tutmak üzere İngiltere’yi dolaşırken insanlar bana dediler ki “Bu artık [bizim bildiğimiz] İngiltere değil”; (…) yüzlerce defa “Ülkemizi artık tanıyamıyoruz” sözünü işittim.
İngiltere’nin orta sınıfı, bu referandumu AB üyeliğinden ziyade bir “göç” referandumu olarak gördü. Orta sınıf İngilizlere göre “göçmen”, beyaz olmayan Britanyalı anlamına geliyor. Ayrılık yönünde kullanılan oyların temel motivasyonu, tasarruf değil [Z.T.K. yani İngiltere bütçesinden AB’ye para akışını durdurmak değil], kimlikti.
1953 yılında II. Elizabeth tahta çıkarken aynı zamanda Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Pakistan ve Sri Lanka’nın da kraliçesi olmuştu. O dönemde ülkede beyaz olmayan Britanyalıların sayısı herhalde 20.000’den azdı. Britanyalı işçilerin %70’ten fazlası da el işçisiydi.
Londra bugünkü kozmopolit başkentlikten çok çok uzaktı. 1931’de Londralıların %3’ünden daha azı yabancı bir ülkede doğmuştu. Ve Londra aslında (…)  geçmişte hep tek entili bir şehirdi.
Metropolit elitler, 19. asırdan itibaren İrlandalı ve Yahudi yerleşimcileri “Britanya’nın bir göçmen ulusu olduğu”na dair bir milli efsane yaratmak için kullandı; ama tarih bu efsaneye uymuyordu. Biz [Z.T.K. Yahudileri kastediyor olmalı] bunu unutmayı tercih ediyoruz; ama Britanya’nın İrlandalı toplulukları 1980’lere kadar korkunç düzeyde bir etnik nefretten ve ayrımcılıktan muzdariptiler.
Yahudiler 13. asırda Britanya’dan kovulmuş ve 17. asra kadar buraya yerleşmeleri yasaklanmıştı. Yahudi göçmenlere karşı aşırı husumet, 1905’te sınırların büyük ölçüde Yahudi göçmenlere kapatılmasına ve daha sonra Nazizm’den kaçan yüz binlerce Avrupa Yahudi’sinin sığınma başvurusunun reddine kadar vardı. Galler’de 1911’de Yahudilere karşı bir katliam dahi yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan evvel bu “ada ulusu” üzerinde demografik bir iz bırakan sadece üç göç dalgası sözkonusuydu: 16. asırda Hollanda’dan ve Fransa’dan Fransız Protestanları (Huguenot), 19. asrın ortasında İrlandalı göçmenler ve daha sonraki on yıllarda Yahudi göçmenler. Ama sayıları hep düşüktü. Huguenotların oranı Londra nüfusunun %1’inden bile azdı; İrlandalı göçmenlerin oranı, göç hareketinin zirveye ulaştığı 19. asrın ortasında İngiltere ve Galler nüfusunun %3’üne dahi varmıyordu. 1880-1914 yılları arasında Britanya’ya göçen Yahudi sayısı ise 250 binden azdı.
II. Elizabeth döneminin en dikkat çekici tarihî eğilimi Britanya’nın ani etnik dönüşümü oldu. 1931’de kraliçe henüz 5 yaşındayken Britanya nüfusunun sadece %1,75’i yabancı ülke doğumluydu. O tahttayken İmparatorluğun Britanya’ya akışına şahit olundu. İlk kez ada Asya, Afrika ve Karayiplerden beyaz olmayan büyük ölçekli bir göçmen akışı yaşadı. 2011’de Kraliçe 85 yaşına ulaştığında İngiltere ve Galler nüfusunun yaklaşık %20’si bizzat göçmen veya göçmen çocuğuydu.
Kraliçenin 90. doğum gününü kutladığı bu sene beyaz olmayan vatandaşlarının oranı %12’ye tekabül ediyordu. İşte bu, yeni İngiltere. Ama Londra çoktan başka bir ülkeye dönüştü bile. 1971’de Londralıların hala %86’sı beyaz İngiliz iken 40 yıl sonra bu oran nüfusun yarıdan çok daha azına düştü. %60’ından daha azı beyaz İngiliz olan şehirler arasında Slough, Leicester, Luton ve Birmingham gibi büyük şehirler de var. Etnik değişim ivme kazanmış durumda: 2050’ye kadar beyaz olmayan Britanyalıların oranı %30’a kadar çıkabilir.
AB’de kalma taraftarlarının iddiasına göre, referandumda en fazla Brexit yönünde oy verenler düşük göç alan yerlerden. Oysa şu ayrıntıyı kaçırıyorlar: Beyaz İngiliz aileler, farklı bölgelerden bu yerlere aktılar. İnsanlar bu yeni yaşadıkları yerlerin de Londra’ya dönüşmesine karşı olduklarından, bir göçmen ulusuna dönüşmek istemediklerinden “Brexit” dediler.
(…) eski başbakanlardan Margaret Thatcher’ın memleketi Grantham’da insanlar bana şunu söyledi: İngiltere “milyonlarca Türk’ün akışıyla çökecek”. Hatta Londra’nın doğusundaki kenar mahallelerden Romford’da “İngilizlerle göçmenler arasında bir iç savaş çıkacak” uyarılarıyla karşılaştım.
Brexit’ten bu yana İngiltere’yi bir saldırı, kundaklama ve taciz dalgası vurdu. Tarihsel olarak etnik değişim, bir toplumun geçirebilecek en zorlu deneyimlerden biridir. Peki ama bu öfke niye şimdi bu yoğunlukta alevlendi?
Bunun nedenlerinden biri, AB’den çıkış kampanyası mesajının İngiltere’nin üstü örtülü bir Alman diktası altında olduğunu salık vermesi. Görüştüklerimin çoğu, Türkiye’nin üyeliğinin kapıda olduğuna inandığından, AB’den bir göçmen dalgasının eli kulağında olduğunu düşünüyordu. İşte Brexit referandumunu, –duygusal içeriği bakımından– geçen sene Yunanistan’da yapılan ve İkinci Dünya Savaşı benzeri bir psikodramaya neden olan kurtarma paketi referandumuna ürkütücü bir şekilde benzer kılan tam da buydu.
Seyahatlerimde sık sık yazar J.G. Ballard hatırıma gelir. Ona göre, “İngilizler tuhaf bir eski güruhtur” ve “sanki savaşı kazanmış gibi konuşur ama kaybetmiş gibi davranır.”
“Kenar mahalleler şiddetin hayalini kuruyor” diye yazmıştı. Alttan alta Ballard, Britanyalılığın –imparatorluk, kilise, donanma, sınıf gibi– asırlık sütunlarının paramparça olduğu öfkeli, kaybetmiş bir toplum görüyordu. Bu çözülme hali, varlığının sona ermesinden çok uzun yıllar sonra dahi Britanya içinde devam etmekte.

Ve şimdi, nostaljiyle yaşayan, ne yaptığının farkında olmayan hayalperestler, Büyük Britanya’nın parça parça olmuş son kalıntısını da yerle bir ettiler. Bu artık İngiltere olmaktan çıkan İngiltere’nin kraliçesi, o kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder