ABD,
OSMANLI SONRASI DÜZENİ YENİDEN ŞEKİLLENDİRİRKEN HATA YAPMAMALI
David
Ignatius (Ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar
listesinde yer alan casusluk romanı yazarı. Aynı zamanda 25 senedir Ortadoğu’yu
ve CIA’yi yakından takip eden Washington Post gazetesi köşe yazarı)
Washington
Post, 23.5.2016
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
Ankara
Amerikalı üst düzey
yetkililerle Irak ve Suriye’deki savaş alanlarını ziyaret turumuz, bölgenin en
kuvvetli gücü ve aynı zamanda yüz sene evvel Osmanlı İmparatorluğu’nun
çöküşüyle modern problemlerin de başladığı yer olan Türkiye’de sona erdi.
İslam Devleti’ne karşı
mevcut savaşla ilgili değişmeyen stratejik gerçeklik, bunun aslında çok daha
büyük bir süreç olan, Ortadoğu’da Osmanlı sonrası yapının yeniden
şekillendirilmesinin bir parçası olması. Sonucun ne olacağını veya sınırların
neye benzeyeceğini şu anda bilmiyoruz; hatta -yerel güçlerin kendi bencil
çıkarlarının kavgasını verdiği bir ortamda- ABD de aslında ne istediğinden emin
değil. Ama insansız hava uçağı bombardımanlarının ve terör saldırılarının
ortasında çoğunlukla gözden kaçırdığımız asıl büyük hikâye işte bu.
CENTCOM Komutanı General
Joseph Votel’le çıktığım bölge turu iki hususu netleştirdi:
Birincisi, Amerikan askeri
gücü hala rakipsiz. Eski tabirle, biz hala demokrasinin cephaneliğiyiz ve
Amerikan savaş aygıtı işi ele aldığında İslam Devleti gibi düşmanlara karşı
yıkıcı bir ateş gücü devreye girmiş oldu. Nihayet artık ordumuz terör
örgütlerine karşı çok daha saldırganca kullanılıyor, düşmanımız geriliyor ve
eğer ki sabrımızı kaybetmezsek sonunda darmadağın olacak.
İkincisi, Amerikan siyasi gücü
ise sınırlı ve kafası karışık. Siyaseten birbiriyle çatışan hedeflerimiz var.
Bir yandan Suriye ve Irak’ta üniter devletleri korumaktan bahsediyoruz; öte
yandan şu anda kuzeydoğu Suriye’de Suriyeli Kürtler ve onların müttefikleri
için güvenli bölgeye tekabül eden bir alan yaratmış durumdayız. Tıpkı 25 sene
evvel [Z.T.K. Saddam Hüseyin’in askeri operasyonundan kaçan] Iraklı
Kürtler için başlattığımız Çekiş Güç Harekatı gibi, bu da Suriyeli Kürtler için
özerk bir bölgeyi teşvik edecektir. Eğer ki Amerikalı stratejistlerin bu
çatışan hedefleri bağdaştırma vizyonu varsa bilmem, ama ben bunu göremiyorum.
Geçtiğimiz hafta Votel’le
yaptığım ziyaretlerde, muharip askerlerin gördüğü ama kamuoyunun çoğunlukla
dikkatini çekmeyen, bu çatışmanın bazı gerçekliklerini gösteren küçük
ayrıntılarla karşılaştım.
Savaşın yürütüldüğü
muharebe harekat merkezlerinden birinde, ordunun keşif uçuşlarını, mevcut
saldırı operasyonlarını ve hava aktif harekat alanını koordine etmesine
yardımcı olan büyük ekranın altında elde edilen bütün bu bilgilerin nasıl
işleneceğini hatırlatan üç uyarı vardı: “Bir karar verilmesi gerekli mi?”,
“Başka kimin bu bilgiye ihtiyacı var?”, “Acaba bu, bir komutanın
değerlendirmesini değiştirir mi?” Merak ettim acaba Beyaz Saray’da da benzer
bir kontrol listesi var mı diye…
Amerikan ordusuyla birlikte gezmek, neyin iyi
gittiğinin altını çizen ama olumsuzlukları bastıran bir iyimserlik balonu
içinde olmanız anlamına gelir; öyle ki, zafer her zaman gerçekte olduğundan çok
daha yakın gözükür.
İslam Devleti’ne karşı
Amerikan harekatına ilişkin bir brifing sırasında subaylardan biri durumu şöyle
özetledi: “Bir taraf playofflara giderken diğeri otoparka gider”. Hoşa giden
Amerikan değerlendirmelerinden biri daha. Ama dünyanın bu kısmında çatışmalar
böyle işlemez. Kaybedenler, soykırımvari bir şiddetle imha edilmedikleri
sürece, asla otoparka gitmezler. Geri adım atarlar ve fakat yeni bir formatta
geri dönerler.
Bizim hatalı
iyimserliğimizi yansıtabilecek diğer bir yorum, Bağdat’tan savaşı yöneten ve en
iyi Amerikalı komutanlardan biri olan Korgeneral Sean MacFarland’dan geldi.
İslam Devleti’nin son dönemde giderek artan Bağdat’taki Şiilere yönelik terör
saldırıları hakkında şunu söyledi: “Bir bakıma bu bizim başarımızın bir
göstergesi, çünkü düşman taktiğini değiştirmek zorunda kaldı.” Bu tarz iyimser
yorumları on senedir Irak ve Afganistan’da duyuyorum ve talihsiz gerçeklik şu
ki, intihar saldırıları çaresizliğin göstergesi olsa da bölgeyi istikrarsız ve
bir ölçüde yönetilemez kılıyor.
Askeri komutanlar siyasi destek
tabanlarını aşmamak için dikkatli olmalılar. Komutanlardan biri doğru bir
tespitle İslam Devleti’ni kansere benzetti. Kanseri yok etmek için [tedavi
sırasında] hastayı öldürmeyeceğinden emin olman lazım. Bir diğer komutan,
İslam Devleti’ni başkentleri Musul ve Rakka’dan çıkarmanın doğru stratejisini
anlatırken Arapça ifadeyle “yavaş yavaş” dedi.
Eğer ki bu savaşları, çok
daha geniş bir çerçevede, onlarca yıl sürecek Osmanlı sonrası düzeni yeniden
şekillendirmenin bir parçası olarak görürsek, kalıcı hatalar yapmanın ne kadar
kolay olduğunun da farkına varırız. 1916’nın entrikacı sömürgeci güçlerinin
yerini bugün, kendi milli menfaatlerine ulaşmak için yerel vekilleri birbirine
karşı kullanan Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin entrikaları
aldı. Cesur Kürtlerin hak ettikleri -ama bölgenin buna uyum
sağlayamayabileceği- milli statü için bir kez daha oynadığını görüyoruz.
Ve biz ABD’nin halini
görüyoruz: güçlü, sabırsız, idealleriyle menfaatlerini nasıl bağdaştıracağından
emin değil. Benim geçen haftaki ziyaret turundan edindiğim işe yarar bilgi şu
oldu: Askeri kesimde işler iyi gidiyor, ama siyasi kesimin daha çok çalışması
lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder