DÜNYA
SAVAŞ ÖNCESİ HALİ YAŞIYOR
Röportajı
veren: Sergey Karaganov (2001-2013 yılları arasında Rus Devlet
Başkanı Vladimir Putin’in dış politika danışmanı. Tarih doktoru, Milli
Araştırma Üniversitesi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler dekanı ve aynı
zamanda Dış ve Savunma Politikası Konseyinin onursal başkanı)
Röportajı
yapan: Yevgenia Albats ve Boris Yunanov
Russia
in Global Affairs, 26.2.2016 (Rusça orijinali: The New Times)
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
Kırım’da
yaşananlar kaçınılmazdı
Sizinle
en son Kırım’ın ilhakından kısa bir süre sonra mülakat yapmıştık (The New Times, 21.4.2014).
Siz o mülakatta [ilhakı], Rusya büyük ihtimalle Kırım’da Yugoslavya
senaryosunu engelledi ve Kırım’daki durum ahlaki ve hukuki açıdan Kosova’dan
çok daha iyi diyerek meşrulaştırmıştınız. Yine Kırım, Rusya’ya iç politikada
avantaj sağladı da demiştiniz. Üzerinden neredeyse iki sene geçti. Sonuçlar tam
bir felaket: ekonomi derin bir kriz içinde, para birimimiz ruble üçte iki değer
kaybetti, artık Rus iş dünyasına Batı’dan ucuz borç verilmiyor ve yakın
gelecekte de böylece devam edecekmiş gibi görünüyor, Rusya Suriye’ye müdahale
etti, Türkiye’yle kavgalı hale geldi ve BM’de aleni problemler yaşıyor – bunlar
meselenin “ahlaki ve hukuki” yönleri. Bu gerçekten gerekli miydi? Son iki
seneyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bütün
bunları, muhteşem dış politika zaferleri dizisi ve olağanüstü iktisadi
başarısızlıklar olarak değerlendiriyorum. Ekonomimizin çökeceği zaten beş,
hatta yedi sene evvelinden belliydi, mevcut hükümetle bağları olmayan işinin
ehli tüm iktisatçılar bunu söylüyordu.
2008-2009’da
bir önceki iktisadi krizimizi yaşadığımız dönemde yani?
Evet, öyle.
2009’da krizden daha henüz çıkmaya başladığımızda yenisinin çok da uzakta
olmadığı belliydi; zira ekonomide hiçbir reform yapılmadı. 2010-2011’de
belirgin bir yavaşlama başlamıştı. O yüzden rublenin devalüasyonundan dış
politika sorumlu tutulamaz; ama hem etkili bir iktisadi ve sosyal politika
uygulamayan elitlerimiz hem de böyle bir politikanın uygulanmasını talep etme
azmi göstermeyen halkımız sorumlu. Bu birinci nokta. İkincisi ise petrol
fiyatlarındaki düşüş. Pek değerli elitimiz Rusya’nın büyük bir enerji gücü
olacağına bizi inandırmaya çalışırken bunun saçmalık olduğunu söyleyip durdum.
Problem şu ki –gerek Kremlin yanlısı gerekse karşıtı– bütün elitimiz hep kaynak
kirasından/rantından beslendi. Aslında –iyice fakir veya işinin oldukça ehli
bir küçük grup dışında– bu ülkedeki insanların ekseriyeti, ekmeğini çalışarak
kazanmadı, kira parasıyla geçindi. Şimdi artık para kazanmak için çalışmak
zorunda kalacaklar. Demem odur ki, bu arka plana karşın bizim dış politikamız
son derece muhteşem görünüyor.
Ciddi
misiniz?
Evet,
kesinlikle. Normalde ekonomisi çöküşte bir ülkenin stratejik olarak etkili bir
dış politikası olamaz. Bu açıdan paradoks gibi görünse de gerçek bu. Ancak
Kırım’da yaşanan önlenemezdi. Bunu iki sene evvel söyledim, şimdi yine
tekrarlayabilirim.
Önlenemez
olan neydi, ilhak mı?
Siz buna
“ilhak” diyorsunuz, ama ben Ukrayna Krizi öncesinde ve esnasında (Batılı)
ortaklarımızın yaptıklarına Rusya’nın verdiği güçlü tepki diyorum. Eğer ki
Batılı örgütler Ukrayna’ya uzanırlarsa buradan bir savaş çıkacağına öteden beri
-15, 10 ve 7 yıl öncesinden beri- hep inandım (ve hatta dillendirdim). Aslında
bunun büyük bir savaş olmasından korkuyordum ve şimdiye kadar, binlerce cana
mal olmasına ve on binlerce mülteciyi evinden etmesine rağmen, küçük bir savaş
olarak kalmasından oldukça memnunum. Her şeye rağmen bu bedeller de
Yugoslavya’yla veya Suriye’yle karşılaştırıldığında hiçbir şey sayılmaz. Şunu
anlamıyız ki Ukrayna Krizi SSCB’nin çöküşünün gecikmiş etkilerinden biri.
1992-2001 arasında sayısız Rus-Ukrayna komisyonuna başkanlık ettim ve bunu
yapma sebebim, bir savaşa sürüklenebileceğimizi bilmemdi ve bunu önlemek için
de iki taraf arasında ilişkiler ve dostluklar inşa etmeye çalıştım. Ama bir
noktadan sonra çok yorulduğumdan bu işi bıraktım.
Bana göre
Ukrayna hikâyesi, Avrupalı meslektaşlarının arkasına [sığınarak gizlice]
oyununu oynayan Amerikalıların, Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilme sürecini
başlatmaya karar verdiklerini 2007-2008’de keşfettiğimizde başladı. Bildiğim
kadarıyla, [dönemin Ukrayna Devlet Başkanı] Victor Yuşçenko’yla yaptıkları bir
anlaşma uyarınca Yuşçenko örgüte adaylık için başvuracak ve Amerikalılar da
konuyu NATO zirvelerinden birinde oylatacaktı. Bu gerçekleşmedi; çünkü Almanya
ile Fransa protesto etti ve ortalığı birbirine kattı. Bunun üzerine
Amerikalılar, gelecekte bir gün Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya kabul
edilebileceğine dair sadece bir açıklama yapabildi. Putin, Bükreş’teki NATO
zirvesinde, eğer ki Ukrayna’nın NATO’ya kabulü meselesi bir kez daha gündeme
gelirse ortada Ukrayna diye bir ülke kalmayacağını çok net bir şekilde ifade
etti. Gelinen noktada kısmen de olsa bu sözünü tuttu. Dış politikamızı başarılı
kılan şey, son iki yıldır ortaklarımızın, Rusya’nın –tıpkı daha evvel olduğu
gibi– bundan böyle kendi menfaatlerine göre hareket edeceği ve bu menfaatlere
saygı duyulması gerektiği fikrine yavaş yavaş razı olmaları.
Küresel
oyunlar
Afrika’da,
Latin Amerika’da ve bir ölçüde Asya’da ciddi nüfuzu olsa dahi SSCB dağıldı…
Rusya’nın ise böyle bir nüfuzu yok.
Öncelikle,
nüfuz alanları veya bölgeleri dünyanın doğal bir halidir. Eğer ki birileri
tutup da bunu reddetmeye kalkışırsa sonucuna katlanır. İkincisi, SSCB,
kendisini ayakta tutan komünist ideolojinin çöküşünün ardından dağıldı.
Haklısınız, SSCB’nin 1950’ler, 1960’lar ve 1970’lerde Afrika ve Latin
Amerika’da belli bir nüfuzu vardı. Hatta komünist fikirlerin cazibesine kapılan
solcu güçler Avrupa’da da oldukça kuvvetliydi. Ama devasa maliyetine rağmen bu
nüfuz, 1980’lere gelindiğinde neredeyse tamamen tükenmiş/eskimişti. Aslında SSCB,
hacim olarak, dünyanın geri kalanından toplamda çok daha fazla iktisadi yardım
yaptı.
SSCB’nin ayrıca
berbat bir jeopolitik konumu vardı, bugünün Rusya’sınınkinden çok daha kötüydü:
sol tarafında –muhalif olduğumuz ve iktisaden bizden çok daha güçlü olan–
bütünleşmiş bir Batı’yla yüzleşiyordu, sağında ise hasım Çin’le karşı karşıya
geliyordu. Bu, çift-kutuplu değil üç-kutuplu bir dünyaydı: iki kutup birlikte [Batı
ve Çin] bir kutba [SSCB] karşıydı. Bugün Rusya çok daha iyi bir
konumda.
Rusya’nın
nüfuz satın almak için para ödemeden de küresel bir oyuncu olabileceğini mi
söylüyorsunuz?
Rusya
kesinlikle küresel bir oyuncu. Şu anda dünyada bu küresel oyunculardan üç tane
var: ABD, Rusya ve Çin. Öngörülebilir bir gelecekte bunlara belki bir
dördüncüsü, Hindistan da katılabilir. Hepsi bu kadar. Başka oyuncu yok. Ama
SSCB’nin aksine Rusya ideolojik bir oyuncu değil. Belki zamanla olabilir, ama
şahsen ben böyle bir şey görmek istemem.
Peki,
ne görmek istersiniz?
Kendi
menfaatleri ve kendi özü doğrultusunda hareket eden, güçlü ve bağımsız bir güç
olarak ortaya çıkan bir Rusya görmek isterim.
Peki,
bizim özümüz nedir?
İki milli
fikrimiz var. Birincisi bağımsızlık veya egemenlik ve ikincisi savunma. Devlet
Başkanı Putin kısa süre evvel bunları “vatanperverlik” kavramı altında
birleştirdi. Egemenlik, güvenlik ve savunma olduğu sürece doğru yoldayız
demektir.
Acaba
bu doğru yol mu? Çünkü televizyonun bizi ikna etmeye çalıştığı üzere “her
yerimizde düşman” var. Veyahut birileri bize gerçekten saldırmak veya işgal
etmek istiyor mu?
Bizi hiç kimse
işgal etmeyecek. Ancak şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki, demokratik ülkelerin
en barışsever savunma ittifakı sayılan NATO, nükleer kapasiteye sahip eski
SSCB’nin namlusunun ucunda artık olmadığını gördüğü anda, Balkanların
Gorbaçov’u olarak görülen, demokratik yolla seçilmiş bir cumhurbaşkanı bulunan
Yugoslavya’yı bombalamaya başlamakta hiç tereddüt etmedi. Ardından bu savunma
ittifakını oluşturan ülkelerin ekseriyeti, devlet başkanı pek de hoş görülmeyen
Irak’a saldırdı. 1 milyona yaklaşan can kaybıyla ülke paramparça olmasına
rağmen daha sonra aynısı Libya’da yapıldı.
Demokrasi
bizatihi iyidir, ama dizginlenemeyen demokrasi kötüdür. Rus dış politikasının
iyi olan tarafı, “demokratik Mesihçilik” denilen yeni musibetten dünyayı
vazgeçirtiyor. Farklı türde Mesihçiliklere şahit oluyoruz: Hristiyan, komünist
ve İslamcı. Ama hepsi de (dışarıdan kuvvet kullanarak) kendi dünya vizyonlarını
dayatma arayışındalar. Şimdi artık herkes bunun bir kez daha olmasına izin
verilmeyeceğini anlamaya başlıyor. Şükürler olsun. Bu, ülkelerin ve halklarının
kendi yollarını tamamen veya kısmen bilinçli bir şekilde seçme şansına sahip
olması anlamına geliyor. Ve işte bu, özgürlüktür.
Peki
ama Rusya, Girkin–Strelkov, Givi veya Motorola gibi kişilerle birlikte
çalışarak “Rus dünyası”nı Donbass’a [Ukrayna’nın ayrılıkçı doğu bölgesine]
taşıyıp ardından binlerce cana mal olduğunda, acaba bu ne tür bir “Mesihçiliğe”
tekabül ediyor?
Ukrayna’da
büyük bir hata yapıldı. Rus elitin önemli bir kısmı Ukraynalıların bizimle
birleşmek isteyen dostane bir halk olduğuna ve Donbass’ın bunun yolunu
açacağına inandı. Ancak ortaya çıktı ki Ukrayna halkı bizimle birleşmek
istemedi. İşte bu yüzden acaba bizim böyle bir birliğe ihtiyacımız hakikaten
var mıydı? Rus elitler geçtiğimiz çeyrek yüzyılda Ukrayna’nın nasıl
perişan edildiğini fazla anlamadı. Ancak Kırım’a girdiğimizde bunun farkına
vardılar…
Yalnız
oynamak ve üstünlük taslamak
Suriye’deki
askeri operasyonların, Rus liderliğinin Batı’nın Ukrayna’dan dikkatini dağıtma
ve böylece uluslararası terörizmle ortak mücadele söylemini kullanarak
izolasyonu kırma girişimi olduğuna dair yaygın bir kanaat var. Buna katılıyor
musunuz?
Öncelikle,
Rusya ve silahlı kuvvetleri Suriye’de gördüğümüz tarzda müdahaleye karşı yıllardır
hazırlık yapıyor. Operasyon için adam akıllı etraflıca hazırlık da yapıldı.
Bunun kendileri için tam bir sürpriz olduğunu söyleyenler ya ahmaktır ya da
yalancıdır. Rusya, askeri uzmanlarını, teknik donanımlarını ve askeri
teçhizatını hava köprüsüyle taşıdı; uçak pistlerini ve ikmal yollarını tamir
etti; askerler için kalacakları evler inşa etti. Bütün bunlar sebepsiz yere
niçin yapılsın? Sadece parayı çöpe atmak için mi? İlk savaş uçağımız daha yere
inmeden bir yıl öncesinden beri Lazkiye üssünde çalışmalara başladık.
Suriye’ye
müdahalemizin birçok sebebi var. Birincisi, uzunca bir süre evvel Ortadoğu’nun
önümüzdeki on yıllar içinde felaketlere sürüklenmeye meyyal olduğunu fark
etmiştik: Asırlara dayanan İran ve inanılmaz bir ben-idrakine sahip İsrail dışında
bölgedeki devletlerin çoğu önümüzdeki 20-30 yılda parçalanacaktı. Bizim için
cevaplanması gereken soru şuydu: Acaba Ortadoğu bizsiz mi parçalanacak, yoksa
biz orada bir şeyleri tamir etmeye/düzenlemeye mi çalışmalıyız? Çünkü orada on
binlerce potansiyel terörist var ve onların orada birbirini öldürmesi, çoğalıp
bizim sınırlarımıza doğru ilerlemelerinden çok daha iyi olacaktı.
İkincisi, Rusya
daha büyük bir felaketi –yani önce Suriye’de ardından da Ortadoğu’nun diğer
yerlerinde Sünnilerden veya Şiilerden birinin kazanması halinde yaşanması
kaçınılmaz olan felaketi– önlemek için bölgede bir denge sağlamak gerektiğinin
farkındaydı. Hiçbir tarafın diğerine üstün gelmemesini sağlamak en iyisi.
Üçüncüsü, biz
üstünlük taslıyoruz. Büyük bir güç olmak istiyoruz. Aslında bu da bir diğer
yarım kalmış milli ideal sayılır, ta Büyük Petro ve Büyük Catherine’dan miras
almışız.
Ve dördüncüsü,
Suriye’nin bir bakıma Ukrayna’dan dikkatleri dağıtma ve Batılı ülkelerle
ilişkilerimizi farklı bir temele sokma yolu olduğunu kabul ediyorum. Bunda tam
anlamıyla başarılı da olduk.
Tamamen
başardı mı? Minsk Anlaşmalarının uygulanmasında problemler yok mu?
Minsk
Anlaşmaları, Amerikalılar ve Avrupalılar da dâhil tüm taraflar, onu uygulama
vakti geldiğine karar verdiklerinde uygulanacaktır. Anlaşmada uygulanamayacak
hiçbir madde yok, Donbass’taki seçimler ve Rus-Ukrayna sınırı üzerindeki
kontrol de dahil. Minsk II üzerindeki pazarlıklar halen devam ediyor, ama tam
olarak hangi konuda olduğunu gerçekten bilmiyorum.
Suriye’ye geri
dönersek, apaçık askeri ve diplomatik başarılara rağmen bu savaş kazanılamaz.
Her an geri çekilmeye hazır olmalıyız. Ve insanları önceden buna hazırlamaya
başlamamız lazım. Bu birinci nokta. İkincisi, bu süreçte başka çatışmalara
dâhil olmamalıyız.
Bu yüzden de
olabilecek en adi şekilde bizi açıkça sırtımızdan vuran Türkiye’yle çatışma
konusunda son derece endişeliyim. Niye uçağımızı vurmaya karar verdiler? Cevap
kısmen bu bölgedeki siyasi kültürün özelliklerinde yatıyor. Biz, kişinin
sözünde dürüst olması fikri de dahil, bu özellikleri çoğunlukla yanlış
anlıyoruz. Ancak bizim tepkimiz de oldukça duygusaldı. Ümit ederim ki kendi
ellerimizle yeni bir Kırım Savaşı’na girmeyiz.
Genel
olarak Türkiye’den ne istiyoruz?
Neyi
istemediğimizi söylemek daha kolay olacaktır. Artık bölgeye girmiş
bulunmaktayız; tabii ki ne bir Osmanlı imparatorluğu ne bir Pers imparatorluğu
ne de bir hilafet görmek istiyoruz.
Diğer
bir deyişle, biz hem İran’ın hem de Türkiye’nin elini kolunu bağlayacak mıyız?
Bunu siz
söylüyorsunuz. Ne diyorsam az evvel dedim… Görüyorsunuz, ahlaki bakımdan
Türkiye 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı Rusya’sına çok benziyor. (Aslında bu
da niye onların hala büyük edebi/fikri eserler üretirken bizim üretmediğimizi
de açıklıyor.) Onlar bir anda Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırmaya karar
verdiler ve bunu yaklaşık 5-10 sene evvel dillendirmeye başladılar. Bu bir
delilikti/geçici hevesti. İşte bu yüzden dört sene evvel “Arap Baharı”nı
desteklediler.
Armagedon
Silahı
Batı’yla
kavga ederek Rusya Doğu’ya, Çin’e doğru yüzünü döndü. İki sene evvelki
mülakatınızda Rus-Çin birliği konusunda parlak bir gelecekten bahsetmiştiniz.
Çin ekonomisi şu anda zor günlerden geçerken bu konuda ne söylersiniz?
Tıpkı
Rusya’daki gibi Çin ekonomisi de tamamen tahmin edildiği üzere gelişiyor.
Eğitimli herhangi bir kişi dahi size üç sene evvel Çin’in büyümesinin 2016’da
%7’ye, beş sene sonra da %5’e gerileyeceğini ve sonunda %4-5 bandına
oturacağını söyleyebilirdi. Bu, ekonomide Çinlilerin bilerek başlattıkları
yapısal değişimin sonucu.
Mesela Çin
“Asya için Asya” politikası uyguluyor; bunun anlamı, üretimini artık dış
dünyaya ve Batı’ya değil, iç piyasaya ve kendi kalkınmasına yönlendirecek. “Tek
Kuşak, Tek Yol” da dedikleri yeni İpek Yolu kavramı, Çin ekonomisi ve
sanayisini batıya doğru geliştirmenin şartlarını oluşturmaya matuf. Başarırlar
mı başaramazlar mı bilmiyorum. Çin ekonomisinin çökeceğine dair kehanetler,
Çin’in hala ekonomi politikalarından faydalanmaya devam ettiğini düşünenlerden
geliyor.
Bizim Çin’le
ilişkilerimize gelince, sizi temin ederim ki Çin’den daha dostane ve daha
özenli/dikkatli bir başka ülke daha bulmamız neredeyse imkânsız. Ayrıca eğer
ekonomimizde bir atılım yaparsak Çin bize büyük miktarlarda borç vermeye
istekli olacaktır. Ama şimdi diyorlar ki, kendi kendinize bir şeyler yapın da
potansiyelinizi bir görelim. Doğal olarak eğlence için, yiyip bitirelim diye
bize borç verecek değiller, tıpkı 1991’den beri Avrupa’dan sağlanan borçları
çarçur ettiğimiz gibi. Bu arada o dönemde borç alınmasına karşıydım, şimdi de
karşıyım; çünkü bu sadece bizim borçlarımızı artırmamıza yol açıyor.
Öte yandan Uzak
Doğu’da –yavaş da olsa– bazı değişikliklerin meydan geldiğini görebiliriz. Asya
piyasalarına doğru yöneliyoruz. Genel ihracat hacmimiz düşerken Asya’ya
ihracatımız %20 arttı, Avrupa’ya ihracatımız ise bu orandan çok daha fazla
düştü. Önceki dış ticaret sistemi nihai tüketicinin faydasına değildi; zira
avantalar uğuruna Avrupa’dan pahalı ilaçlar veya Polonya’dan elmalar satın
alıyorduk. Şu anda bu sistemi tedrici olarak değiştiriyoruz, Avrupa’ya karşı
olduğumuzdan değil, daha ihtiyatlı/açıkgöz hale geldiğimizden.
Mali ve
iktisadi bakımdan Çin’in küçük kardeşi gibi görünmekten kaygılanmıyorum. Eğer
ki iktisaden büyümeye başlarsak ve dünyada öncü askeri-siyasi güç olma
pozisyonumuzu korursak Rusya ile Çin arasında son derece kazançlı bir evlilik
gerçekleşeceğini görebiliyorum.
Uzun
menzilli bir balistik füzeyle dünyayı korkutan Kuzey Kore konusunda ne
yapmalıyız? Onların ne yapmakta olduğunu gerçekten biliyor muyuz?
Zannetmiyorum.
Uzunca bir süredir onların hamisi olan Çinliler de [bu konuda] bilgisiz.
Öyle görünüyor ki Kuzey Kore’yle yeniden birleşme hevesini –bunun ne denli
sancılı bir süreç olabileceğini anlamaya başlayan– Güney Kore de bir ölçüde
kaybetti. Bu konuda en iyi yöntem, sessiz sedasız yol göstermek ve onları
Çin’le birlikte yönlendirmektir.
İddia
ettikleri gibi komşularına ve dünyanın kalanına şantaj yapacakları nükleer
silahları gerçekten var mı?
En basit
teknolojiyi kullanarak yaptıkları ve tehdit veya caydırma amacıyla
kullanabilecekleri yeterli sayıda nükleer silahları tabii ki var. Mevcut Kuzey
Kore rejimi nükleer silahları iktidarda kalmanın temel ve tek yolu olarak
görüyor. Ve bu rejim elli tane kilit adamdan değil, milyonlardan oluşuyor.
Ama her şeyi
sadece Kuzey Kore’den gelen tehdide indirgemeyeceğim. Bütün dünya uzunca bir
süredir savaş öncesi hali yaşıyor, en azından son on yıldır bu böyle. Eğer ki
nükleer “Armagedon silahları” olmasaydı bir savaş çok evvel başlamış olurdu.
Daha evvel güçler dengesinde veya ideolojik köşe taşlarında hiç bu denli hızlı
bir değişime şahit olmadık. Buna bir de terörizm adını verdiğimiz fakirlerin
zenginlere karşı isyanını da ekleyin. Bu isyan bugün başlamadı. Sadece artık
herkes tarafından fark edilir hale geldi, özellikle geçtiğimiz yıl Avrupa’ya
1,5 milyon insanın gitmesiyle birlikte. Eğer ki [Mısır Cumhurbaşkanı
Abdülfettah] es-Sisi olmasaydı Mısır da mahvolacak ve bir 5 milyon insan daha
Avrupa’ya gidecekti. Eğer ki Cezayir de düşerse –ki bu oldukça muhtemel– daha
milyonlarca Afrikalı Avrupa’ya akacaktır.
Bütün bunları
öngörmek hiç de zor değil. Ancak modern siyasi kültürde –kimseyi rencide
etmemek için bilerek “Batılı” demekten kaçınıyorum– hiç kimse, önümüzdeki
yıllar boyunca neler yaşanabileceğini öngörebilecek kapasitede görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder