13 Nisan 2017 Perşembe

G.FRIEDMAN: ABD, SURİYE VE RUSYA




ABD, SURİYE VE RUSYA

George Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 12.4.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Geçen hafta bir Suriye hava üssüne yönelik Amerikan saldırısı üç önemli soruyu gündeme getirdi: Birincisi, Ortadoğu’da Amerikan stratejisi nedir? İkincisi, ABD’nin Rusya stratejisi nedir? Üçüncüsü, genel olarak Rus stratejisi nedir? Bu üç strateji birbiriyle kesişmekle birlikte bu aşamada hiçbirisinin içeriği net değil. Bu yüzden öncelikle bunların her birini tek tek anlamaya çalışmak, ardından nasıl birbirleriyle iç içe geçtiği üzerinde kafa yormak faydalı olacaktır.
Net olan siyasi bir hususla başlamak isterim. Başkanlık için yarışanlar seçim kampanyalarında çeşitli vaatlerde bulunurlar; ancak seçildiklerinde vaatlerinden farklı davranışlar sergilerler. Biz bu oyuna defalarca şahit olduk. Thomas Jefferson, [1803’te] Louisiana Topraklarını satın almak için [Fransızlarla] anlaşmaya/pazarlığa daha Kongre’den yetki almadan evvel başlamış ve böylelikle diktatör Napolyon’u desteklemişti. Yine Franklin D. Roosevelt, bir yandan gizlice İkinci Dünya Savaşı’na katılma planları yaparken, öte yandan 1940’taki seçim kampanyası sırasında savaşın dışında kalma vaadinde bulunmuştu. Amerikan başkanlarının seçim vaatlerini tutmama gibi uzun bir gelenekleri sözkonusu. Bu kısmen siniklikten, kısmense taçlanan başın akıllanması gerçeğinden  (yani başkanlığın davranışlarda değişimi zorlamasından) kaynaklanır. Başkan Donald Trump’ın icraatlarının seçim kampanyası vaatlerinden farklılaşması karşısında şaşırıp kalanlar zaten şaşırmaya meyyal olanlardır. [Z.T.K. Oğul Bush da 2000 yılındaki seçim kampanyasında Clinton’ın “liberal müdahaleciliği”ni kıyasıya eleştirmiş, dış maceralara atılmayıp ülke içine odaklanma vaadinde bulunmuştu. Göreve geldikten 9 ay sonra 11 Eylül saldırıları oldu ve sonrası malum…]
Trump’ın Ortadoğu politikası, geçmişteki yönetimlerin radikal Sünni ve Şii güçlere karşı eşit derecede düşmanlık içeren politikalarının bir devamı gibi görünüyor. Yönetim, Sünni İslam Devleti (İD)’nin yıkılmasına kendisini adamış durumda. Aynı zamanda Şii İran ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in Alevi tabana dayalı ve Şii İslam’la bağlantılı rejimine de düşman. Bu gruplar arasındaki varoluşsal düşmanlıktan istifade etmek yerine, Trump yönetiminin hepsiyle birden çarpışmayı planladığı gerçeğiyle kıyaslandığında, burada teolojik farklılıklar daha az önem arz ediyor. Suriye’de bu, hem İD’i hem de Esed rejimini içeriyor.
ABD, [2003’te] Irak’a Şiilerin kendisini hoş karşılayacağı zannıyla girdi. Ardından ABD, Saddam Hüseyin’in Sünni rejimi kontrolündeki Irak ordusuna odaklandı [Z.T.K. Yazar, Baassızlaştırma politikasıyla ordu mensuplarının görevden alınmasını kastediyor olmalı]. Bundaki mantık, Iraklı Şii çoğunluğa hükümet kurma izni vermekti. Problem ise Iraklı Şiilerin İranlıların yoğun etkisi altında olmaları ve bu durumun Tahran’a yaramasıydı. Bu yüzden ülkeyi idare etme beklentisinde olan Iraklı Şiiler ABD’yi destekleme eğilimindeyken, ABD de Irak’ta İran nüfuzunu sınırlamak için bir Şii rejimi kurulmasını engelledi.
Sonuçta ABD çapraz ateş arasında kaldı. Birbirine düşman olan her iki grup da ABD’yi kendilerine hasım olarak görmeye başladı. ABD hiçbir zaman Irak’ı kontrol altına almayı başaramadı. Iraklı her iki cemaati pasifize etmeye çalışsa da yetersiz sayıda askeri birlikle ülkeye girmişti. Gerilim sırasında ABD Sünnilerle mali anlaşmalara dayalı bir ittifak kurdu. Ancak İD’in ortaya çıkmasıyla birlikte gördük ki bu, hiçbir zaman kalıcılaşamayan geçici bir çözümmüş.
Bir önceki Barack Obama yönetimi de bu genel politikayı takip etti ve görünen o ki Trump da özellikle Suriye’de aynısını benimseyecek. 2003’e geri gidildiğinde sözkonusu politika, belli başlı bütün Müslüman güçlerle hasmane ilişkileri sürdürmek, daha sınırlı operasyonları başarmaya yetecek kadar bir varlık göstermek ve laik, demokratik grupların yükselişinin hayalini kurmaktı. Böyle bir grup ortaya çıkabilirdi, ama diğerlerinin ezici gücü karşısında yardıma ihtiyacı olacaktı. Sırf Amerikalılar tarafından bir kukla rejim gibi dayatılması ona bir meşruiyet vermeyecekti.
Trump’ı bu politikaya iten ise taktik gerçeklik. Obama yönetiminin takip ettiği politika, –İD’in Musul’u işgali gibi– sınırlı gerçekliklerle aşırı teyakkuz içinde baş etmekti. Bir güç olarak İD’in yok edilmesi uzak bir hedefti. İD sonrası Sünni hareketlerle başa çıkmak, ABD’nin kontrol edebileceğinin ötesindeydi. Ancak İD’le mücadeleyi reddetmek de imkânsızdı. Dolayısıyla ABD, uzun vadeli meseleleri görmezden gelerek acil halledilmesi gereken sorunlara odaklandı. Taktik durum sıklıkla stratejinin yerine geçer, özellikle de stratejik bir çözüm tasavvur edilemediğinde. İşte bu nokta ABD’nin geçen haftaki adımını açıklıyor. Trump Suriye’ye bir saldırı düzenleme kararı aldı ve Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da Esed’in günlerinin sayılı olduğunu ilan etti, niçin sorusunu açıklamadan…
ABD’nin bu rotayı takip etmesi, George W. Bush’un, Obama’nın veya Trump’ın aptal olmasından veyahut vaat ettiklerini mevcut kuvvetlerle başarabileceklerine inandıklarından dolayı değildi. Probleme çözüm üretmekte çaresiz kaldıklarından ve fakat stratejik ve siyasi nedenlerle geri de çekilemediklerinden bu yolu tercih ettiler. Bu yüzden taktik durumlara kısmi çözümler bulmaya odaklandılar. Örgütün adı her ne olursa olsun, Sünni isyanı ortadan kaldırmak imkânsızdı. Bölgeyi terk ederek Hilafet kurulmasına geçit vermek de tehlikeli olacaktı. Diğer belli başlı İslamcı gruplardan biriyle güç birliği yapmak ABD’nin kendi içinde derin siyasi problemler yaratacaktı. Bu yüzden geriye kalan tek seçenek, başarılması mümkün olmayan ilan edilmiş niyetlere eşlik eden taktik inisiyatiflerdi. Ancak Vietnam’dan aldığı dersle ABD, bir çatışmaya girdiğinde öyle kolay kolay kurtulup da geri çıkamayacağını öğrendi. Trump da bu Amerikan geleneğini takip ediyor.
Rusya’nın Suriye’deki varlığı ve başka bazı yerlerdeki müdahilliği göz önüne alındığında bu, Rusya’ya yönelik Amerikan politikasıyla kesişiyor. Seçim kampanyası boyunca Trump’ın görüşü, önemli konularda Amerikan-Rus anlaşmasının ve İD’e karşı ortak harekâtın mümkün olduğu yönündeydi. Bu, Trump’ı eleştirenlerin iddia ettiği gibi öyle saçma sapan bir fikir değildi. Eğer ki Müslüman gruplarla ittifak kuramıyorsan ve onların tamamı sana düşmansa Müslüman olmayan bir güçle iş tutmak uygulanabilir bir stratejidir.
Ancak bölgedeki Rus politikası, şu an için İD’i yenilgiye uğratmak değil, ABD’yi Rusya’dan yardım istemeye zorlayacak şekilde başına yeterince belalar açmak. Ruslar, uzun süre gayet iyi işlemiş eski Sovyet modelini kullanıyorlar. Bu politika, Amerikan temel çıkarları için hayati olmayan, kritik eşiğin altındaki problemlerle Washington’ı tuzağa düşürmeyi, Amerikan gücünü boş yere dağıtmayı ve ardından Sovyet gücünü büyüten bir atmosfer yaratmak için Amerikan bölgesel veya küresel zafiyetinden istifade etmeyi içeriyordu. Şu anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu stratejiyi takip ediyor; ancak uzun vadede bu atmosfer bir aldatmaca/yanılsama. Geçmişten bir örnek vermek gerekirse ABD, Vietnam’da [aldığı yenilgide]n sonra hala daha güçlüydü ve temel küresel denge değişmedi. Ruslar, küresel dengenin şu an için değişeceğini düşünmüyorlar; ama sanki bir değişim varmış görüntüsünün ortaya çıkması onlar için yeterli olacak.
Ruslar da Amerikalılar gibi stratejiden yoksun taktiklerle meşguller. Suriye’ye yönelik Rus müdahalesi, net bir stratejik hedefi olmayan taktik bir operasyondu. Gözlemciler, –tıpkı 1970’ler ve 1980’lerde Sovyetlerin İran Körfezi’nin kontrolünü ele geçirdiğini zannettikleri gibi– bugün de Ruslara, Kuzey Afrika petrollerinin kontrolünü ele geçirme gibi bir strateji yakıştırmış durumdalar. Ruslar hiçbir zaman buna niyetlenmediler; çünkü bu, onların kapasitesinin çok üzerindeydi. Bir strateji varmış görüntüsü yaratmak için taktik adımlara girişmişlerdi.
ABD, Ortadoğu’yu sakinleştirmek için yeterli güce de böyle bir girişimi terk etmek için siyasi temele de sahip değil. Bu yüzden ABD, bazı kazanımlar elde etse dahi, asla problemleri çözmeye çalışmadığı taktiksel bir oyun oynuyor. Zira çözüm, ya Sünnilerle ya da Şiilerle güç birliği yapmayı, ama asla her ikisiyle birden aynı anda savaşmamayı gerektiriyor. Ancak bunu yapmak için hiçbir siyasi temele sahip değil. Rusların stratejik hedefi, Amerikalıların eşiti olmak ki Rus ekonomisinin ve ordusunun mevcut hali dikkate alındığında bu imkânsız. Bu yüzden Moskova, eylemlerinin ardında sanki bir strateji varmış yanılsaması doğuracak şekilde taktik faaliyetler yürütüyor.
Kimileri Esed rejiminin değil, İD’in kimyasal silah kullandığına inanıyor. Bu az da olsa mümkün, ama azıcık… Suriye’de İD de diğer gruplar da hiçbir zaman kimyasal silah kullanmadılar, hiçbir zaman böyle bir silah üretme kapasitesi göstermediler ve sarin gazı yayma teknik kapasitesine de sahip değiller. Suriye rejimi ise daha evvel kimyasal silahlar kullandı. Dahası, kontrolüne girmekte ayak direyen bir ülkede muhaliflere gözdağı verme silahı olarak kimyasalları kullanması için rejimin her türlü gerekçesi var. Ayrıca Ruslar bunu önceden biliyor olmalılar ve en azından, kendi taktiklerine hizmet ettiği için, itiraz etmediler.
Burada en önemli husus, şu anda Trump’ın 11 Eylül’den beri yürürlükte olan temel Amerikan stratejisini takip ediyor olması. Trump yönetiminin Ruslarla ilişkisi, Moskova’nın 2008’de Gürcistan’la savaşından bu yana Washington’ın geliştirdiği ilişki biçimiyle özünde aynı. Trump, gerçekten değişik bir şeyler istedi, tıpkı Obama gibi. Ama her ikisi de bunu başaramadı. Bush yönetiminden bu yana yaşanan tek değişim, Trump ve Obama’nın bütüncül bir strateji inşasında başarısızlığa uğrarken çok daha az askeri birlik kullanması.
ABD bütüncül bir strateji inşa edemez; çünkü Amerikan askeri gücünün tamamını kullansa dahi, –rakip gruplarla ve siyasi-dini ihtiraslarla dolu ve üstelik can almaya istekli– Müslüman dünyada Amerikan arzularını dayatmakta yetersiz kalacaktır. Öte yandan geri çekilmek, Sünni bir hilafetin ortaya çıkmasına ve Şii devletle karşı karşıya gelmesine izin vermek anlamına gelecektir. Böyle bir yüzleşme ve çatışma, ABD için en kötü senaryo olmayabilir. Ama eğer ki taraflardan biri galip çıkarsa bu, gelecek on yıllarda çok daha büyük bir meydan okumaya yol açacaktır. Bu yüzden ABD’nin yapabileceği en iyi şey, yerel düzeyde altını oymaya dönük taktik hareketlerdir.

“Amerika öncelik” fikri oldukça çekici. İD’i ve böylelikle cihatçı hareketi yok etme fikri de öyle. Savaşmaya hazır diğer güçlerle –bu aşamada Rusya’yla– ittifaklar kurma fikri de cezbedici. Ancak başkanlar hızla şunu keşfediyorlar: cezbedilmek yıkıma uğramanın bir yoludur. Ve dolayısıyla ancak ellerinden gelebileni hayata geçiriyorlar. Son derece sınırlı bir askeri kuvvete dayanarak cesurca bir niyet ilan ediyorlar ve sonra da görev süreleri boyunca teneke tekmeleyerek işi savsaklıyorlar. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder