AVRUPA-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE
NUMARA YAPMAK
Michael
Rubin (Amerikan Girişim Enstitüsü Ortadoğu ve Türkiye uzmanı;
Amerikan Donanması Askeri Akademisi öğretim üyesi ve Middle East Quarterly
dergisinin editörü)
The Cipher
Brief, 24.3.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Her fırsatta Türkiye aleyhine yazılar kaleme alan Michael
Rubin’den yapılmış 17 tercümeyi toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.
Cumhurbaşkanlığıyla
ilgili referandum öncesi Türkiye’nin özellikle Almanya ve Hollanda gibi büyük
Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde beliren son siyasi anlaşmazlıklar, acaba bir
bütün olarak Türkiye-Avrupa ilişkilerini tehdit eder mi? Erdoğan’ın bu
referandumu yapmasının Türkiye-Avrupa ilişkilerine yansımaları neler olabilir?
Avrupa-Türkiye
ilişkilerinde komik olan, her iki tarafın da bir süredir numara yapması.
Şüphesiz diplomatlar Türkiye’nin AB’ye katılımıyla ilgili çalışmalarını
sürdürüyorlar ve Türk liderler lafta da olsa AB’ye katılmak istiyormuş gibi
görünüyorlar. Ancak liberal Türkler ve Avrupalılar arasında iki tarafı
birbirine bağlama rüyası, büyük ölçüde Erdoğan’ın davranışlarıyla
zehirlendiğinden katılım süreci on yılı aşkın bir süredir yaşam destek
ünitesine bağlı. Avrupalıları endişelendiren ama manşetlere fazla çıkmayan bazı
konuları hatırlayalım. 2006 Mayıs’ında Erdoğan’ın AB başmüzakerecisi, bir
müzakere belgesinde Türkiye’nin eğitim sisteminin laikliğine dair referansı
kaldıracak şekilde revize etmişti. Ardından Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin Türk üniversitelerinde başörtü yasağını onaylayan kararını
“ulemaya danışmadan” alındığı için eleştirdi. Erdoğan’ın NATO karşıtı
uyanıklığı/hilekârlığı da derin bir etki bıraktı, tıpkı bazı yakın
danışmanlarının küstahça esip gürlemeleri gibi. Mesela Türkiye’nin eski AB
Bakanı Egemen Bağış, Kıbrıs açıklarında doğalgaz sondaj ihtilafı yüzünden Türk
donanmasını NATO ortaklarına karşı kullanmakla tehdit etti; keza Erdoğan’ın Çad
büyükelçisi de Fransa’nın 2012’de Mali’ye müdahalesinde el-Kaide safında yer
aldı.
Erdoğan eğer
referandumda istediğini alırsa Avrupa-Türkiye ilişkilerinin daha da
kötüleşmesini bekleyin. Gücünü konsolide ettikçe uzlaşma ve liberalizm
illüzyonundan dahi vazgeçti. İlk seçildiğinde belirlediği ekonomiyi düzeltmek,
temel vergi reformu, temel hizmetler gibi pragmatik hedefleri yok olup gitti ve
artık Türkiye’yi kendi hayalleri çerçevesinde yeniden inşa etmeye çalışıyor.
Kilit, referandum değil, Türkiye’nin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılı. Ve
eğer ki Avrupa, Erdoğan’ın destekçilerini seferber etmek için pataklayacağı
elverişli bir kozsa niçin geri dursun ki?
Erdoğan ve onun
iktidarın dizginlerini daha sıkı elinde tutması dışında, Türkiye-Avrupa
ilişkilerinin bozulmasına yol açan diğer faktörler neler?
AB’ye girmeye
aday her ülkede yaşanan şey, müzakere süreci başladıktan sonra katılıma olan
desteğin düşüşe geçmesidir. Türkiye için de aynısı geçerli, abartılı da olsa,
hem hakiki reform talepleri bazı Türkleri sinir etti hem de Brüksel’in
Türkiye’ye karşı çifte standart uyguladığı hissi doğdu. Dürüst olmak gerekirse,
bu hissiyat hiç yoktan ortaya çıkmadı; bazı Avrupa ülkelerinde Türklere ve
Müslümanlara karşı arızi ırkçılık bu faktörlerden biriydi. Bununla beraber,
eğer Erdoğan, –gücünü konsolide edebilmek için ordunun hakimiyetini kırmak
amacıyla AB’ye katılımı basitçe kullanmak yerine– gerçekten de Birliğe girmek
isteseydi Türkiye çoktan kabul edilmiş olurdu.
Ayrıca
mülteciler konusunda Türkiye’ye karşı yaygın bir hayal kırıklığı var. Erdoğan,
Suriyelilerle ilgilenme noktasında birçok ülkeden çok daha fazla şey
yaptıklarını söyleyebilir; ancak Avrupalılar, Erdoğan’ın –mülteci akışının
vanasını açıp kapamak suretiyle– bu meseleyi diğer konularda Avrupa’ya baskı
uygulamak için bir koz olarak kullandığını hissediyorlar.
Son olarak,
mevcut krizin önceden bir habercisi niteliğinde, Hollanda ve diğer yerlerde
ajan imamlar skandalı var: Avrupa camilerinde vaazlar veren Diyanet’e bağlı
imamlar, diaspora Türkleri hakkında muhbirlik yapıyor; sürgündeki din adamı
Fethullah Gülen’le bağlantısı olduğundan şüphelendikleri kişiler, muhalif
siyasi aktivistler veya Kürt gruplar hakkında rapor tutuyorlardı.
Acaba bu faktörler,
mesela mülteci anlaşması gibi, bölge güvenliği için önem arz eden Türkiye ile
Avrupa arasındaki anlaşmaları tehdit edebilir mi?
Mülteci
anlaşması zaten ölmüş sayılır. Erdoğan’ın ekibi, mültecileri kullanarak
Avrupa’ya şantaj yapmaya çalışıyor. (…) Erdoğan’ın bu tuhaf davranışlarından
sonra ve kendi toprakları üzerinde İslam Devleti’nin terör saldırılarını
önleyemezken, mülteci anlaşması pazarlığında Ankara’nın istediği Türklere
vizesiz serbest dolaşım izni verilmesi de mümkün değil. Bunun için en azından
Erdoğan’ın ve Türk istihbarat servisinin IŞİD hücrelerini başarılı bir şekilde
kapatabildiğini göstermesi gerekir; ancak darbe kalkışması sonrası girişilen
tasfiyeler, Türkiye’nin terörle mücadele kapasitesinin içini boşalttığından bu
da aşırı derecede zor olacaktır.
İlişkilerin
bozulmasının güvenliğe diğer yansımaları neler olabilir?
Mültecileri ve
İslam Devleti’ni bir kenara bırakırsak, işin bir de –önlenebilmesi için
güvenlik işbirliğinin elzem olduğu– insan ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi suç faaliyetleri
boyutu var. Ancak bunun için de artık ortada bir işbirliği yok. Son olarak NATO
boyutu var. Türkiye ile NATO arasındaki problem çift yönlü: Birincisi, NATO
oybirliğiyle hareket eden bir örgüt ve tek bir itirazcı dahi örgütü felç
edebilir. İkincisi, herhangi bir NATO üyesini örgütten çıkaracak resmi bir
mekanizma yok. Bir bakıma NATO’nun ipleri Erdoğan’ın elinde ve Avrupalılar eğer
Erdoğan’ın bamteline aşırı derecede basarlarsa müşkül duruma sokacağını
biliyorlar.
Bu yıl Avrupa’da
bir dizi seçimler var. Eğer ki Avrupa’daki siyasi yapı değişir de mesela
Fransa’nın Marine Le Pen’i gibi popülist adaylar seçilir veya mecliste zemin
kazanırsa acaba bu Türkiye’yle ilişkileri değiştirebilir mi?
Erdoğan da Le
Pen ve diğer Avrupalı (hatta Amerikalı) popülistlerle aynı şekilde görülmeli.
Aslında o, gidişatı/modayı belirleyen oldu. Ama eğer ki Avrupalı milliyetçiler
yükselirse bunun iki sonucu olabilir. Söylemsel düzeydeki savaş daha da
kötüleşecektir. Farklı ülkelerdeki milliyetçiler birçok değeri ve önceliği
paylaşıyor olabilirler; ancak diplomasiyi ve ticareti sıfır toplamlı oyun
muvacehesinden görmeleri ülkeleri karşı karşıya getiriyor. Ama bir umut ışığı
da olabilir: Erdoğan Avrupalıların mağduriyet korkusunu istismar etmeyi
seviyor. Avrupa’nın küçük bir kesiminin hakaretine uğramış gibi numara çekecek
ve ardından Avrupalı diplomatlar onu teskin etmeye çalışırken verilecek
tavizlerden kazanç sağlayacak. Ama eğer ki popülistler üstünlük kazanırsa bu
defa Erdoğan’ın yağdırdığı tehditlere tehditlerle karşılık verilecek ve Erdoğan
da bu stratejisinin artık işe yaramadığını keşfedecektir. Yani yeni bir
milliyetçi liderler nesli, Erdoğan’ın tuhaflıklarını işe yarar kılmaya veya
ödüllendirmeye bir son verebilirler.
Mevcut
Türkiye-Avrupa dinamikleri hakkında dile getirmek istediğiniz başka hususlar
var mı? İlişkiler önümüzdeki aylarda ve yıllarda nasıl gelişebilir?
Türkiye’de
izlenmesi gereken kilit alan ekonomi. Borçların GSYH’ye oranı hala iyi durumda,
ama bireylerin borçları fırlamış durumda. Bu da demek oluyor ki insanlar faiz
ödemesi için borç alıyor (…). Buna bir de hükümetin iktisadi işletmelere karşı
yürüttüğü siyasi kan davası, zayıf para politikası ve kredi derecelendirme
kuruluşlarına göre Türkiye’nin son dönemde yatırım değeri olmayan riskli piyasa
(junk bond) statüsüne düşüşünü ekleyin. Bu zehirli bir karışım. O halde
soru şu: Türkler satın alma güçlerinin azalmasına nasıl tepki gösterecekler ve
Erdoğan halkın yönünü başka tarafa çekmek için neler yapacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder