YENİ-OSMANLICILIĞIN
DETAYLI KÜRESEL PLANI: ENERJİ VE ORDU – II. Bölüm
Andrew Korybko (Rus siyaset bilimci, gazeteci, yazar; Rusya Halkların Kardeşliği
Üniversitesi Stratejik Araştırmalar ve Öngörüler Enstitüsü uzman konseyi üyesi)
Katehon, 2.3.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Rus Avrasyacıların
internet sitesi Katehon'da yayınlanan aşağıda ikincisi yer alan üç bölümlük
yazı dizisi, ciddi problemler ve yanlış bilgiler içermekle birlikte Rusya’da ve
yurtdışında bir kesimin Türkiye’ye nasıl baktığını yansıtması bakımından
tercüme edilme ihtiyacı hissedilmiştir.
Enerji
Zorunlulukları
Kavram
Erdoğan yönetimi
altında Türkiye, dış politikasında azami esnekliğe ulaşmak için çabalıyor;
ancak eğer ki güvenilir enerji kaynaklarını ve güvenli enerji erişimini
sağlayamazsa bunu yapması imkânsız. Aslına bakarsanız Türkiye, Rusya’yla enerji
bağlantısı sayesinde zaten buna sahip ve dolayısıyla böyle bir arayışa
girmesine gerek dahi yok. Ancak Yeni-Osmanlıcıların istediği şey, günün birinde
Rusya’dan enerji tedarikini o denli çeşitlendirmek ki Moskova’nın Ankara’yla
enerji irtibatı tamamen siyasallıktan arınsın ve
de facto Halifeyi etkilemekten tamamen aciz kalsın. Stratejik egemenliği
tamamen tesis etme dürtüsü hâlihazırda Çin’in yaptığına çok benziyor. Çin, tek
bir enerji üreticisine bağımlılıktan kaçınmak için dünyanın her yerinde birçok
enerji tedarikçisiyle iş tutuyor. Mesela Çin Halk Cumhuriyeti ana enerji
ortakları olarak Rusya, Türkmenistan, İran, Suudi Arabistan ve Angola’yı
görüyor. Türkiye’yi de enerji kaynaklarını çeşitlendirici benzer bir adım
atmaktan alıkoyacak hiçbir engel yok
Rus Projesi
Mevcut Mavi Akım
ile gelecekte inşa edilecek Balkan/Türk Akımı projelerinin de gösterdiği üzere
Türkiye, Rusya’dan güvenilir ve güvenli enerji tedarikinde gayet rahat ve Rus
arzına bağımlılıktan kaçınmak için herhangi bir çeşitlendirmeye gitmesi ille de
Moskova’ya yönelik hasmane bir davranış olarak görülmemeli. Türkiye’nin, tıpkı
Rusya kadar, jeostratejik nedenlerle Balkan/Türk Akımı’na ihtiyacı var. Zira bu
proje, son derece acil/yakıcı üç Balkan meselesinin –yani Bosna, Kosova ve
Makedonya– çözümünde Moskova-Ankara işbirliği için yapısal bir platform
yaratıyor. Bu potansiyel (uzatmalı) çatışmaların her biri; Balkan
jeopolitiğinin tabiatı, demografik yapı ve Rusya, Türkiye ve Almanya gibi
geleneksel Büyük Güçlerin nüfuzu, üstelik bir de Eski Soğuk Savaş’ın sona
ermesinden bu yana bölgede rol çalmaya başlayan ABD’nin müdahaleci rolü
nedeniyle stratejik olarak birbiriyle büyük ölçüde bağlantılı. Türk-Alman
ilişkilerinin bozulması, Rusya’ya, Balkanlarda Ankara’nın ortağı olarak
Berlin’in yerine geçme fırsatı sunuyor ve Balkan/Türk ortak projesinin
uygulanabilirliğini de tehlikeye atan, az evvel bahsettiğim üç gerilim
noktasında problemlerin çözülmeye çalışılacağı yeni bir işbirliğine dayalı
ilişki biçimini müjdeliyor.
Kısaca, Türkiye’nin
Balkan/Türk Akımı’nda mutabık kalma nedeni, sadece kendisinin enerjiye güvenli
erişimini sağlamak değil, aynı zamanda Rusya’yla stratejik ortaklığını
derinleştirmek ve böylelikle Balkanlarda işbirliği yönünde bu ortaklığı
ilerletmek.
Bu yüzden sözkonusu
proje, Erdoğan ve ardından yerine her kim geçerse geçsin, önemli olmayı
sürdürecektir. Zira Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılama gibi bir pragmatik
amacın ötesine geçerek, aynı zamanda –ille de Rusya’nın bölgesel menfaatlerine
engel olmaya kalkmadan– Yeni-Osmanlıcılığın hem yumuşak hem de siyasi gücünü
artırma imkanı sunmaktadır. Dolayısıyla Yeni-Osmanlıcı devlet, Rusya’ya bağımlı
kalmak yerine enerji ortaklarını çeşitlendirmeyi ve Moskova’nın elindeki
Türkiye’ye karşı kozu azaltmayı başarsa dahi, Balkan/Türk Akımı etkili olmayı
sürdürecektir. Ancak şunu da önceden bir uyarı olarak yapılmak gerekir ki
Türkiye’nin enerji çeşitlendirmesi yoluyla azami esneklik kazanma çabası,
Ankara’yı Rusya’nın hilafına Balkanlar’da ve Ortadoğu’da jeostratejik
pozisyonlar alma konusunda cesaretlendirerek geri tepebilir de.
Türkiye’nin Yakın Çevresi
Türkiye’nin
“Yakın Çevre”si, diğer bir deyişle sınırlarına yakın mesafedeki ülkeler, Rus
kaynaklarına bağımlılığı azaltmakta Ankara’ya ideal bir çözüm sunuyor ve zaten
hükümet de bu fırsatları büyük ölçüde değerlendirmeye çalışıyor. Aşağıdaki
harita, bir şekilde Türkiye’yi içine alan mevcut ve muhtemel boru hatlarını
gösteriyor (…)
(…)
Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı: (…)
TANAP/TAP: (…)
Kerkük-Ceyhan: (…)
Nabucco: (…)
İran-Türkiye: (…)
Türkmenistan bağlantısı (…)
Katar-Türkiye: Bu güzergâh Suriye Savaşı’nın ardındaki
nedenlerden biri; zira Cumhurbaşkanı Esed bu hattı kabul etmeyip
İran-Irak-Suriye Dostluk Boru Hattını tercih etmişti. Çatışma çözümü
çerçevesinde aşamalı bir rejim değişikliğiyle görevden alınması veyahut
Suriye’nin içeride federal bölgelere bölünmesi halinde bu projenin yeniden
canlanması ve “Sünnistan” üzerinden inşa edilme ihtimali son derece yüksek.
Muhtemel bir İran-Türkiye boru hattı gibi, bu da en sonunda TANAP’a ve oradan
da Nabucco’ya bağlanarak Avrupa’ya akacaktır.
Arap Doğalgaz Boru Hattı: Fazla bilinmemekle birlikte
Mısır-Ürdün-Suriye’yi bir araya getirmesi ve daha sonra Türkiye’yi de içine
katacak şekilde genişlemesi muhtemel bir boru hattı olup Suriye’deki savaş ve
Kahire’nin Ankara’yla İhvan üzerinden yaşadığı problemler yüzünden şimdilik
hayata geçirilmesi imkânsız. Eğer ki Suriye Cumhurbaşkanı Esed görevi bırakırsa
ve Mısır’la Türkiye uzlaşırsa bu proje uygulanması mümkün hale gelebilir ve hem
Türkiye’nin enerji tedarikine katkıda bulunabilir hem de Nabucco projesini besleyebilir.
Doğu Akdeniz: (…)
Trans-Adriyatik: (…)
Türkiye’nin
Uzağındakiler
Türkiye’nin
Yakın Çevresindekiler dışında tartışılması gereken üç muhtemel tedarikçi daha
var: Libya, Tanzanya ve Mozambik.
Libya:
Bu
Kuzey Afrika ülkesi, Kaddafi’nin devrilip öldürülmesinin akabinde Türkiye
yanlısı İhvan “isyancılar”ının güçlerini pekiştirmede başarısız olmasının
ardından yoğun bir iç savaşa girdi. Ankara’nın “Arap Baharı” sonrası Libya’da
başat pozisyonu elde etme umudunu diriltmesi artık ümitsiz vaka gibi duruyor,
her ne kadar çeşitli milis gruplarına düşük düzeyde desteğini sürdürmek
suretiyle hala daha bunun için çaba sarf ettiğine dair haberler gelse de.
Kaddafi sonrasının Libya’sında Ankara bazı stratejik kayıplarını kurtarsa dahi
bundan böyle hedefi, herhangi bir çeşit boru hattı inşa etmekten ziyade kendi
şirketleri üzerinden Libya’nın Avrupa’ya enerji ihracatının bir kısmını kontrol
etmek olacaktır. Ancak Batı ve Rus şirketleri ülke istikrara kavuşur kavuşmaz
kendi iş planlarını hazırlayarak boşluğu doldurmak için birbirleriyle
yarıştığından bu ihtimal gittikçe daha da imkânsız görünüyor.
Tanzanya
ve Mozambik: Bu iki doğalgaz zengini ülke, enerji piyasasında henüz
büyük küresel oyuncular olmasalar da offshore rezervleri o kadar muazzam ki
gelecekte bu imrenilecek konuma ulaşmaları mümkün. Tıpkı Libya’da olduğu gibi
Türkiye, ne Tanzanya’dan ne de Mozambik’ten kendi sahillerine bir boru hattı
inşa etme arzusunda (zaten böyle bir hat da iktisaden uygun değil); ama
istediği, sadece önümüzdeki on yılda buradan ihraç edilmesi beklenen enerjiye
güvenli bir şekilde erişmek. İşte bu ileriye dönük plan, Erdoğan’ın ocak ayında
bu iki ülkeyi ziyaret etme nedenlerinden biri ve üç ülke arasında ilişkilerin
gelecekte gelişmesi bekleniyor. Diğer Büyük Güçlerin de bu kaynaklardan
istifade etmek için yarıştıklarını dikkate alarak, Türkiye’nin devreye ilk
giren olmaya çalışması ve Tanzanya’nın Müslüman çoğunluklu nüfusu ile
Mozambik’in azınlıktaki Müslüman kesimini cezbetmek için muhtemelen “halife
kartı”nı oynaması akıllıca bir hareket olacaktır.
Askeri Manevra
(…)
bu kısımda Türkiye’nin enerji menfaatleri listesi üzerinden gidilerek mevcut,
devam eden ve gelecekteki her bir projede Türk ordusunun oynadığı rolün
etkisinin altı çizilecektir. (…) Türk ordusunun müdahalelerinin, nasıl da
Erdoğan’ın ülkesini stratejik bir süper güç konumuna getirmeye odaklı, büyük
Yeni-Osmanlıcı hedeflerini başarmaya programlandığı açıklanacaktır.
Mavi
Akım ve Balkan/Türk Akımı: Türkiye her iki projeyi de güvence altına almak için
askeri araçları kullanmaya gerek duymadı. Ancak Suriye’de Rus-Türk askeri
işbirliği ve Astana’da yürütülen konuyla ilgili çatışma çözümü diplomasisi,
Moskova-Ankara ikili ilişkilerini güçlendirdi ve her iki boru hattında
uzlaşmanın ardındaki geniş stratejik aklı teyit etti.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı: Türkiye’nin
Azerbaycan’la kardeşlik ilişkisi sözkonusu; (…) rakibi Ermenistan’ı kuşatmakta
ve bağımsızlığından bu yana hep Bakü’ye askeri teçhizatlar ve danışmanlar
yollamakta. Yine Ankara, Gürcistan’ın NATO üyeliğinin güçlü bir destekçisi; bu
politikayla güttüğü amaç, Rusya’yı rahatsız etmek değil, Türkiye’nin
Kafkaslardaki nüfuzunu arttırmak ve enerji ilişkisini askeri ilişkiyle
eşleştirerek sınır ötesinde bölgesel bir nüfuz alanını yeniden inşa etmek.
TANAP/TAP: Hâlihazırda
Arnavutluk-Türkiye ilişkileri çok iyi olsa da Yunanistan-Türkiye ilişkileri
berbat. Daha evvel de hiç yakın olmamış Tiran-Atina ilişkileri, –farklı
nedenlerle de olsa– şu sıralar giderek kötüleşmekte. Ama her ikisinin de temel
nedeni toprak ihtilafları. Ancak Yunanistan, hemen her ciddi uzmanın da kabul
ettiği gibi, şu sıralar egemen ve bağımsız bir devlet gibi hareket etmiyor. Bu
yüzden Atina’nın AB’li amirleri, kendi topraklarına akması beklenen “Güney
Koridoru” projelerinin geleceğini tehlikeye atmamak adına, her iki
Yeni-Osmanlıcı komşusuyla da [Z.T.K. Türkiye ve Arnavutluk’u
kastediyor] ilişkilerini nispeten iyi tutması için Yunanistan’a baskı
yapabilir.
Kerkük-Ceyhan: Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesel
Yönetimi lideri Mesud Barzani’yle ilişkileri çok sıkı (…). İki aktör arasındaki
ilişkiler o denli önemli ki Barzani, Kuzey Irak’ın kendi kontrolü altındaki
bölgelerine peşmergeyi eğitmesi ve IŞİD’in gelecekte kuzeye doğru herhangi bir
saldırısına karşı topraklarını koruması için Türk askeri birliklerini “davet
etti”. Bu, daha evvel Aralık 2015’te büyük bir diplomatik olayın kıvılcımını
ateşlemişti. Ancak bu gelişme, Ankara-Bağdat ilişkilerinde geçmişte yol açtığı
problemler dikkate alındığında, zannedilenin aksine Erbil-Ankara ilişkilerinin
ne denli yakın olduğunu ironik biçimde teşhir ediyor.
Bu
gelişme, Yeni-Osmanlıcılığın oynadığı boru hattı siyasetiyle bağlantılı
olduğundan, Türkiye’nin Kerkük-Ceyhan güzergahını korumak için askeri birlik
yollamaya istekliği olduğunun ve Barzani ile partisi KDP yönetimde kaldığı ve
bölgenin doğal kaynakları Türkiye üzerinden küresel piyasalara akmaya devam
ettiği müddetçe Kuzey Irak’ta “Kürt bağımsızlığı”na olumlu bakabileceğinin
–veyahut en azından tamamen karşı çıkmayacağının– bir ispatı.
Nabucco: Türkiye teklif edilen bu proje için şimdiye kadar
ordusunu kullanmadı, çünkü buna gerek duymuyor. Ama bu demek değil ki
Türkiye’nin başka yerlerdeki askeri konuşlanmaları bu boru hattı projesiyle
bağlantılı olmasın. Zira Ankara’nın Irak’ın kuzeyi ve Türkiye’nin güneydoğusundaki
adımları, bu güzergâhları gelecekteki kullanımlar için güvence altına alma ve
böylelikle günün birinde Nabucco’ya bağlama çabasıyla doğrudan ilintili.
İran-Türkiye: Az evvel belirttiğim gibi, Türk
ordusunun ülkenin güneydoğusundaki (“Türkiye Kürdistanı”) askeri operasyonları,
kısmen, Nabucco üzerinden Avrupa’yı besleyebilecek muhtemel bir İran-Türkiye
boru hattını kolaylaştırma niyetiyle PKK terör isyanını yok etme anlamı
taşıyor. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki geleneksel Türk-İran güvensizliğinin
yeniden nüksettiği ve ABD-İran gerginliğinin yükseldiği bir ortamda bu boru
hattının gelecekte inşa edilme ihtimali çok düşük görünüyor. Ve yine
Türkiye’nin güneydoğudaki askeri hareketleri, çok büyük ölçüde milli birliğini
sağlama ve ileride Yeni-Osmanlıcılığın idari-siyasi yayılmasını sağlayacak
muhtemel bir federal çözümü teşvik etme amaçlı.
Türkmenistan bağlantısı: Bu projenin hayata geçme şansını
arttırmak için Türkiye’nin askeri bakımdan yapacağı hiçbir şey yok. Ancak
Azerbaycan’la ittifakı ve ülkesinin güneydoğusunda PKK karşıtı çabaları, eğer
boru hattı olur da inşa edilirse, hattın güvence altına alınmasına yardımcı
olacaktır.
Katar-Türkiye: Cumhurbaşkanı
Esed’in bu projeye dâhil olmayı reddetmesi, muhtemelen Suriye savaşını başlatan
temel sebeplerden biri. Bu nedenle Türkiye, Esed’i devirmek için bu denli fazla
zaman, enerji ve kaynak sarf etti. Ve yine bu, Türkiye’nin ister doğrudan silah
vererek isterse toprakları üzerinden transit geçişi görmezden gelerek niçin
aktif ve pasif biçimde bu savaş katılan terör gruplarına yardım ettiğini de
açıklıyor.
Fırat Kalkanı Operasyonu’nun dile getirilmeyen
hedeflerinden biri, kuzeyde Türkiye yanlısı bir nüfuz alanı oluşturmak ve belki
de sonunda (eğer ki Türkiye yanlısı KDP benzeri bir parti başarılı bir şekilde
bölgeye yerleştirilirse) tüm “Suriye Kürdistanı”nı ve “Sünnistan”ın güney çöl
bölgelerini (hatta belki de Irak’ın batısını da) içine katacak şekilde bu alanı
genişletebilmektir. Dahası geçen sene Türkiye, iki ülke arasındaki İhvan bağını
derinleştirmeye ve Katar doğal kaynaklarının Türkiye’ye akacağı deniz
güzergâhının bir kısmını gözetlemeye hizmet eden bir askeri üssü Katar’da açtı
(…)
Arap Doğalgaz Boru Hattı: Bu hattın
kaderi, Cumhurbaşkanı Esed’in görevden indirilip indirilmemesiyle ve Kahire ile
Ankara’nın yakınlaşıp yakınlaşmamasıyla doğrudan bağlantılı. (…)
Doğu Akdeniz: Bu, gelecekteki en iddialı enerji
projelerinden biri. Türkiye’nin 2010 Mavi Marmara olayından sonra “İsrail”le
açıkça uzlaşmaya karar verme nedeni de muhtemelen bu. Türkiye’nin bu
inisiyatifte doğrudan herhangi bir payı yok; ama uydu “devleti” Kuzey Kıbrıs
üzerinden sürece dahil olma şansı var, özellikle de bu yapı Kıbrıs’ın kalan
kısmıyla federal bir anlaşmaya varırsa.
Anlaşmanın
karşılığında, Türkiye’ye de bu projeden kâr elde edebileceği bir kanal açacak.
Ama daha da önemlisi, (Kıbrıs çatışmasına federal bir çözüm ve Kuzey kesimin
birleşik Kıbrıs’ın ekonomi politikalarında etkinlik kazanması üzerinden) hayati
olan transit geçişin stratejik denetçisi konumuna yükselecek Türkiye’nin
nüfuzunu tahmin edilenden çok daha üst seviyelere ulaştıracaktır. Böylelikle
Ankara, Atina üzerinde bir başka tür koz elde ederek gelecekte TANAP projesinin
tamamlanmasını ve belki de Ege Adaları ihtilafında Yunan tarafının tavizler
vermesini sağlayacaktır.
Libya: Türkiye, Kaddafi’nin
devrilip öldürülmesinden sonra elde ettiğini düşündüğü kazanımların neredeyse
tamamını Libya’nın çok taraflı bir iç savaşa sürüklenmesiyle birlikte kaybetti
ve Ankara şimdiye kadar bunun küçük bir parçasını dahi geri alabilmiş değil,
her ne kadar bazı silahlı gruplara (Yeni-Osmanlıcı vekil güçlere) yardım
ettiğine dair haberler ortalıkta gezse de. (…)
ABD’nin Türkiye yanlısı uydu devletlerden
bölge-ötesi bir İhvan rejimleri silsilesi oluşturma ümitleri, Suriye halkının
teslim olmayı reddetmesi ve Libya’nın iç savaşa sürüklenmesiyle acı bir şekilde
başarısızlığa uğradı. 2013 Mısır darbesi bu jeopolitik projenin en azında
şimdilik nihai sonu oldu; her ne kadar hasta ve yaşlı Cumhurbaşkanı Bouteflika
hayatını kaybedip de Cezayir’de ikinci bir İslami iç savaş patlak verdiği
takdirde gecikmeli bir teşvik görmesi mümkün olsa da.
Ancak böyle bir durumda dahi Libya’nın
Avrupa’ya yakınlığı ve kontrolsüz bir göç dalgasının kuvvetle muhtemel olması,
kaosu engellemek için Batılı Büyük Güçlerin (Fransa öncülüğünde) hızlı bir
müdahale yapabileceğine işaret ediyor ki süreç, muhtemelen Yeni-Osmanlıcı Türk
stratejik menfaatleri aleyhine işleyecektir. Buna bağlı olarak, Libya İç
Savaşı’nın çözülmesi, muhtemelen Türkiye’nin lehine olmayacaktır; zira Batılı
ve hatta Rus şirketler, Libya’nın enerji ihracatı üzerinde nüfuz kazanmaya ve
Türkiye’yi denklemden çıkarmaya hazırlar.
Tanzanya ve Mozambik: Türkiye’nin
Yeni-Osmanlıcı küresel projesine taş koyan Kuzey Afrika’daki engeller
Afrika’nın güneyinde mevcut değil ve işte bu yüzden dünyanın bu bölgesi, Ankara
için güvenli enerji erişimi bağlamında son derece umut verici. Erdoğan ve ekibi
çoktan bunun farkına varmış görünüyor ve belki de bu yüzden Türkiye Somali’nin
başkenti Mogadişu’da bir askeri üs kuruyor. Basında geçtiği şekliyle, bu öyle
sadece eş-Şebab’la mücadele için değil, aynı zamanda Türkiye’nin Tanzanya ve
Mozambik’in büyük enerji müşterisi olarak, Rus kaynaklarına olan bağımlılığını
azaltma arayışı çerçevesinde çok daha fazla önem kazanacak kuzey-güney deniz
güzergâhı boyunca bir nüfuz kurma amacına da matuf.
Daha geniş bir ölçekte Sahra Altı Afrika,
Türkiye için devasa bir pazar ve tarım potansiyeline sahip; Ankara’nın
geçtiğimiz yıllarda kıtanın her yerinde daha fazla büyükelçilik ve konsolosluk
açma yönündeki diplomatik atağı ve onlarca yeni şehre başlattığı uçak
seferleri, gelecekte bunlardan kazanç elde etme şansını artırıyor. Ayrıca
ortada bir de dünya Müslümanlarının yaklaşık dörtte birinin Afrika’da yaşadığı
gerçeği var ve bunlar kıta nüfusunun neredeyse yarısını oluşturuyor. Aynı
inancı paylaşan bazılarının gözünde, yumuşak güç imajını artırarak Türkiye’nin
Yeni-Osmanlıcı söylemini besliyor. Daha da ileri götürerek, Türkiye’nin
Somali’ye askeri ve Tanzanya ile Mozambik’e stratejik akını, Büyük Gücün
kıtanın derinliklerine yayılmasında bir sıçrama tahtası işlevi de görebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder