29 Mayıs 2017 Pazartesi

G.FRIEDMAN: ABD’NİN EKONOMİK RESESYONU VE DÜNYAYA YANSIMALARI



ABD’NİN EKONOMİK RESESYONU VE DÜNYAYA MUHTEMEL YANSIMALARI

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 26.4.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor


ABD’de önümüzdeki iki yıl içinde bir resesyona girme ihtimali var. Sadece iktisadi faaliyetlere dayanarak bir resesyonun ne zaman vuku bulacağını saptamak zordur. İktisatçılar bir resesyonun öncüllerinin işin doğası gereği kendiliğinden geliştiğini savunurlar. (...) Bense resesyonların baş gösterme sıklığına bakarak böyle bir iddiada bulunuyorum.
Son resesyon 2007’de başlayıp 2009’da bitti. Bundan evvelki 2001 yılı içinde başlayıp bitmişti. Daha evvelki iki resesyon 1990-1991 ve 1981-1982 arasında gerçekleşmişti. Bu örneklerden de görüleceği üzere, ABD’de bir resesyonun sona ermesiyle yenisinin başlaması arasındaki zaman dilimi ortalama sekiz yıl. 1945-1981 arasında ise resesyonlar çok daha sık vuku buluyordu; ama aşikar ki bir şeyler oldu da iki resesyon arasındaki zaman dilimi daha sonraları uzadı.
(...) Genişleme dönemlerindeki eğilim, ekonomilerde verimsizliklerin artışıdır. Düşük faiz oranları işletmelerin verimsizliğe rağmen hayatta kalmasına imkân tanır (...). Mevcut genişlemede olağanüstü düşük faiz oranlarıyla karşı karşıyayız; görece düşük büyüme oranlarında dahi bir budamaya ihtiyaç vardır.
Resesyonlar nahoş şeyler olup bazı kesimlere orantısız bir şekilde zarar verir. Ancak Amerikan resesyonunun ABD’den çok daha fazla diğer ülkelere zarar vermesi muhtemel görünüyor. Diğer küresel iktisadi problemlerle birlikte resesyonun, zar zor toparlanan Avrupa’yı zayıflatması ve Çinlilere bir darbe daha vurması muhtemeldir. ABD’nin dünyanın en büyük emtia ithalatçısı ve bir bakıma uluslararası sistemi dengeleyici bir motor olduğunu hesaba katarsak bu resesyon, emtia fiyatlarının daha da düşmesi yönünde bir baskı uygulayacaktır.
2007-2009 resesyonu Çinlileri fena vurmuştu; zira Çin’in ihracat yaptığı en büyük müşterileri ABD ve Avrupa’ydı. Ardından Çin ekonomisinin yavaşlaması, Çin’in petrol ve sanayi ürünleri tüketimini kesti ve bu da Rusya ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri vurdu. Bu daha evvel kaleme aldığım küresel ihracat krizinin bir parçası [Z.T.K. makalenin tercümesi için TIKLAYINIZ]. ABD en kötüyü önleyebildi; çünkü dünyanın en büyük ikinci ihracatçısı olsa da GSYH’si içinde ihracatın oranı sadece %12,6 (Dünya Bankası verilerine göre, ihracatın GSYH içindeki payı bakımından ABD dünyada 161. sırada). İhracata bağımlı olmaması, kısmen, ABD’nin kendi yağıyla kavrularak GSYH’sini büyütmesini sağladı. Daha da önemlisi, ABD diğer ülkelere kıyasla küresel iktisadi altüst oluşlara karşı daha dayanıklı.
Amerikan ekonomisindeki düşüş, kaçınılmaz bir şekilde Amerikan ithalatında bir düşüşü tetikleyecektir. Normal şartlar altında bu ekonomik kriz sistemi istikrarsızlaştırmazdı. Ancak biz 2008’den bu yana normal şartlar altında yaşamıyoruz. Daha doğrusu biz şu anda bir “yeni normal”le karşı karşıyayız. Yeni normalde ekonomisi ihracata dayalı ülkeler, azalan ihracat talebi karşısında kaybettikleri pazarların yerine yeterli iç talep yaratarak ekonomilerini ayakta tutma ümidinde. Önceki döngülere kıyasla çok daha fazla istikrarsızlığa maruz kalarak gelinen aşamada oldukça kırılgan bir denge kurabildiler. Küresel talepte nispeten küçük bir düşüşün ciddi etkileri olabilir. Bu yüzden rutin bir Amerikan resesyonu, son yıllarda istikrar sağlamada kaydedilen kazanımları geriye döndürerek küçük bir küresel düşüşe yol açacaktır.
(...) Bu domino etkisi normal olmakla birlikte asıl problem şu: Birçok ülke artık aşırı derecede ihracata bağımlı olduğundan uluslararası sistemin kırılganlığı dramatik bir şekilde arttı ve buna da iç ekonomilerinde genel bir zafiyet eşlik etti. Bu yüzden dalga etkisi, bir tsunami olmasa da 2008 öncesindeki duruma kıyasla çok daha önemli olacaktır.
En önemli kırılgan ekonomiler, mamul ürünler ve petrol gibi sanayi hammaddeleri ihraç eden ülkeler olacaktır. Dünyanın ikinci ve dördüncü en büyük ekonomileri olan Çin ve Almanya bu bağlamda en önemli örnektir. (...) Çin iç tüketimi arttırmak suretiyle ihracata bağımlılığını azalttı ama bu, büyüme oranlarında bir düşüşe yol açtı. (...)
Bizim başımızı en fazla ağrıtan, Almanya’nın ihracata bağımlılığı. GSYH’sinin %46,8’i ihracat kaynaklı ve bankacılık sistemi de alışılmadık bir şekilde zayıf konumda olan Almanya’nın istikrarlı bir ihracat temeline ihtiyacı var. Ortadoğu kaos içindeyken ve –tıpkı Rusya gibi– düşük petrol fiyatlarından muzdaripken Almanya’nın ihracat yaptıkları Avrupalılar, Çinliler ve Amerikalılar. Eğer ki ABD’de ve Çin’de Almanya’dan ithalat talebi düşerse bu, Almanya’nın Avrupa’daki ortaklarını da olumsuz yönde etkileyecektir. Dolayısıyla Amerikan resesyonu karşısında Almanlar ihracat oranlarını korumakta sıkıntı çekecektir.
Amerikan resesyonu petrol fiyatlarına da ağır bir baskı yapacaktır. Fiyatları artırmaya dönük Suud-Rus girişimi neredeyse başarısızlığa uğradı. Şu an petrolün fiyatı, petrol ihracatçılarının ortak tutumundan ziyade piyasanın kendi arz-talep dengesine bağlı durumda. Tarihsel olarak petrol fiyatları düştükçe sanayi üretimi artar. Ancak işler artık böyle yürümüyor; zira şu anda problem, üretim maliyetlerini düşük tutmak değil, müşteri bulmak. Düşük petrol fiyatları mamul ürün ihraç edenlerin birkaç problemini çözebilir; ama petrol ihracatçıları için devasa problemler yaratacaktır.
Bu küçülmenin en önemli sonucu iç toplumsal ve siyasi güçler üzerinde olacaktır. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Avrupa’da bir resesyon, Güneydoğu Avrupa’daki sıkıntıları ağırlaştıracak ve belki de kuzey ülkelerine sirayet edecektir. Bu durum Avrupa’daki siyasi elite meydan okuyanların elini güçlendirecek ve korumacı tedbirler alınması taleplerini arttıracaktır. Bu da AB için bir meydan okumaya dönüşecek ve malların gümrüklerden kontrolsüz akışının tüm ülkeleri sistemik başarısızlığın sonuçlarını tatmaya maruz bırakacağı görüşünü cesaretlendirecektir. Temel argüman şu olacaktır: Eğer ki sistem çöküyorsa sistemin geriye kalan parçaları pek de bir anlam ifade etmez.
Siyasi istikrarın diktatörlükle sağlandığı Çin’de büyüme oranları düşmeye devam ederse diktatörlüğün inandırıcılığı tartışmaya açılacaktır. (...)
Rusya ve Suudi Arabistan’a gelince, eğer ki petrolün varil fiyatı 50 doların aşağısına düşerse bu ülkelerin ekonomileri üzerindeki baskılar artacaktır. Her ikisi de derinleşen iç meydan okumalar karşısında bölgesel menfaatlerini çekip çevirmeye çalışacaktır. Bu rejimlerin inandırıcılığı, tarihi modellerine uygun şekilde refahı sürdürebilme kabiliyetlerine bağlı. Bu modelleri korumak zor olacaktır.
ABD bu durumda sıkıntı çekecek, ancak köklü bir kriz yaşamayacaktır. Ancak önümüzdeki iki senede vuku bulacak bir resesyon Donald Trump’ın başkanlığına isabet edecektir. Amerikan kamuoyu, ekonominin gidişatından hep başkanları sorumlu tutma eğilimindedir; olan biten üzerinde hiçbir kontrolleri olmasa dahi... Dolayısıyla bir resesyon, 2020 seçimlerine giderken Trump’ı siyaseten zor bir durumda sokacaktır. ABD ihracata bağımlı ülkeler kadar korumasız olmasa da siyasi yansımaları, resesyonun başlangıcında Trump’ı sağlam ve istikrarlı bir siyasi taban kurmak zorunda bırakacaktır.

(...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder