TÜRKİYE, LAİKLİK VE DİN
George
Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu
ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 17.4.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Amerika’nın önemli jeopolitik uzmanı, Stratfor ve Geopolitical Futures’ın kurucusu olan George Friedman’ın bu blogda yer alan 24 makalesinin tercümesini toplu olarak okumak için TIKLAYINIZ.
Pazar günü Türkiye’de yapılan referandum,
cumhurbaşkanının yetkilerini artırmakla ilgiliydi; daha derine inildiğinde ise
toplumun laik ve dindar kesimlerinin ilişkileriyle alakalıydı. Mustafa Kemal Atatürk modern Türkiye’yi kurduğunda onun kılavuzu Avrupa
kültürüydü. Bu da Türkiye’nin laik bir siyasi düzene ihtiyacı olduğu anlamına
geliyordu. Kahir ekseriyeti Müslüman olan bir ülkede bunu tesis etmek hiç de
kolay değildi. O da bu meseleyi, orduyu laik devletin anayasal muhafızı haline
getirip dinî olanın gücüne karşı onu koruyarak çözdü.
Türkiye’nin kurulmasından yaklaşık bir yüzyıl sonra Kemalist formül
savunulamaz hale geldi. Müslüman dünyada dinî olan, farklı akımlar üzerinden
yeniden ağırlığını ortaya koydu. Bu da doğal olarak Türkiye’deki Müslüman
kitleleri harekete geçirdi. Ülkeye hâkim olan laik Avrupa kültürü, giderek
güçlenen dini taleplerle yüzleşiyor artık. Temel siyasal ve toplumsal soru şu:
İki farklı kültür etrafında tek bir siyasi yönetim şekli nasıl kurulabilir? Her
ikisi de göz ardı edilemez. Türkiye, laiklikle modernleştirilen bir Müslüman
ülke. Laik olanı tahrip ederseniz, Türkiye’nin şimdiye kadar kaydettiği
başarıları yıkarsınız. Müslümanlara saldırırsanız, teslim olması mümkün olmayan
çoktan canlanmış durumdaki bir dini kışkırtırsınız. Türkiye, karşılıklı kuşku
ve hor görmenin yayıldığı bir cumhuriyete dönüştü. Türkiye’yi her kim yönetirse
yönetsin, kaplanın sırtına binmişçesine çok zorlanacak. Eğer sırtından düşerse,
Türkiye paramparça olacak. Eğer düşmeden kalırsa, –hem laik hem de Müslüman
olan– bu kaplan, sırtına binip de kendisini sürmekte olandan illa ki ürkecek.
Laikliğin din ile uyum sağlamasının yolu, kamusal ile özel olan arasında
radikal bir ayrım yaratmaktır. Din, özel hayatın bir parçası olmak; kamusal
alan ise dinî meselelerde tarafsız kalmak zorundadır. Bir başka deyişle,
kamusal alan laik olacak ve insanlar da kendi özel hayatlarında istedikleri
gibi yaşamakta serbest kalacaklardır. Ancak problem şu ki laiklik tarafsız
değildir. Salt dünyaya dair bir vizyondur. Kamusal ve özel alanların radikal
bir şekilde birbirinden ayrılabileceği gibi bir garip varsayıma dayanır.
Kâinatın ilahi bir gayesi olduğuna ve kendi hayatının da bunun bir parçası
olduğuna inanıyorsan, bu inancı nasıl sadece özel hayatın gizli/dışa kapalı
alanıyla sınırlandırabilirisin ki? Bir kültür nasıl olup da kendi kadim
inançlarını kamusal alandan uzaklaştırarak bütüncül kalabilir?
Laiklik, geleneksel dinlerin hiçbirini bünyesinde barındırmadığı için
tarafsızlık iddiasındadır. Ama problem şu ki laiklik, geleneksel bir din
olmamakla birlikte, ahlaki/manevi iddiaları sürdürür ve bu iddialarla
insanoğlunun tabiatına ve gayesine iman eder. Bunu bireyin merkeziliğini ve
tercih hakkını savunarak yapar. Oysa hiçbirimiz kendi hayatlarımızı toplumsal
etkilerden uzak şekilde, salt birer birey olarak yaşamıyor veya kendimizi
geliştirmiyoruz. Laiklik, bir toplumun birey üzerinden inşa edilebileceğini
iddia ettiğinde, aslında mevcut inançtan vazgeçip ona zıt bir başka inanç getirmiştir;
bir geçmişi, dili ve kültürüyle belli bir coğrafyada yaşayan bir ailede dünyaya
gelmiş bireyin bütün bunlardan bağımsız olmasını bekler. Hatta insanın
bağımsızlığı/özerkliği fikri de ahlaki/manevi bir iddiadır. Diğer bir deyişle,
laiklik tarafsız değildir, diğer dinlerin bir rakibidir: Tanrı’sı yoktur ama
bireyi vardır.
Başlangıçta laikçiler, kendine güven duyan dindarlığın yeniden ortaya
çıkışını avam takımının bir yükselişi olarak gördüler. Ardından onu özgürlüğün
bir düşmanı olarak algıladılar. Laikliğin ahlaki/manevi üstünlük iddiasını –apaçık
bir vaka olarak addetmek yerine– meşrulaştırmaları gerektiğini anlayamamak
suretiyle laikçiler kendilerini savunma pozisyonunda buluverdiler. Dinin özel
alana hasredilmesini kalıcı bir çözüm varsayarak laikliğin temellerinin altını
oydular. Thomas Jefferson veya Giuseppe Garibaldi’nin aksine, modern laikçiler
kötü birer siyasetçi. Ne zaman bir anlaşmaya yanaşmaları gerektiğini
bilmiyorlar.
Laiklik olağanüstü şeyler başardı. Onu doğuran ve
besleyen bilimdir. Bilim, insanoğlunun ömrünü uzattı. Kıtalar arası seyahati
mümkün kıldı. Daha evvel hiç görülmemiş hayat kalıpları yarattı. Dinler bunları
başaramazdı; çünkü bu tür şeyleri elzem görmüyorlar, zaten vahiyle verili olan
hayatın anlamını araştırmıyorlardı.
Ancak laiklik de beraberinde korku ve dehşeti
getirdi. İnsanlığın ne olması gerektiğe dair vizyonlara, yani ideolojilere kapı
açtı. Bunlar sadece kitap sayfalarında dile getirilmekle kalmadı, pratik
hayatta fiiliyata da döküldü. Faşizm, komünizm ve liberal demokrasi hep
laikliğin dölleriydi. 20. yüzyılda bu ideolojilerin ilham kaynağı olduğu bazı
rejimlerin icraatlarını el-Kaide örgütünün –niyetleri değil ama– yaptıklarıyla
kıyaslarsak, laik ideolojilere göre el-Kaide solda sıfır kalır.
İnsanlığın laik vizyonu –laikliğin piyasaya sürdüğü teknolojinin gücüyle
birlikte– küresel bir korku krallığı yarattı. Liberal demokrasi diğer
ideolojileri mağlup etti. Bence en ahlaki olan [Z.T.K. liberal
demokrasileri kastediyor] kazandı; ama bir başka meydan okumaya da zemin
hazırladı. Babalarımızın inançları hala daha iddialarını sürdürüyor. Bu daha
ziyade Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve İslam’ın, başını ezdiği paganizmle
ilişkisine benziyor. Başı ezilse dahi paganizmin musallat olma hali hiçbir
zaman tam olarak sona ermedi ve, kısmen de olsa, laiklik paganizmin modern
canlanışı aslında.
Türkiye, laikliğin hükümranlığı ile dinî iddialar arasındaki mücadeleyle
baş etmek durumunda olan tek ülke değil. Avrupa ve ABD de bu meseleyle
yüzleşiyor. Dinî olanın kendine güveni artarken laikçiler daha da saldırganlaşıyorlar.
Görünen o ki şehir merkezinde Hz. İsa’nın doğumunun simgelenmesinden veyahut
“Mutlu Noeller” veya “Ramazan’ın mübarek olsun” denmesiyle benim bir Yahudi
olarak derinden rencide olacağıma inanıyorlar. Laiklik daha fazla
radikalleştikçe onu eleştirenler de daha fazla güçlenecektir. Bana göre, [laiklik
adına] bastırılmış derinde duran inançlar, devletin hepimizin bildiğini
-yani ABD’nin Hristiyan kökenleri olmakla birlikte şu an farklı inançların bir
ülkesi olduğunu- kabul etmesine kıyasla, çok daha tehlikelidir.
Bu mücadele özellikle Türkiye’de apaçık ortada. Burası Hristiyanlık ile
İslam’ın karşılaştığı, iç içe geçtiği ve yeni bir şey oluşturduğu topraklar. Ne
de olsa İstanbul, Hristiyanlığın siyasi kurucusu Konstantin’in tahtı. Eski
dinin tazelenen gücü ve otoritesiyle yüzleşen Avrupa laikliğinin şehri. Laikçiler
bu dini ilkel olarak görürken, dindarlar kendilerini kadim hakikatin
muhafızları addediyorlar.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, içerideki ve özellikle de dışarıdaki laikçiler
tarafından bir canavar olarak görülüyor. Ama çok büyük bir hata yapıyorlar. O,
sadece bir kaplan-sever değil, aynı zamanda kaplanın sırtına binip de sürebilen
bir lider. Laikçilerle dindarları eğer o uzlaştıramazsa, onun halefi çok daha
kötü olacaktır. Türkiye’de laikçilerin ordu desteğiyle ülkeyi yönetmeleri devri
artık kapandı. Aynı zamanda laikliğin de dönüşümüne şahit oluyoruz, kamusal
alanda özel inançları barındıran bir müsamaha sisteminden bu inançları kamusal
alandan dışlama çabasına doğru bir dönüşüm...
Bütün ideolojiler “saçma olana indirgeme/reductio ad absurdum” eğilimdedir;
zira onları harekete geçiren insafsızca bir mantıktır. Laikliğe göre, kamusal ile
özel alan arasındaki ayrım her ne pahasına olursa olsun sürdürülmelidir. Oysaki
21. yüzyılda mazi, kamusal alana ağırlığını tekrar koyuyor. Ayrıca laiklik
Tanrı’nın kamusal hayattan uzak tutulması gerektiği, laikçilerin onun tek
peygamberi olduğu iddiasındadır. İşte bu, daha nice Erdoğanlara yol açacak ve
eğer ki bunlar kaybederlerse yerlerine çok daha kötüleri gelecektir.
çok teşekkürler mükemmel bir hizmet sunuyorsunuz.. Yazı da oldukça bilgilendirici..
YanıtlaSilTesekkur ediyorum. Burayi yeni ogrendim ama yaptiginzi is gercekten emek isteyen bir is. Minnettarim.
YanıtlaSil