FİLİSTİNLİ
MAHKÛMLARIN AÇLIK GREVİ… NEREYE KADAR?
Abdünnâsır Avnî
Fervâne (Mahkum İşleri Heyeti Araştırma ve
Belgeleme Birimi Başkanı)
El-Cezire Arapça,
24.4.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Aşağıdaki yazıyı el-Cezire Türk web sitesinin talebiyle
tercüme ettim; ancak maalesef birkaç gün sonra ansızın kapanması nedeniyle
yayınlanamadı. Bu vesileyle haberciliğiyle, diliyle, üslubuyla tam bir profesyonel
işi olan; muhabirlik ve
gazetecilik nasıl olmalı konusunda Türkiye'ye bir örneklik teşkil eden; Görüş
kısmındaki yorum yazılarıyla alanında yetkin insanlarla bizi buluşturarak
ufkumuzu açan, düzenli takip ettiğim
tek haber sitesi el-Cezire Türk’ün yayınlarına son vermesinden duyduğum derin
üzüntüyü dile getirmek isterim. Yeri maalesef doldurulamaz ve Türkiye için
büyük kayıp. El-Cezire Türk’te görev yapmış en üsttekinden en alttakine kadar
bütün kadroya buradan teşekkürlerimi iletmeyi bir borç bilirim, hem bir düzenli
takip eden bir okuyucu olarak hem de orijinal dili Arapça olan Görüş
yazılarının bir kısmının mütercimi olarak…
İsrail hapishanelerindeki
Filistinli tutuklu ve mahkûmlar meselesi, Filistin davasının temel köşe
taşlarından ve Filistin halkının mücadelesinde önemli başlıklarından biri
olarak görülüyor. Öyle ki Filistinli mahkûmlar, manevi ve mücadeleci bir değeri
temsil ettiğinden halkın vicdanında önemli bir mertebeye sahip; işgalciye karşı
dayanıklılıkları, kahramanlıkları ve direnişleriyle birer örnek.
Filistin halkının
ve ümmetin birçoğunun bilincinde mahkûmların konumu işte bu. İşgalci devlete
gelince, her ne kadar mahkûmları sapkın/yoldan çıkmış bireyler olarak nitelese
de onların rehabilitasyonu için hiçbir çaba sarf etmediği gibi, hapse atmayı
hak ettikleri şekilde cezalandırmak ve intikam olarak görüyor. Bu,
Filistinlileri sadece ve sadece birer bozguncu/yıkıcı olarak gören ırkçı bakış
açısının bir neticesi. Onlara göre Filistinliler, yaşamayı veya
rehabilitasyonla toplumla yeniden kazandırılmayı hak etmeyen birer yıkıcı.
Bu noktadan
hareketle, işgalci devletin mahkûmlara karşı keyfi tedbirlerini
ağırlaştırdıklarını ve muamelelerini sertleştirdiklerini, onları en temel insan
haklarından dahi mahrum bıraktıklarını ve tahkir edici, küçük düşürücü ve
iradelerini kırıcı her ne varsa türetip uyguladıklarını görmemiz hiç de
şaşırtıcı değil.
Mahkûmlar, daha
evvel sayısız defalar ve uzun süreler bastırıldı; çok çeşitli şekillerde tahkir
edici ve küçük düşürücü muamelelerden muzdarip oldu. Kuruluşundan bugüne İsrail
hapishaneleri hep Filistinli mahkûmların bedenlerine ve ruhlarına yönelik
eziyetlerle birer ağır cezalandırma aracı işlevi gördü.
İsrail’in bütün bu
girişimleri, Filistinlilerin bilinçlerini bulandırıp direnişin faydasızlığına
işaret eden yeni yeni kavramları zihinlerinin derinliklerine yerleştirmeyi
hedefliyor. Belki de en tehlikelisi, Filistinli mahkûmların kanuni statülerini
kötülemeyi, direnişlerini yasadışı ilan ederek suçlamayı ve Filistin halkının
mücadelesini ve meşru direnişini suç sayıp dünyaya onları “teröristler” olarak
sunmayı hedefleyen çabaları.
Açlık
grevindekilerin talepleri
Mahkûmlar, durumun
yakıcılığını ve bedenlerine yönelik muamelenin haşinliğini bizzat tecrübe
ettikten sonra İsrail’in hedeflerinin tehlikesini fark ettiler. Artık bu
şekilde yaşayabilmek, durumun şiddetine tahammül edebilmek ve kendilerine
yapılanlara karşı susup sabredebilmek imkânsızdı.
Bu yüzden
mahkûmlar, bütün diğer seçenekleri tükettikten sonra en son çare olarak
geçtiğimiz 17 Nisan tarihinde ucu açık bir açlık grevine başladıklarını ilan
etmek durumunda kaldılar. İşgal devletini hapishane ve tutukevlerindeki
Filistinli mahkûmlara muamelede uluslararası anlaşmalara ve sözleşmelere uymaya
zorlama noktasında uluslararası toplumun umursamazlığı ve insan hakları
örgütlerinin acziyeti karşısında geriye bir tek bu kalmıştı.
Açlık grevi, bugüne
kadar mahkûmlar için ne ilk ne de tercih edilir bir seçenekti. En kolay ve en
az acı verici bir seçenek de değildi. En son ve hiç tercih edilmeyen, üstelik
de ağrısı sızısı en fazla olan seçenekti. Mahkûmlar kendilerini aç bırakmaya
hevesli değiller, bedenlerine eziyet çektirmek istemiyorlar, hapishanelerde
şehit düşmeyi de arzu etmiyorlar.
Ancak gasp edilen
haklarını söke söke alma noktasında direniş kültürünü somutlaştırmak, çiğnenen
haysiyetlerini korumak ve işgalciye karşı direnişlerinin meşruluğunu ve kendi
statülerini savunmak amacıyla istemeseler de bu seçeneğe başvurmaya mecbur
kaldılar.
Eskiden beri
açlığın kâfirlik olduğu söylenir; ancak burada işgalci İsrail’in demir
parmaklıkları ardında açlığı devrimcilik haline getiren Filistinliler var.
Bu yüzden mahkûmlar
1967’den beri onlarca açlık grevine girdiler. Mahkûmların başlattığı ilk toplu
ve düzenli açlık grevi, 1970 Temmuz’unda Aşkelon Hapishanesi’nde gerçekleşti ve
bu süreçte hayatını kaybeden Abdülkadir Ebu’l-Fahm, ilk açlık grevi şehidi
olarak tarihe geçti.
Bu grev ve
şehadetin daha sonraları Mahkûmlar Hareketi üzerindeki etkisi büyük oldu. Aynı
metodun sürdürülmesi hususunda mahkumlar üzerinde bir motivasyon kaynağı haline
geldi. Bundan sonra grevler devam edegelen çatışma çerçevesinde bütün
hapishanelerde peş peşe yaşandı ve bu süreçte mahkûmlar büyük fedakârlıklar
gösterirken aralarından şehit düşenler oldu: Râsim Halave, Ali el-Caferî, İshak
Merağe ve Hüseyin Ubeydat.
Şu anda yaklaşık
1500 Filistinli mahkûmla başlayan açlık grevi, eski mücadeleci adımların bir
uzantısı ve aynı kültürün bir yansıması. Talepler çeşitlense de motivasyonları
itibarıyla geçmişteki grevlerden hiç de farklı değil. Muhtevası bir tek:
haysiyeti korumak, aşağılanmayı reddetmek, hakları söke söke almak, hayat
şartlarını iyileştirmek, varlığı ve kimliği savunmak, mahkûmların hukuki
statülerini ve mücadelelerinin meşruiyetini güçlendirmek.
Ayrıca mahkûmlar,
grevleriyle durgun suları hareketlendirmeye, davalarını canlandırarak yeniden
gündeme taşımaya, çektikleri sıkıntılara ışık tutmaya ve Filistin-İsrail
çatışmasının ortasında kendi davalarına dikkat çekmeye çalışıyorlar.
Mahkûmlar bütün
taleplerini ilettiler ve aslında bunlar uluslararası hukukun garanti altına
aldığı haklardı. Taleplerin bir kısmı, daha evvel grevlerle söke söke almış
oldukları, ancak son grevle birlikte hapishane yönetimlerinin geri adım atarak
gasp ettiği haklarıydı. Diğer bir kısmı ise hücre hapsiyle tecrit politikası,
idari tutukluluk, tıbbi ihmal, kadın ve erkek mahkûmlara karşı küçük düşürücü
ve aşağılayıcı muamelelere bir son verilmesi başta olmak üzere mahkûmların
artık ortadan kalkması için mücadele etmeyi elzem gördükleri türden taleplerdi.
Ayrıca aile
ziyaretlerinde şartların iyileştirilmesi, ailelerle insani iletişim sağlamak
amacıyla umumi bir telefon konması, ziyaretler sırasında çocukların içeri girip
mahkûm aile fertleriyle kucaklaşmasına ve fotoğraf çektirmesine izin verilmesi,
içeriye kitap-gazete ve elbise sokulması, tecridi kırmak için bazı Filistin ve
Arap televizyon kanallarını seyretmelerine müsaade edilmesi, hapishane kapılarında
bekleyen aile mensuplarının onurunu koruyacak şekilde bekleme salonları inşası
da talepler arasında.
Talepler bununla da
bitmiyor. Sayıları çok fazla olan hasta mahkûmlara uygun tedavilerin yapılıp
gerekli ilaçların sağlanması, sevkiyatları sırasında düzgün koşullar sunulması
ve insani muamele yapılması, eğitim için yeniden genel liseye ve İbrani
Üniversitesi Açıköğretim programına katılmalarına izin verilmesi de mahkûmların
taleplerinden.
Eksik katılım
Bütün örgütler
greve desteklerini ilan ettiler ve gruplar, şahıslar ve semboller şeklinde
farklı derecelerde katılım gösterdiler. Bu, her ne kadar tam kapsamlı olmasa
da, uzun yıllarını hapishane hücrelerinde kaybetmiş mahkûmların aşırı ihtiyaç
duyduğu bir adımdı.
Ancak bugün açlık
grevindekilerin kahir ekseriyeti, el-Fetih Hareketi’ne mensup mahkûmlar. İsrail
hapishane ve tutukevlerindeki bütün mahkûmların yarıdan fazlası el-Fetih
Hareketi’nden. Açlık grevinin başladığını duyuran ve talepler listesini
açıklayan kişi, Filistin’de güçlü bir desteğe ve çok büyük bir itibara sahip [hapishanedeki]
el-Fetih liderlerinden ve Filistin Yasama Meclisi milletvekili Mervan
Barguti idi.
Yaklaşık 6500
mahkûm olduğu halde greve katılımın neden 1500 mahkûmla sınırlı olduğu
soruluyor. Ve yine, sayıları 3500’ü aşan hapishanelerdeki el-Fetih mensupları
ve liderlerinin, kendi örgütleri grevin liderliğini yaptığı ve ardındaki asıl
itici güç olduğu halde, neden yeteri kadar katılmadıkları da cevabı aranan
diğer bir soru.
Herkesin anlaması
gereken acı gerçek şu ki el-Fetih Hareketi, çok çeşitli faktörlerden ötürü,
artık eskisi kadar kendi içinde bütünlüklü ve insicamlı bir yapı değil. Farklı
bileşenlerden müteşekkil Mahkûmlar Hareketi de [1993] Oslo Anlaşması’nın
öncesinde olduğu kadar güçlü değil; zira bu anlaşma, iç bütünlüğü olumsuz yönde
gölgeledi.
Filistin-Filistin
“bölünmüşlüğü”nden evvel bütüncül bir yapıda olan Mahkûmlar Hareketi, artık
böyle değil. Ortak kararlar alınmasında grubun başarısızlığının bir yansıması
bireysel grevlerde açıkça görülüyor. Mahkûmlar hala daha hareketlerinin birlik
ve bütünlük içinde davranmasını sağlayacak mekanizmalar bulma arayışındalar,
tıpkı 1970’ler, 1980’ler ve 1990’larında ilk yıllarında olduğu gibi.
Kapsamlı ve ucu
açık açlık grevleri, kolektif kültürden bağımsız olmayıp mücadelenin
kazanılmasında ortak hareket temel bir unsur. Bu bağlamda her mahkûm, gücünün
ancak grup olarak güç birliği yapılmasından geldiğini hisseder. Her mahkûm
kendi başına güçlü olsa dahi, aynı amaç ve aynı araçla kendisine katılan diğer
mahkûmların güç birliği sayesinde gücüne güç katar. Bu, grevin kuralıdır ve
başarının anahtarıdır.
Mahkûmlar
grevlerine –katılımcıların sayısına ve hangi hapishane ve tutukevinde
kaldıklarına bakmaksızın– ortak bir adımla başladılar; bu grevin Mahkûmlar Hareketi’nin itibarını ve
iç kenetlenmesini yeniden kazandırma ve ayrıca kibirli gardiyanların
küstahlığına ve zorbalığına karşı koymak için ortak karar ve kolektif kültürde
yeni bir aşamayı tesis etmesini dört gözle bekliyorlar.
Önümüzdeki günlerde
yeni yeni mahkûmların eklenmesiyle grev halkasının genişlemesi ve greve
katılanların sayısının artması bekleniyor. Eğer ki grev devam edip uzarsa Hamas
Hareketi’nin de resmî bir kararla ve ağırlığını koyarak dâhil olması
beklentiler arasında. Bu, greve yeni bir güç aşılayacak ve ayrıca
hapishanelerin dışındaki dayanışma faaliyetlerine de ilave bir nitelikli ivme
katacaktır. Tahminim Hamas da buna yönelecektir.
Meşru endişeler
Grevin ilk gününden
itibaren devam eden dış seferberlik hali ve destek kampanyaları, resmî
yetkililerin ve halkın arka çıkması ve el-Fetih Hareketi’nin bütün
bileşenleriyle destek olması sayesinde mahkûmlar karşılaştıkları zor şartlara,
maruz kaldıkları meydan okumaların büyüklüğüne, kendilerine karşı işlenen
zulümlere rağmen büyük bir ısrarla ucu açık açlık grevini sürdürüyorlar.
Ancak birçokları
haklı endişeler taşıyorlar. En
önemlileri şunlar:
–– El-Fetih
Hareketi, bütün hapishanelerdeki liderlerinin ve mensuplarının tamamının greve
katılması önündeki engelleri aşamadı. Diğer gruplar da greve ağırlığını koyamadı.
Hamas Hareketi hala daha greve katılmış değil.
–– Bugünlerde
Filistin sahasında birçok kriz esmekte. “Bölünme”ye yol açan eski krizlerin ve
yansımalarının yanı sıra son dönemde Filistin yönetimine bağlı memurların
maaşlarındaki kesinti, elektrik krizi ve benzerleri belki de bu esintilerin
sonuncusu olmayacak. Grev devam eder ve uzadıkça uzarsa, bütün bu krizlerin
yerel katılımın boyutunu olumsuz yönde etkilemesinden korkuluyor.
–– Bazı Arap
ülkelerinin başına gelen çetin şartlara ve bazılarının muzdarip olduğu
felaketlere üzülüyoruz. Arap Birliği ümmetin meseleleriyle baş etmekle meşgul.
Arap vatandaşlarının omuzlarındaki sıkıntıların ağırlığını anlayışla
karşılıyoruz ve Arap sahasında yürütülen faaliyetleri takdir ediyoruz. Ancak bu
eylemlerin zayıf ve donuk kalması gibi bir endişe de sözkonusu.
–– Arap medyası,
grevdeki mahkûmlar konusunu yoğun bir şekilde haber olarak işlemeye başladı.
Ancak –birçoklarına göre– mahkûmlar meselesinden çok daha yakıcı olan Arap
dünyasındaki diğer meselelerle meşgul olmak için bu konuya verilen önemden geri
adım atılmasından korkuluyor.
–– İsrail zamana
oynuyor; grevin süresini uzatarak ve –Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas
Amerikan Başkanı Donald Trump’la görüşmek üzere Washington’a gitmeden evvel–
grevi bitirtmek veya saflarını bölmek için mümkün olan her türlü yolla
grevcilere çok daha fazla baskılar yapıyor. Hedefi, mahkûmların taleplerini
karşılamadan veya onlar için önemli hiçbir taviz vermeden grevi bitirtmek.
Sonuç olarak, yeri
gelmişken vurgulayalım, işgal devletinin ilan ettiği siyaset hep grevcilerle
müzakereyi reddetmek oldu. Zira bunu kolunu bükme çabası olarak gördü ve
dolayısıyla grevi kırıp sona erdirmek için mahkûmların bedenlerine yönelik
sessiz sedasız bir savaş açtı.
Ve işte yine böyle
bir savaş başladı. Hapishane yönetimleri grevcilere karşı erkenden savaş
açarken, eşzamanlı olarak işgalci devletin bazı bakanları da mahkûmların idamı,
tedavi edilmemesi ve ölene kadar açlık grevini sürdürmeleri yönünde açıklamalar
yapıyorlar.
Filistin tarafının
farklı kesimlerinde talep edilen şey ise grevi yüksek ve kolektif bir
sorumlulukla ele almak ve hapishanelerde vuku bulabilecek şeylere karşı
herkesin hazırlıklı olması.
Hapishanelerdeki
mahkûmların yürüttüğü savaş, bütün Filistinlilerin savaşı. Hedef alınan, sadece
Filistinli mahkûmlar veya onların işgalciye karşı yürüttüğü gerilla
operasyonları değil, aynı zamanda bir bütün olarak Filistin halkı ve onun cesur
mücadelesi, işgalciyi yenip özgürlük ve bağımsızlığı kazanmak için yürüttüğü
mücadelenin meşruiyeti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder