ABD’NİN EKONOMİK
RESESYONU VE DÜNYAYA MUHTEMEL YANSIMALARI
George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar
başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical
Futures, 26.4.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
ABD’de önümüzdeki
iki yıl içinde bir resesyona girme ihtimali var. Sadece iktisadi faaliyetlere
dayanarak bir resesyonun ne zaman vuku bulacağını saptamak zordur. İktisatçılar
bir resesyonun öncüllerinin işin doğası gereği kendiliğinden geliştiğini
savunurlar. (...) Bense resesyonların baş gösterme sıklığına bakarak böyle bir
iddiada bulunuyorum.
Son resesyon
2007’de başlayıp 2009’da bitti. Bundan evvelki 2001 yılı içinde başlayıp
bitmişti. Daha evvelki iki resesyon 1990-1991 ve 1981-1982 arasında
gerçekleşmişti. Bu örneklerden de görüleceği üzere, ABD’de bir resesyonun sona
ermesiyle yenisinin başlaması arasındaki zaman dilimi ortalama sekiz yıl.
1945-1981 arasında ise resesyonlar çok daha sık vuku buluyordu; ama aşikar ki
bir şeyler oldu da iki resesyon arasındaki zaman dilimi daha sonraları uzadı.
(...) Genişleme
dönemlerindeki eğilim, ekonomilerde verimsizliklerin artışıdır. Düşük faiz
oranları işletmelerin verimsizliğe rağmen hayatta kalmasına imkân tanır (...).
Mevcut genişlemede olağanüstü düşük faiz oranlarıyla karşı karşıyayız; görece
düşük büyüme oranlarında dahi bir budamaya ihtiyaç vardır.
Resesyonlar nahoş
şeyler olup bazı kesimlere orantısız bir şekilde zarar verir. Ancak Amerikan
resesyonunun ABD’den çok daha fazla diğer ülkelere zarar vermesi muhtemel
görünüyor. Diğer küresel iktisadi problemlerle birlikte resesyonun, zar zor
toparlanan Avrupa’yı zayıflatması ve Çinlilere bir darbe daha vurması
muhtemeldir. ABD’nin dünyanın en büyük emtia ithalatçısı ve bir bakıma
uluslararası sistemi dengeleyici bir motor olduğunu hesaba katarsak bu resesyon,
emtia fiyatlarının daha da düşmesi yönünde bir baskı uygulayacaktır.
2007-2009 resesyonu
Çinlileri fena vurmuştu; zira Çin’in ihracat yaptığı en büyük müşterileri ABD
ve Avrupa’ydı. Ardından Çin ekonomisinin yavaşlaması, Çin’in petrol ve sanayi
ürünleri tüketimini kesti ve bu da Rusya ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri
vurdu. Bu daha evvel kaleme aldığım küresel ihracat krizinin bir parçası [Z.T.K.
makalenin tercümesi için TIKLAYINIZ].
ABD en kötüyü önleyebildi; çünkü dünyanın en büyük ikinci ihracatçısı olsa da
GSYH’si içinde ihracatın oranı sadece %12,6 (Dünya Bankası verilerine göre,
ihracatın GSYH içindeki payı bakımından ABD dünyada 161. sırada). İhracata
bağımlı olmaması, kısmen, ABD’nin kendi yağıyla kavrularak GSYH’sini
büyütmesini sağladı. Daha da önemlisi, ABD diğer ülkelere kıyasla küresel
iktisadi altüst oluşlara karşı daha dayanıklı.
Amerikan
ekonomisindeki düşüş, kaçınılmaz bir şekilde Amerikan ithalatında bir düşüşü
tetikleyecektir. Normal şartlar altında bu ekonomik kriz sistemi
istikrarsızlaştırmazdı. Ancak biz 2008’den bu yana normal şartlar altında yaşamıyoruz.
Daha doğrusu biz şu anda bir “yeni normal”le karşı karşıyayız. Yeni normalde
ekonomisi ihracata dayalı ülkeler, azalan ihracat talebi karşısında
kaybettikleri pazarların yerine yeterli iç talep yaratarak ekonomilerini ayakta
tutma ümidinde. Önceki döngülere kıyasla çok daha fazla istikrarsızlığa maruz
kalarak gelinen aşamada oldukça kırılgan bir denge kurabildiler. Küresel
talepte nispeten küçük bir düşüşün ciddi etkileri olabilir. Bu yüzden rutin bir
Amerikan resesyonu, son yıllarda istikrar sağlamada kaydedilen kazanımları
geriye döndürerek küçük bir küresel düşüşe yol açacaktır.
(...) Bu domino
etkisi normal olmakla birlikte asıl problem şu: Birçok ülke artık aşırı
derecede ihracata bağımlı olduğundan uluslararası sistemin kırılganlığı
dramatik bir şekilde arttı ve buna da iç ekonomilerinde genel bir zafiyet eşlik
etti. Bu yüzden dalga etkisi, bir tsunami olmasa da 2008 öncesindeki duruma
kıyasla çok daha önemli olacaktır.
En önemli kırılgan
ekonomiler, mamul ürünler ve petrol gibi sanayi hammaddeleri ihraç eden ülkeler
olacaktır. Dünyanın ikinci ve dördüncü en büyük ekonomileri olan Çin ve Almanya
bu bağlamda en önemli örnektir. (...) Çin iç tüketimi arttırmak suretiyle
ihracata bağımlılığını azalttı ama bu, büyüme oranlarında bir düşüşe yol açtı.
(...)
Bizim başımızı en
fazla ağrıtan, Almanya’nın ihracata bağımlılığı. GSYH’sinin %46,8’i ihracat
kaynaklı ve bankacılık sistemi de alışılmadık bir şekilde zayıf konumda olan
Almanya’nın istikrarlı bir ihracat temeline ihtiyacı var. Ortadoğu kaos içindeyken
ve –tıpkı Rusya gibi– düşük petrol fiyatlarından muzdaripken Almanya’nın
ihracat yaptıkları Avrupalılar, Çinliler ve Amerikalılar. Eğer ki ABD’de ve
Çin’de Almanya’dan ithalat talebi düşerse bu, Almanya’nın Avrupa’daki
ortaklarını da olumsuz yönde etkileyecektir. Dolayısıyla Amerikan resesyonu
karşısında Almanlar ihracat oranlarını korumakta sıkıntı çekecektir.
Amerikan resesyonu
petrol fiyatlarına da ağır bir baskı yapacaktır. Fiyatları artırmaya dönük
Suud-Rus girişimi neredeyse başarısızlığa uğradı. Şu an petrolün fiyatı, petrol
ihracatçılarının ortak tutumundan ziyade piyasanın kendi arz-talep dengesine
bağlı durumda. Tarihsel olarak petrol fiyatları düştükçe sanayi üretimi artar.
Ancak işler artık böyle yürümüyor; zira şu anda problem, üretim maliyetlerini
düşük tutmak değil, müşteri bulmak. Düşük petrol fiyatları mamul ürün ihraç
edenlerin birkaç problemini çözebilir; ama petrol ihracatçıları için devasa
problemler yaratacaktır.
Bu küçülmenin en
önemli sonucu iç toplumsal ve siyasi güçler üzerinde olacaktır. Önümüzdeki
birkaç yıl içinde Avrupa’da bir resesyon, Güneydoğu Avrupa’daki sıkıntıları
ağırlaştıracak ve belki de kuzey ülkelerine sirayet edecektir. Bu durum
Avrupa’daki siyasi elite meydan okuyanların elini güçlendirecek ve korumacı
tedbirler alınması taleplerini arttıracaktır. Bu da AB için bir meydan okumaya
dönüşecek ve malların gümrüklerden kontrolsüz akışının tüm ülkeleri sistemik
başarısızlığın sonuçlarını tatmaya maruz bırakacağı görüşünü
cesaretlendirecektir. Temel argüman şu olacaktır: Eğer ki sistem çöküyorsa
sistemin geriye kalan parçaları pek de bir anlam ifade etmez.
Siyasi istikrarın
diktatörlükle sağlandığı Çin’de büyüme oranları düşmeye devam ederse
diktatörlüğün inandırıcılığı tartışmaya açılacaktır. (...)
Rusya ve Suudi
Arabistan’a gelince, eğer ki petrolün varil fiyatı 50 doların aşağısına düşerse
bu ülkelerin ekonomileri üzerindeki baskılar artacaktır. Her ikisi de
derinleşen iç meydan okumalar karşısında bölgesel menfaatlerini çekip çevirmeye
çalışacaktır. Bu rejimlerin inandırıcılığı, tarihi modellerine uygun şekilde
refahı sürdürebilme kabiliyetlerine bağlı. Bu modelleri korumak zor olacaktır.
ABD bu durumda
sıkıntı çekecek, ancak köklü bir kriz yaşamayacaktır. Ancak önümüzdeki iki
senede vuku bulacak bir resesyon Donald Trump’ın başkanlığına isabet edecektir.
Amerikan kamuoyu, ekonominin gidişatından hep başkanları sorumlu tutma
eğilimindedir; olan biten üzerinde hiçbir kontrolleri olmasa dahi...
Dolayısıyla bir resesyon, 2020 seçimlerine giderken Trump’ı siyaseten zor bir
durumda sokacaktır. ABD ihracata bağımlı ülkeler kadar korumasız olmasa da
siyasi yansımaları, resesyonun başlangıcında Trump’ı sağlam ve istikrarlı bir
siyasi taban kurmak zorunda bırakacaktır.
(...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder