9 Nisan 2017 Pazar

M.RUBIN: AVRUPA-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE NUMARA YAPMAK



AVRUPA-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE NUMARA YAPMAK

Michael Rubin (Amerikan Girişim Enstitüsü Ortadoğu ve Türkiye uzmanı; Amerikan Donanması Askeri Akademisi öğretim üyesi ve Middle East Quarterly dergisinin editörü)
The Cipher Brief, 24.3.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Her fırsatta Türkiye aleyhine yazılar kaleme alan Michael Rubin’den yapılmış 17 tercümeyi toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.

Cumhurbaşkanlığıyla ilgili referandum öncesi Türkiye’nin özellikle Almanya ve Hollanda gibi büyük Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde beliren son siyasi anlaşmazlıklar, acaba bir bütün olarak Türkiye-Avrupa ilişkilerini tehdit eder mi? Erdoğan’ın bu referandumu yapmasının Türkiye-Avrupa ilişkilerine yansımaları neler olabilir?
Avrupa-Türkiye ilişkilerinde komik olan, her iki tarafın da bir süredir numara yapması. Şüphesiz diplomatlar Türkiye’nin AB’ye katılımıyla ilgili çalışmalarını sürdürüyorlar ve Türk liderler lafta da olsa AB’ye katılmak istiyormuş gibi görünüyorlar. Ancak liberal Türkler ve Avrupalılar arasında iki tarafı birbirine bağlama rüyası, büyük ölçüde Erdoğan’ın davranışlarıyla zehirlendiğinden katılım süreci on yılı aşkın bir süredir yaşam destek ünitesine bağlı. Avrupalıları endişelendiren ama manşetlere fazla çıkmayan bazı konuları hatırlayalım. 2006 Mayıs’ında Erdoğan’ın AB başmüzakerecisi, bir müzakere belgesinde Türkiye’nin eğitim sisteminin laikliğine dair referansı kaldıracak şekilde revize etmişti. Ardından Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türk üniversitelerinde başörtü yasağını onaylayan kararını “ulemaya danışmadan” alındığı için eleştirdi. Erdoğan’ın NATO karşıtı uyanıklığı/hilekârlığı da derin bir etki bıraktı, tıpkı bazı yakın danışmanlarının küstahça esip gürlemeleri gibi. Mesela Türkiye’nin eski AB Bakanı Egemen Bağış, Kıbrıs açıklarında doğalgaz sondaj ihtilafı yüzünden Türk donanmasını NATO ortaklarına karşı kullanmakla tehdit etti; keza Erdoğan’ın Çad büyükelçisi de Fransa’nın 2012’de Mali’ye müdahalesinde el-Kaide safında yer aldı.
Erdoğan eğer referandumda istediğini alırsa Avrupa-Türkiye ilişkilerinin daha da kötüleşmesini bekleyin. Gücünü konsolide ettikçe uzlaşma ve liberalizm illüzyonundan dahi vazgeçti. İlk seçildiğinde belirlediği ekonomiyi düzeltmek, temel vergi reformu, temel hizmetler gibi pragmatik hedefleri yok olup gitti ve artık Türkiye’yi kendi hayalleri çerçevesinde yeniden inşa etmeye çalışıyor. Kilit, referandum değil, Türkiye’nin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılı. Ve eğer ki Avrupa, Erdoğan’ın destekçilerini seferber etmek için pataklayacağı elverişli bir kozsa niçin geri dursun ki?

Erdoğan ve onun iktidarın dizginlerini daha sıkı elinde tutması dışında, Türkiye-Avrupa ilişkilerinin bozulmasına yol açan diğer faktörler neler?
AB’ye girmeye aday her ülkede yaşanan şey, müzakere süreci başladıktan sonra katılıma olan desteğin düşüşe geçmesidir. Türkiye için de aynısı geçerli, abartılı da olsa, hem hakiki reform talepleri bazı Türkleri sinir etti hem de Brüksel’in Türkiye’ye karşı çifte standart uyguladığı hissi doğdu. Dürüst olmak gerekirse, bu hissiyat hiç yoktan ortaya çıkmadı; bazı Avrupa ülkelerinde Türklere ve Müslümanlara karşı arızi ırkçılık bu faktörlerden biriydi. Bununla beraber, eğer Erdoğan, –gücünü konsolide edebilmek için ordunun hakimiyetini kırmak amacıyla AB’ye katılımı basitçe kullanmak yerine– gerçekten de Birliğe girmek isteseydi Türkiye çoktan kabul edilmiş olurdu.
Ayrıca mülteciler konusunda Türkiye’ye karşı yaygın bir hayal kırıklığı var. Erdoğan, Suriyelilerle ilgilenme noktasında birçok ülkeden çok daha fazla şey yaptıklarını söyleyebilir; ancak Avrupalılar, Erdoğan’ın –mülteci akışının vanasını açıp kapamak suretiyle– bu meseleyi diğer konularda Avrupa’ya baskı uygulamak için bir koz olarak kullandığını hissediyorlar.
Son olarak, mevcut krizin önceden bir habercisi niteliğinde, Hollanda ve diğer yerlerde ajan imamlar skandalı var: Avrupa camilerinde vaazlar veren Diyanet’e bağlı imamlar, diaspora Türkleri hakkında muhbirlik yapıyor; sürgündeki din adamı Fethullah Gülen’le bağlantısı olduğundan şüphelendikleri kişiler, muhalif siyasi aktivistler veya Kürt gruplar hakkında rapor tutuyorlardı.

Acaba bu faktörler, mesela mülteci anlaşması gibi, bölge güvenliği için önem arz eden Türkiye ile Avrupa arasındaki anlaşmaları tehdit edebilir mi?
Mülteci anlaşması zaten ölmüş sayılır. Erdoğan’ın ekibi, mültecileri kullanarak Avrupa’ya şantaj yapmaya çalışıyor. (…) Erdoğan’ın bu tuhaf davranışlarından sonra ve kendi toprakları üzerinde İslam Devleti’nin terör saldırılarını önleyemezken, mülteci anlaşması pazarlığında Ankara’nın istediği Türklere vizesiz serbest dolaşım izni verilmesi de mümkün değil. Bunun için en azından Erdoğan’ın ve Türk istihbarat servisinin IŞİD hücrelerini başarılı bir şekilde kapatabildiğini göstermesi gerekir; ancak darbe kalkışması sonrası girişilen tasfiyeler, Türkiye’nin terörle mücadele kapasitesinin içini boşalttığından bu da aşırı derecede zor olacaktır.

İlişkilerin bozulmasının güvenliğe diğer yansımaları neler olabilir?
Mültecileri ve İslam Devleti’ni bir kenara bırakırsak, işin bir de –önlenebilmesi için güvenlik işbirliğinin elzem olduğu– insan ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi suç faaliyetleri boyutu var. Ancak bunun için de artık ortada bir işbirliği yok. Son olarak NATO boyutu var. Türkiye ile NATO arasındaki problem çift yönlü: Birincisi, NATO oybirliğiyle hareket eden bir örgüt ve tek bir itirazcı dahi örgütü felç edebilir. İkincisi, herhangi bir NATO üyesini örgütten çıkaracak resmi bir mekanizma yok. Bir bakıma NATO’nun ipleri Erdoğan’ın elinde ve Avrupalılar eğer Erdoğan’ın bamteline aşırı derecede basarlarsa müşkül duruma sokacağını biliyorlar. 

Bu yıl Avrupa’da bir dizi seçimler var. Eğer ki Avrupa’daki siyasi yapı değişir de mesela Fransa’nın Marine Le Pen’i gibi popülist adaylar seçilir veya mecliste zemin kazanırsa acaba bu Türkiye’yle ilişkileri değiştirebilir mi?
Erdoğan da Le Pen ve diğer Avrupalı (hatta Amerikalı) popülistlerle aynı şekilde görülmeli. Aslında o, gidişatı/modayı belirleyen oldu. Ama eğer ki Avrupalı milliyetçiler yükselirse bunun iki sonucu olabilir. Söylemsel düzeydeki savaş daha da kötüleşecektir. Farklı ülkelerdeki milliyetçiler birçok değeri ve önceliği paylaşıyor olabilirler; ancak diplomasiyi ve ticareti sıfır toplamlı oyun muvacehesinden görmeleri ülkeleri karşı karşıya getiriyor. Ama bir umut ışığı da olabilir: Erdoğan Avrupalıların mağduriyet korkusunu istismar etmeyi seviyor. Avrupa’nın küçük bir kesiminin hakaretine uğramış gibi numara çekecek ve ardından Avrupalı diplomatlar onu teskin etmeye çalışırken verilecek tavizlerden kazanç sağlayacak. Ama eğer ki popülistler üstünlük kazanırsa bu defa Erdoğan’ın yağdırdığı tehditlere tehditlerle karşılık verilecek ve Erdoğan da bu stratejisinin artık işe yaramadığını keşfedecektir. Yani yeni bir milliyetçi liderler nesli, Erdoğan’ın tuhaflıklarını işe yarar kılmaya veya ödüllendirmeye bir son verebilirler.

Mevcut Türkiye-Avrupa dinamikleri hakkında dile getirmek istediğiniz başka hususlar var mı? İlişkiler önümüzdeki aylarda ve yıllarda nasıl gelişebilir?
Türkiye’de izlenmesi gereken kilit alan ekonomi. Borçların GSYH’ye oranı hala iyi durumda, ama bireylerin borçları fırlamış durumda. Bu da demek oluyor ki insanlar faiz ödemesi için borç alıyor (…). Buna bir de hükümetin iktisadi işletmelere karşı yürüttüğü siyasi kan davası, zayıf para politikası ve kredi derecelendirme kuruluşlarına göre Türkiye’nin son dönemde yatırım değeri olmayan riskli piyasa (junk bond) statüsüne düşüşünü ekleyin. Bu zehirli bir karışım. O halde soru şu: Türkler satın alma güçlerinin azalmasına nasıl tepki gösterecekler ve Erdoğan halkın yönünü başka tarafa çekmek için neler yapacak?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder