ŞİİLİĞİN
YAYILMASI NİÇİN KISA ÖMÜRLÜ OLACAK?
Kamran Bokhari (Geopolitical
Futures (Ortadoğu ve Güney Asya’da radikalizm ve jeopolitik alanında) kıdemli
uzmanı, Küresel Politikalar Merkezi kıdemli üyesi, George Washington
Üniversitesi Aşırıcılık Programında bilim kurulu üyesi; Ottawa Üniversitesi
Güvenlik ve Politika Enstitüsü’nde Kanadalı askerlere, istihbaratçılara,
emniyetçilere ve diğer hükümet yetkililerine milli güvenlik ve dış politika
dersleri veriyor; daha evvel Stratfor (2003-2015) Ortadoğu ve Güney Asya
danışmanı ve Dünya Bankası danışmanıydı.)
Stratfor Analiz,
12.5.2015
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Tahminler
o
Bir grup Şii devletin Ortadoğu’da
koalisyon kurması jeopolitik açıdan önemli bir gelişme; ancak başını İran’ın
çekmesi bunun kısa ömürlü olacağı anlamına geliyor.
o
Aslında böyle bir bloğun kurulması ve
yayılması Sünni Arap devletlerinin bölünmüşlüğü ve zayıflığı sayesinde
gerçekleşebildi.
o
Başta Suriye İç Savaşı ve etnik-dini
koşullar/kısıtlamalar olmak üzere birçok faktör İran’ın mevcuttan daha öteye
Şii nüfuzunu yaymasını engelleyecek.
Ortadoğu’daki
mezhep çatışması Sünni-Şii rekabetine indirgenebilir. Gerçekte ise durum çok
daha karmaşık. Sünni birlik tezi bir efsane; Sünni bloktaki ülkeler bir dizi
konu üzerinde bölünmüş durumdalar. 1990’ların başından itibaren gücü giderek
artan Şiiler de azınlık olmaktan kaynaklanan kaçınılmaz bazı kısıtlamalarla
maluller.
Demografik bir
meydan okuma
Şii bloğun en
önemli özelliği, Müslüman nüfusun sadece küçük bir kesimini oluşturmaları.
Müslüman dünyanın dörtte üçünden fazlası Sünni İslam içinde.
2011’de Pew
Araştırma Merkezi’nin bir çalışmasına göre Şiiler sadece dört ülkede çoğunluk:
İran, Azerbaycan, Bahreyn ve Irak. Ama diğer bazı ülkelerde de önemli miktarda
Şii azınlık var: Yemen, Kuveyt, Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan, Türkiye,
BAE, Katar ve Umman. Lübnan’da da Şiiler farklı Müslüman ve Hristiyan mezhepler
arasında en büyüğünü oluşturuyor. Hindistan’daki yaklaşık 180 milyonluk
Müslüman’ın da %20’sini teşkil ediyor.
Sünni muadilleri
gibi Şiiler de kendi içlerinde muhtelifler. On İki İmam Şiileri en büyük kesimi
oluştursa da İsmaililer, Zeydiler, Aleviler ve Dürziler de var. Bütün bu alt
mezhepler coğrafya, dil, siyaset ve ideoloji bakımından farklılıklar arz
ediyorlar.
Tarihsel olarak
Şiiler, bazı istisnalarla birlikte, zaman zaman yönetime geçti. Fatımiler
(909-1171), Fas’tan Arap Yarımadası’nın batı sahillerine uzanan bir coğrafyada
Kahire merkezli bir hilafeti sürdürdüler. 12 İmam Şiileri olan Büveyhoğulları
(932-1055), bugünkü İran ve Irak’ın büyük bir kısmını hükümranlığı altına aldı.
Daha sonra Orta Asya Moğolları olan İlhanlılar Pakistan, Afganistan, İran,
Irak, Suriye ve Türkiye’nin bir kısmını yönetti. Daha yakın bir zamanda
Zeydiler Yemen’deki imamlıklarıyla (897-1962) iftihar ettiler. Yine Ortaçağ’da
birçok küçük Müslüman devleti de Şii hanedanlarca yönetildi.
Ama tarihin
büyük kısmında Şii yönetimleri aslında nadirattandı. 16. yüzyıla kadar Şiiler
Sünnilerin egemenliği altında kaldılar, ta ki Safevi İmparatorluğu Şii İslam’ı
resmi din ilan edene kadar. O döneme kadar Ortadoğu ve Güney Asya’nın çoğu, her
ikisi de Sünni imparatorluklar olan ya Osmanlıların ya da Babürlerin kontrolü
altına girmişti.
Tutunma
noktaları kurma
Şii gücü bundan
sonra Acemistan’a kaydı. 1979’da İran Devrimi’yle resmen Şii bir cumhuriyet
kuruldu. Şu anda İran en büyük ve askeri açıdan en güçlü Şii devleti ve bu güç,
Tahran’daki din adamlarının Şii cemaatleri destelemesini ve böylelikle Arap
dünyasındaki nüfuzunu artırmasını sağladı. Ama nüfuzunu yaymak her zaman öyle
kolay olmadı. Mesela Azerbaycan’daki Şii çoğunluğu kendi lehine çevirmek için
İran’daki etnik Azerileri bir koz olarak kullanmaya çalıştı. Ancak 1991’e kadar
Azerbaycan SSCB’nin bir parçası ve laik bir yapıydı. Laikliği onu Şiilerin
faaliyetlerine karşı dirençli hale getirdi.
İran’ın nüfuzu
Güney Asya gibi yerlerde de bastırıldı. Hindistan ve Pakistan gibi güçlü
devletlerin varlığı ve tabii ki Afganistan savaşı Tahran’ın doğuya doğru
yayılmasını iyice zorlaştırdı. Kuzeybatıya ve doğuya yayılmanın önü büyük
ölçüde kapatılmışken İran’ın genişleyebileceği tek yön batıya doğru Arap
dünyası olarak kaldı. 1980’lerde İran-Irak Savaşı’ndaki o kirli çatışmalara
rağmen Tahran, Bağdat-Şam rejimlerinin düşmanlığı sayesinde Suriye'de kendine bir
tutunma noktası kurabildi. Gerçekten de Suriye, kısmen Sünni çoğunluğu yöneten
Alevi azınlık rejimi sayesinde erken dönemde İran’ın müttefiki oldu. Suriye
yönetimi aynı zamanda İran’ın Hizbullah’ı büyük bir siyasi ve askeri güç olarak
geliştirmesine de yardımcı oldu.
İran’ın bölgesel
nüfuzunun yayılmasında iki olay daha etkiliydi: İran-Irak Savaşı’nın akabinde,
bir bakıma tesadüfen Lübnan İç Savaşı da 1989’da çözüldü. Bu da İran’ın vekil
gücü Hizbullah’ı Lübnan’ın en büyük siyasi gücü haline getirdi. Ertesi sene
Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle 1991’de Körfez Savaşı başladı. Körfez Savaşı,
Bağdat hükümetini zayıflattığı için İran inanılmaz bir avantaj yakaladı. Daha
evvel Körfez İşbirliği Konseyi (KİK)’ne üye olan ülkeleri İran’ın
ihlallerinden/saldırılarından koruyan Irak’tı.
Ardından
Tahran’ın yıllardır destek verdiği Kürtler ve Şiiler, Irak rejiminin artan
zafiyetini istismar etmeye başladı. ABD Saddam Hüseyin’i devirdiğinde Irak
artık İran’ın nüfuzuna girmeye hazırdı. Gerçekten de bu oldu ve bu sayede İran,
Tahran’dan Akdeniz’e uzanan bir Şii hilali kurdu.
Ancak İran’ın
yayılması kısa süre sonra durdu, her ne kadar hegemonya kurma arzusu devam etse
de. Batı kanadının güvenli olduğu varsayımıyla Tahran, baş rakibi Suudi
Arabistan’ın merkezi olan Arap Yarımadası’na yayılmak için Arap Baharı’nı bir
fırsat olarak gördü. Özellikle Bahreyn’deki Şii isyanını kendi lehine kullanma
ümidindeydi. KİK müttefiklerinin yardımıyla Suudi Arabistan Bahreyn’deki isyanı
ve böylelikle İran’ın bu ada devleti üzerinde üstünlük kazanma ümidini
bastırdı.
Kısa süre sonra
İran’ın hırsları, Arap Baharı protestolarının bir iç savaşa dönüştüğü Suriye’de
bir darbe daha aldı. Alevi yönetimi hala Suriye’nin başında ve onun düşmesi
İran için bir felaket olacak: Müttefiki Hizbullah’a erişimi kesilecek ve Iraklı
Şiileri Suriye’de Sünni bir rejime maruz bırakacak. Dolayısıyla İran’ın Esed
rejimini aşkla ve şevkle desteklemesi bir sürpriz değil.
Çok fazla
kırmızı çizgi
Hâlihazırda İran
ve Şiiler, Suudi Arabistan ve Sünnilerden çok daha iyi bir durumda gibi
görünüyor. Hizbullah ve diğer milisler Esed rejiminin başta kalmasına yardımcı
oldu. Nusra Cephesi ve İslam Devleti gibi radikal gruplarla savaş, İran’a hem
yeniden gruplaşma hem de ABD’yle nükleer müzakereleri yürütme fırsatı verdi.
Dahası Suudiler Yemen’de Husi isyanını bastırmaya çalışmakla meşguller.
Ancak Şiilerin
avantajları kalıcı değil. Şiilerin kazanımları, büyük ölçüde Sünnilerin
zayıflığı ve anlaşmazlıkları sayesinde ve son dönemdeki bazı gelişmeler
Sünnilerin, geçici de olsa, yeniden zemin kazanmaya başladığını gösteriyor.
İsyancılar Suriye’de kritik toprakları, özellikle İdlib’i ele geçirdi ve Suudi
Arabistan ile Türkiye Esed’i devirmek için bir ittifaka girdi.
Daha da
önemlisi, Sünni nüfus Şiilerin çok çok üstünde ve Sünnilerin Şii yönetimine
boyun eğmeyeceğini gösteren birçok kanıt var. Lübnan’da Hizbullah, askeri
büyüklüğü ve nüfuzuna rağmen hükümetin hâkim unsuru olamadı. Yemen’de Zeydi
Husi hareketi, Hizbullah’ın Yemen versiyonuna dönüşebilir ama Zeydilerin
yaşadığı topraklar dışında kendi irade ve isteklerini dayatamaz. Barbarlığına
rağmen İslam Devleti, Irak’ta hala güçlü bir Sünni grup, hatta Şiilerin
ağırlıkta olduğu bölgelerde dahi.
Cihatçılar
aslında İran’ı ve onun Şii müttefiklerini tehdit ediyor; ama aynı zamanda bu
bir fırsat da. Cihatçılık Sünni devletleri zayıflatıyor ve uluslararası
kamuoyunun İran’a doğru kayışını sağlıyor. İranlılar Suud’un çökmeye
başlayacağı ümidinde. Onlara göre Yemen’deki Husi hareketin ivmesi, Suudi
Arabistan’ın –Yemen’e komşu– Necran ve Cizan bölgesindeki İsmaililer arasında
benzer bir isyanın tetiklenmesini sağlayabilir. Tercihen, Suudi Arabistan’ın
Doğu Vilayeti’ndeki On İki İmam Şiileri de dalgalanacaktır ki böyle bir
gelişme, Bahreyn’le birlikte, Suudi Arabistan’da İran nüfuzunun önemli bir
ileri karakolunu tesis edecektir.
Bölgenin
Sünnileri için çok fazla kırmızı çizgi var. Pek mümkün görünmeyen Suudi
Arabistan’ın iyice zayıflayıp da İran’ın Arap Yarımadası’nı fiili kontrolü
altına alması senaryosunda dahi Sünniler, kutsal beldeler Mekke-Medine’nin
Şiilerin kontrolüne girmesine müsaade etmeyecektir. Sünnilerce
kuşatıldıklarından bu konuda pek bir şey yapabilecek ölçüde Şii de yok.
Şii yönetimin
yayılmasını engelleyen dini mülahazaların yanısıra etnik sebepler de var. Şii
liderlik Arapların değil Farsların elinde. Arap Şiiler, Tahran’la ittifak
kursalar bile bunu, kendi ülkelerinde uğradıkları iftiralar yüzünden
mecburiyetten yaptılar. Bu da İran’ın kendi hedeflerine ulaşmak için onlara ne
derece güvenebileceğinin sınırlarını ortaya koyuyor.
Arap dünyasının
Şiileri büyük ölçüde birleşmiş olsalar da bazı farklılıkların görmezden
gelinmesi çok çok zor. Şii ilim merkezleri olan Irak’ın Necef’i ile İran’ın
Kum’u arasında hala daha rekabet var ve İran, Necef üzerindeki nüfuzunu
artırmak için çok çalıştı. İranlı liderlerin ümidi, Irak’taki güç boşluğundan
istifade ederek kendi velayet-i fakih doktrinini yaymak. Ancak İran kendi
siyasi dönüşümünü yaşarken liberal-muhafazakâr fraksiyonlar ve demokrasi-teokrasi
taraftarları arasındaki gerilim daha akut bir hale geliyor. Bu gerilimler
İran’ı uluslararası hedeflerini bir kenara bırakıp içeriye odaklanmak zorunda
bırakabilir.
İran’ın mevcut
Sünni zayıflığını istismar etmek istemesi kadar, Tahran’daki değişimler de
liderlerinin bölgesel hırslarına gölge edebilir; tıpkı Şiiler arası iç
farklılıklar ve Suriye İç Savaşı’nın gelişimi gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder