REFERANDUMLAR, SİYASİ LİDERLİĞİN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMAKTAN VAZGEÇMESİNİN İŞARETİ
Jacob L. Shapiro (Geopolitical Futures Analiz Direktörü)
Geopolitical Futures, 19.4.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
18 Nisan’da İngiltere
Başbakanı Theresa
May, 8 Haziran tarihinde yapılmak üzere sürpriz bir erken seçim kararı aldı.
Aslında bu, İngiltere’nin AB’den çıkıp çıkmamasına ilişkin yeni bir oylama
olacak. Geçen ay İskoçya parlamentosu, bağımsızlık için ikinci defa referanduma
gitme kararı aldı. Yine geçtiğimiz pazar günü Türkiye, referanduma gidip
cumhurbaşkanının yetkilerinin artırılması lehine oy kullandı. İspanya’nın
Katalonya bölgesi, bu sene içinde bağımsızlık referandumuna gitmekte ısrarcı.
Irak Kürtleri de benzer şekilde 2017 içinde bağımsızlık referandumunu gitmeyi
konuşuyor. Fransa 7 Mayıs’ta yeni cumhurbaşkanına kavuşacak ve eğer ki Marine
Le Pen seçimi kazanırsa, ülkesinin AB üyeliğinin devam edip etmemesi konusunu
referandumda oylatmak isteyecek.
Bu, ayrıntılı bir liste değil. Bu tür oylamaların ne denli yaygınlaştığının
sadece küçük bir örneği. Aynı zamanda demokratik siyasetin nasıl işlediğini de
gözler önüne seriyor. (…)
(…)
Bugün yaşanan ise siyasetçilerin liderlik yapmaktan ziyade kendi
halkları tarafından yönlendiriliyor olması. (…) Siyasi liderin görevi, tek tek
bireylerin değil, ülkesinin âlî menfaatleri doğrultusunda hareket etmektir.
Liderin her kararında hep tetikte olması amacına hizmet etmez. Sonuç avamın
idaresi olur, her ne kadar en medenice şekilde de olsa.
Siyasi liderler çoğunlukla halklarını dört bir yandan
saran problemleri çözmekten aciz kalıyor. (…) Siyasi liderlerin yapabilecekleri
ile yapmak istedikleri şeyler arasındaki uçurum çok geniş. Onların işi
problemleri çözmek değil; zira problemlerin çoğu ya çözülemez türden ya da tek
bir kişinin veya bir hükümetin altından kalkabileceğinin çok ötesinde.
Dolayısıyla siyasi liderin görevi, durumun maharetle ve halkın âlî
menfaatlerine uygun şekilde idare edildiği konusunda halkına güven vermektir.
Bir siyasi lider karar verme işini halkına bırakırsa
en iyi olanı kendisinin bilmediğini bir bakıma itiraf etmiş olur. (…)
Mesele, otoriterliğin yükselişi de (…) 1930’ların faşizminin hortlaması
da değil. Asıl mesele, siyasi liderlerin karar vermeyi bırakmaları ve temel
görevlerinin karar vermek olduğuna dair kendilerine güvenlerini yitirmeleri.
Gelinen noktada hükümetler en ciddi meseleleri halkoylamasına götürüyor
(…). Mesele, önerilen politikaların
etkili veya etkisiz ya da doğru veya yanlış olduğu değil. Nice insan için asıl
konu, problemin ne olduğunu bilen ve bunu çözmeyi vaat eden bir liderin eline
kendi özgürlüğünü bıraktığına inanma kapasitesi. İşini kaybeden ve ailesinin
geçimini sağlayamayan seçmen için özgürlük, sefaletten başka bir anlam ifade
etmez.
Temsili yönetimin en büyük teorisyenleri, hükümetin en temel görevinin
vatandaşlarının hayatını, özgürlüğünü ve mülkünü korumak olduğunun farkındaydı.
Ancak Fyodor Dostoyevsky şunu fark etti: “İnsanoğlunun varoluşunun sırrı,
sadece yaşamak değil, uğruna yaşanacak bir şeye sahip olmaktır.” Trump ve Le
Pen gibi liderlerin pozisyonu, kişi milleti için yaşamalıdır ve bir hükümetin
en önemli görevi milletini korumaktır şeklinde. Referandum çağrısı yapan
liderlerin pozisyonu ise cevabın ne olduğuna dair makul bir ipucuna sahip
olmamaları ve sorumlu tutulmamak için halkın karar vermesinin önünü açmaları.
Bireylerin dar bir görüşü seslendirme hakkı, ülkenin problemlerini çözmeye
önceleniyor. Bu tercihler dikkate alındığında, insanların kendilerine uğrunda
yaşanacak bir şey sunan liderleri seçmesi bir sürpriz olmamalı. Onlar kendi
özgürlüklerinden özgürleşmek istiyorlar ve bunu kendilerine sunanlara oy
vermeye devam edecekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder