AMERİKAN ÜSTÜNLÜĞÜ ABARTILIYOR MU?
Robert Kaplan (Amerikalı dış politika yazarı;
Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
The National Interest, 7.8.2016
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Uluslararası sistem, Ortadoğu ve dış politika konularında dikkatle okunmayı hak eden çok önemli makaleler kaleme alan Robert Kaplan'ın daha evvel tercüme ettiğim 15 yazısını okumak için tıklayınız.
Güç hem mutlak hem de mukayeseli olabilir. Bir devletin mukayeseli gücü azalırken mutlak gücü artabilir veya tam aksine, mukayeseli gücü artarken mutlak gücü azalabilir. Zannedersem ABD 21. yüzyılda bu ikinci durumda olacak. ABD’nin dünyadaki olayları etkileme kabiliyeti giderek azalacak; ancak diğer büyük devletlerin ve blokların gücü daha da fazla azalacağından ABD eskisine göre mukayeseli olarak daha güçlü ama daha etkisiz hale gelecek.
ABD’nin şüphesiz ekonomik, sosyal ve siyasi problemleri var. Ekonomisi,
yeterince hızlı bir şekilde ve ailelerin onurlu bir hayat sürmesini
sağlayabilecek muteber iş imkânlarının sayısını artıracak ölçüde düzgün bir
büyüme kaydetmiyor. Sosyal açıdan dijital çağ, aşırı bilgi yüklemesine rağmen,
elektronik medyayla bağlantılı okur-yazar (post-literate) cehaleti ve
çürümesini beraberinde getiriyor, öyle ki insanlar artık kitaplarla değil televizyon
programlarıyla yetişiyor. Donald Trump, işte bu dijital barbarlığın tam da
müşahhaslaşmış bir örneği – internette görülen öfkeli ve hakaretvari yorum
cereyanının adeta bir özeti gibi. Siyaseten ise biz hem daha fazla parçalanmış
hem de daha aşırı bir noktadayız.
Ancak ABD’nin problemleri her durumda Rusya, Çin ve AB’ninkilere kıyasla
tercihe şayandır. Bu güçler, yukarıda bahsettiğim problemlerin tamamına
sahipler. Bu arada Rusya, iktisadi bir serbest düşüş içinde ve Yugoslavya
tecrübesinden daha yumuşak bir parçalanma ihtimali ve yıkıcı bir gelecekle yüz
yüze. Çin’in yavaşlayan ekonomisinin yumuşak inişini ne ölçüde planlama
kabiliyeti olduğu şüpheli; her ne kadar onun Uygur Türk’ü olan Müslüman
vatandaşları, ekonomik yavaşlamanın etnik ayaklanmalara dönüşebileceği Orta
Krallığın milletler hapishanesi olduğunu gösterse de. AB’ye gelince, üye
ülkelerin pek çoğundaki siyasetçiler sosyal refah devletini köklü bir reformdan
geçirme cesaretine sahip değiller ve bu reform olmadan da iktisadi büyüme kaydedilemez.
Kısaca içeride öfkeli popülizmle kuşatılan, dışarıdan da Müslüman göçmenlerin
akınına uğrayan durgun toplumlar var ortada. Bu şartlar altında Avrupa’da idari
üst yapının derin bir krizde olması hiç şaşırtıcı değil.
Diğer bir deyişle, her ne kadar Amerika’nın problemleri gözümüzü korkutsa
da bu aslında diğer güçlerinki kadar derin ve yapısal değil.
Bu durum Amerikan ordusunu etkiliyor. Unutmayın ki kara kuvvetleri muhtemel
durumlar için kenarda beklese de hava ve deniz kuvvetleri gerek barış gerekse
savaş zamanı günlük olarak güç projeksiyonu yapmak durumunda. Ve hava ve deniz
araçları aşırı derecede pahalı olduğundan bu durumun sürdürülebilmesi için
iktisadi büyüme ve istikrar şart. Öte yandan doğal kaynaklar, özellikle de
hidrokarbon kaynakları bakımından zengin olan ABD’nin diğer güçlere kıyasla
hava ve deniz araçlarını temin edebilme kabiliyeti çok daha fazla.
ABD’nin mukayeseli gücü Rusya, Çin ve AB’ye kıyasla çok daha fazla olsa da
Washington’ın yurtdışındaki olayları etkileme kabiliyeti giderek azalacak.
ABD’nin kendisi bir demokrasi olabilir. Ancak aynı zamanda –Vietnam, Afganistan
ve Irak savaşlarına rağmen– genel anlamda dünyanın her yerinde kendisiyle
uyumlu devletlerin liderleri üzerinden –ki bu devletler çoğunlukla
diktatörlüklerdi– rahatlıkla nüfuzunu yayabilen bir statüko gücü olageldi.
Gerçekten de Ortadoğulu diktatörlükler, olayları yönlendirmek ve krizlerle baş
etmek için –liderlerle bireysel düzeyde ilişkiler kurmak suretiyle– bir
saltanat diplomasisi yürütme imkanı sunuyordu. Ancak bu çağ da artık bitiyor.
Ve istikrarlı diktatörlükleri istikrarlı demokrasilerle değiştirmek yerine, şu
anda son derece karmakarışık demokrasilere ve kaotik devletlere sahibiz; dahası
Washington bunlara baskı uygulama noktasında çok daha fazla meydan okumalarla
karşılaşıyor. Kısaca bir demokrasi olarak ABD, daha demokratik bir dünyaya
nüfuz etmenin daha zor olduğunu görüyor. Vestfalya modern devletler sistemi
ABD’nin rahatlıkla müdahale edebildiği ve etkileşim kurabildiği bir sistemdi.
Ancak bizatihi bu sistem artık zayıflıyor.
Devasa savaş gemileri ve uçaklarıyla, (tabii ki eğer Trump’ın başkanlığı
engellenebilirse) Rusya, Çin ve AB’den siyaseten daha sıhhatli ve fakat dünyada
istediği gibi at koşturamayan bir ABD heyulası, Washington’daki elitleri hayal
kırıklığı içinde çıkmaza sürükleyecek. Mütemadiyen harekete geçmeyi arzu
edecekler, bu konuda kamuoyu desteği giderek azalsa dahi. Buradan problemin
özüne/püf noktasına gelelim:
ABD’nin devasa ve pahalı bir orduya sahip olması refah içindeki orta
sınıfın bunu kabullenmesi sayesindeydi. Ancak orta sınıf, küçülen bir üst-orta
sınıf ile giderek büyüyen ve sadece bir-iki talihsizlikle fakirliğe düşebilecek
bir alt-orta sınıf olarak parçalanıyor. Bu yeni ortaya çıkmakta olan sosyal
tabakalaşma, öyle zannediyorum ki, her şeye rağmen büyük bir orduyu
desteklemeyi sürdürecek; ancak toplumumuzun fakir kesimlerinin bedelini
kanlarıyla ödeyecekleri askeri maceraları destekleme ihtimalleri giderek
azalacaktır. Her şeye rağmen yurtdışına askeri müdahalelerine devam eden, orta
sınıfı küçülen zengin ve fakirlerden müteşekkil bir devlet, tanımı gereği
emperyal bir devlettir. Bunun başımıza dert açması muhtemeldir. Daha evvel da
yazdığım üzere, emin olun ki ABD, tarihinin büyük çoğunluğunda emperyalvari bir
konumdaydı; ancak orta sınıfımız erimeye devam ederse bir daha asla bu konumda
kalamayabiliriz. Bu yüzden Amerikan üstünlüğü ahlaken daha da problemli bir
hale gelebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder