İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
ÖNCESİ ŞARTLAR YENİDEN OLUŞMUŞ DURUMDA
Geopolitical Futures, 8.9.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Özet
Avrasya kriz
içinde. Dünyanın en son bu tür bir görüntü arz ettiği dönem, İkinci Dünya
Savaşı’nın arifesindeydi. Avrupa, Rusya, Ortadoğu ve Çin’de kaynayan krizler
birbirini etkilemeye başladı bile. Bu krizlerin ivmesini düşürebilecek hiçbir
şey yok. Küresel düzen, büyük bir safların yeniden belirlenmesi dönemine
hazırlanıyor. Bu ille de yeni bir dünya savaşı anlamına gelmez, ama savaş
ihtimali göz ardı edilemez.
o İkinci Dünya Savaşı öncesindeki istikrarsızlık bugün
Avrasya’dakine benziyor.
o Rusya, Çin, Ortadoğu ve Avrupa’nın tamamı farklı
düzeylerde siyasi, iktisadi, sosyal ve kurumsal krizlerle yüzleşiyor. Bu
krizler birbirini etkilemeye de başladı.
o İkinci Dünya Savaşı arifesinde ABD, yeni gelişen bir
güçtü; şu anda ise küresel bir hegemon. Dolayısıyla, şimdiki gibi, son ana
kadar doğrudan bir müdahaleden kaçınacaktır.
o Bu krizlerin ivmesini kesecek ortada herhangi bir şey de
görünmüyor.
Giriş
Dünyadaki 7,4
milyar insanın yaklaşık 5 milyarı Avrasya ana kıtasında yaşıyor. (…) Avrasya
hep bir çalkantılar diyarıydı; ama son birkaç senedir yaşanan çalkantı, yeni ve
çok daha kaygı verici bir boyut kazandı.
(…) Yeni bir tarihi
aşamaya girdik ve bu aşama, içinde dramatik bir şekilde tırmanan riskleri de
barındırıyor. En azından küresel sistemin esaslı bir şekilde değiştiği bir
aşamaya giriyoruz. İnsanlığın kalbinin attığı yer yoğun bir baskı altına
girdiğinde insanlık da bir bütün olarak değişir, yön değiştirir.
Hâlihazırda Avrupa,
Rusya, Çin ve Ortadoğu istikrarsızlık içinde. Avrupa’daki istikrarsızlık
iktisadi, toplumsal ve kurumsal. Rusya’daki iktisadi ve stratejik. Çin’deki
iktisadi ve toplumsal. Ortadoğu’daki ise kültürel ve askeri. Çin’de yaşanan
Ortadoğu’dakinden farklı. Ancak her ikisi de kontrol edemeyecekleri ve
durduramayacakları dönüşümlerle mücadele ediyorlar. Ortadoğu savaşa batmış
durumda, Çin ise diktatörlüğe. Ama bütün bunların altındaki gerçeklik, her
ikisinin de istikrarsızlıkla boğuştuğu. İkinci Dünya Savaşı’na doğru giden
istikrarsızlık genel bir savaş haliyle sonuçlanmıştı. Bugünün
istikrarsızlıkları, düzelebileceği veya birbirini etkilemeden ayrı ayrı
kalabileceği gibi, birbiriyle kenetlenen istikrarsızlıklar silsilesine dönüşebilir,
hatta bir savaşı dahi tetikleyebilir.
İkinci Dünya Savaşı
öncesi
İkinci Dünya
Savaşı’nın nedenleri Birinci Dünya Savaşı’na kadar geri gider. Bu iki savaşı,
bir süreliğine ateşin kesildiği tek bir savaş olarak değerlendirmeliyiz. (…)
İkinci Dünya Savaşı’nın
üç nedeni vardı:
Birincisi, küresel
sistemin yeniden tanımlanmasını gerektirir şekilde yeni bir dizi gücün
–Almanya, Japonya ve ABD’nin– yükselişi. Bunların hiçbirisi 19. yüzyılda önemli
bir güç değildi. Almanya ile ABD, küresel iktisadi düzeni değiştirdiler ve
1914’e gelene kadar küresel sistemin yeniden yapılandırılması, özellikle de
İngiliz ve Fransız imparatorluklarının yeniden tanımlanması için
bastırmaktaydılar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya mağlubiyetin şokunu
atlatarak belini yeniden doğrulttu, Japonya birinci sınıf bir güce dönüştü ve
ABD gerek mevcut güçlerle gerekse yeni ortaya çıkan güçlerle sıkıntılı
ilişkilerini sürdürdü.
İkincisi, Birinci
Dünya Savaşı’nın iktisadi sonuçlarıydı. Almanya’nın çöküşü ve savaşın Fransa ve
İngiltere için insani ve finansal maliyeti muazzam bir iktisadi altüst oluşu
beraberinde getirdi. Dönemin hakim ticari gücü olan Almanya’nın artık ihracat
ve ithalat yapamaz hale gelmesi bu durumu daha da şiddetlendirdi. Rusya,
ekonomisini daha da altüst eden ve istikrarsızlaştırıcı siyasi güçlere kapı
aralayan bir devrim sürecine girdi. Birinci Dünya Savaşı’nın katliamlarını
atlatanlar bu defa iktisadi iflasa yakalandılar ve ana-akım rejimler radikal
partilerle karşı karşıya geldiler. Bu süreçten Çin, Japonya ve Hindistan da
geçti.
Üçüncü neden ilk
ikisinden sadır oldu. Birinci Dünya Savaşı, Avrupa ülkeleri arasında acı bir
güvensizlik hali yarattı. Savaşta aldıkları mağlubiyetle Habsburg,
Hohenzollern, Romanov ve Osmanlı hanedanlarının çöküşünün ardından yeni bağımsızlığını
kazanmış çok sayıda ülke ortaya çıktı ve bunların hiçbir bir diğerine
güvenmiyordu. Dış politikaları son derece öngörülemezdi. Ayrıca Birinci Dünya
Savaşı’nın ardından gelen küresel iktisadi çöküş, herkes kendi başının çaresine
bakmalı varsayımıyla, bütün ülkelerde milliyetçiliğin yükselişini tetikledi. Bu
akım, miskin/uyuşuk Fransız milliyetçiliğinden çok tehlikeli/zehirli Alman
milliyetçiliğine kadar farklı şekillerde tezahür etti. Uluslararası
gerginlikler ve iktisadi işlevsizlik Avrupa sistemini radikalleştirdi ve
parçaladı.
En önemlisi ABD’nin
konumuydu. Zira 1929 Büyük Buhran’ıyla derin bir krize girdi. Siyasi sistemi
sarsıldı ama çökmedi. Nicelerinin zannettiği gibi aslında izolasyoncu değildi.
Avrupa’da bir savaşı önlemeye çalıştı. Siyasi ve askeri olarak Doğu Asya’ya
iyice müdahil oldu. İçerideki huzursuzlukları asgari düzeye indirerek ve
Avrasya’ya coğrafi uzaklıktan istifade ederek, ekonomisini yeniden inşa etmeye
çalışırken Avrasya’ya müdahillikten son ana kadar kaçınabilecek bir konumdaydı.
Savaşın patlak
vermesinden önceki on yılda Avrupa iktisaden mahvolmuş durumdaydı. Rusya zorla
sanayileştirilmeye ve acımasızca bir baskıya maruz kalmıştı. Ortadoğu
İngilizlerin tahakkümü altındaydı ve bazıları çözüm olarak Almanya’nın gözünün
içine bakıyordu. Çin savaş ağalığına ve iç savaşa saplanmış, 1930’larda da
Japonya’yla savaşa tutuşmuştu. Japonya büyük bir sanayileşme hamlesi yapmıştı;
ancak siyasi sistemi, ordunun siyasi gücünün ve militer ideolojisinin
yükselişiyle giderek radikalleşmekteydi. Bütün bu krizler birbiriyle
bağlantılıydı. Sovyetler, Avrupa’yı ideolojik ve siyasi olarak
istikrarsızlaştırıyordu. Avrupalılar ve Amerikalılar Çin’le meşguldü. ABD ve
Japonya iktisadi rekabet içindeydi ve aralarında patlayabilecek muhtemel bir savaşa
hazırlık yapıyordu.
Günümüzün
Avrasya’sı
Tarihte hiçbir şey
öyle basitçe öncekinin tıpatıp aynısı değildir; ama belli başlı eğilimler
birbirine benzeyebilir.
Şu anda ABD,
uluslararası kurulu düzenin tam kalbinde. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin
kurduğu düzene meydan okuyacak şekilde yeni güçler yükselişte. Çin büyük bir
iktisadi güç ve yükselen bir askeri kuvvet olarak ortaya çıktı. Soğuk Savaş’ın
sonunda çöken Rusya da uluslararası sistemi yeniden tanımlamak isteyen yükselen
bir güç olarak yeniden belini doğrulttu. İslam dünyasındaki çeşitli akımlar da
önce Ortadoğu’da tutarlı ve insicamlı bir İslami rejim kurarak, ardından daha
geniş bir meydan okumayla uluslararası sistemi yeniden tanımlamaya
çalışıyorlar.
2008 Finansal Krizi
dünya çapında bir sistemik istikrarsızlık yarattı. Finansal krizin ardından
küresel ekonominin küçülmesi ve yeniden sağlam bir büyüme kaydedememesi,
ekonomisi ihracata dayalı bütün ülkeleri vurdu. Bu sürecin en fena vurduğu
ülke, ihracata en çok bağımlı olan Çin’di. Çin’in iktisadi problemi, sanayi
ürünlerinde ve özellikle petrolde talebin azalmasını beraberinde getirdi. Bu da
sonunda emtia fiyatlarında bir çöküşe yol açarak özellikle Rusya ve Suudi
Arabistan’ı vurmak suretiyle Ortadoğu’yu daha da istikrarsızlaştırdı. Finansal
kriz özellikle Avrupa’yı fena vurdu ve AB, Güney Avrupa ülkelerinin
çıkarlarıyla Almanya’nınkini bağdaştırmak zorunda kaldı. Avrupa’nın bazı
bölgeleri iktisadi durgunluğa girdi, diğerlerinin durumu ise fena sayılmaz.
Böyle bir iktisadi
baskı altında toplumsal ve siyasal bağ çözülmeye başladı. Avrupa’da iktisadi
menfaatlerin farklılaştığı bir ortamda milliyetçilik her ülkede yükselişe
geçti. Göç gibi meselelerde kararların nerede alınacağı sorusu, Avrupalıların
aslında Avrupa Birliği’nin her bir ülkenin egemenliğini aşındırdığını fark
etmesine yol açtı. Egemenlikten vazgeçmenin çok da özel bir anlam ifade
etmediği geçmiş dönemde bu bir problem teşkil etmiyordu; ancak göç politikası
Budapeşte veya Varşova’da değil de Brüksel’den belirlenmek durumunda kaldığında
problem başladı. Milliyetçi ve göç karşıtı partiler yükselişe geçti.
Rusya’da iktisadi
problemler, devletin gücünü arttırma ve askeri güç kullanımı gibi stratejik
problemlerle birleşti. Çin’de ise bir diktatörlük dayatıldı ve muhtemel her
türlü rejim düşmanına gözdağı vermek maksadıyla büyük bir tasfiyeye girişildi.
Güney ve Doğu Çin Denizlerindeki donanma faaliyetleri, Güneydoğu Asya
ülkelerini Çin’le karşı karşıya getirdi. Ortadoğu’da Suudi Arabistan’ın
istikrarsızlaştırıcı bir potansiyeli bulunan cihatçı grupları para akıtmak
suretiyle idare etme kabiliyeti azaldı ve bölgede savaşlar daha da yoğunlaştı.
Bu bir yığın
bölgesel kriz artık birbiriyle etkileşime de girdi. Ortadoğu’daki çatışma
Avrupa’ya akan devasa bir göçmen dalgası yarattı. BM Mülteciler Yüksek
Komiserliğine göre, 2014 başından bu yana 2 milyonu aşkın mülteci ve göçmen
Avrupa’ya ulaşmış durumda. Yine Avrupa birçok cihatçı saldırıya maruz kaldı ve
Fransa, Almanya gibi ülkeler Ortadoğu’ya bazı askeri birlikler konuşlandırdı.
Rusya da Ukrayna’da Batı karşıtı güçlere verdiği destekle eş zamanlı olarak
Ortadoğu’ya müdahil olmuş durumda. Baltıklara yakın noktalarda askeri
tatbikatlar yapıyor ve hava kuvvetleri de Atlantik ve Akdeniz derinlerinde
devriye görevi yürütüyor. Çin’in iktisadi krizi Avrasya’nın her yerine yansıdı.
Çin’in döviz rezervi 2014 Haziran’ında yaklaşık 4 trilyon dolarken bugün 3,2
trilyon dolara düşmüş durumda ve bu haliyle 2011’den beri en düşük seviyede. Bu
arada Çinliler; Japonya, Tayvan, Filipinler, Vietnam ve Endonezya’yla Güney ve
Doğu Çin Denizlerinde egemenlik mücadelesi içindeler.
Avrasya’da iki
bölge şimdiye kadar bu krizlere girmekten kaçındı. Kuzeyde Himalayalarla ve
doğuda ormanlarla korunan Hindistan, Pakistan dışında komşularının krizlerine
dahil olmadı. İçeride de sıradışı bir kriz yaşamıyor.
Şimdiye kadar
Avrasya’daki krizlere tamamen angaje olmamış durumdaki diğer bölge ise Orta
Asya. Ama büyük ölçüde petrol fiyatlarının çöküşü yüzünden orası da bir kriz
moduna girmek üzere; zira petrol fiyatları merkezî yönetimleri zayıflattı ve
bölgesel bir husumet yarattı. Öte yandan düşen petrol fiyatlarının baskısı,
bölgede artan Rus nüfuzu, Çin’in menfaatleri ve cihatçı grupların
faaliyetleriyle Orta Asya’nın da istikrarsızlaşacağına dair bolca işaretler
var.
Dolayısıyla
Hindistan dışında –ki zaten İkinci Dünya Savaşı sırasındaki ve öncesindeki
gelişmelere de sınırlı düzeyde karışmıştı– bütün bölge istikrarsızlaşıyor.
İstikrarsızlaşmanın ne anlama geldiğini anlamak için her bir bölgeye tek tek ve
ayrıntılı olarak bakmak gerekiyor.
Avrupa
Avrupa’nın
istikrarsızlaşması AB’nin kuruşlundaki temel bir hatadan kaynaklanıyor. Birlik,
çok farklı olan ekonomileri ve toplumları tek bir yapı altında birbirine
bağladı ve bu bağlamda ortak para birimi avro en uç örnek. Sonuçta bir finansal
kriz gelip çattığında –ki bu tür krizler hep yaşanır– Avrupa, kuzeydeki ve
güneydeki ekonomilerin ihtiyaçlarını kapsayan tek bir politika belirleyip
uygulamak zorunda kaldı. Oysa tek bir politika imkânsızdı ve dolayısıyla bu,
bölgesel bir buhran yaratarak Avrupa’nın güneyini oldukça dezavantajlı hale
getirdi.
Milli
menfaatlerdeki farklılık bir probleme daha yol açtı: Egemen devletler, göçmen
krizinde görüldüğü üzere, merkezî AB politikalarından bağımsız karar alma
haklarını geri almak istediler. İktisadi başarısızlıktan tutun radikal
milliyetçiliğe kadar Avrupa içi eski çatışmaların yeniden su yüzüne çıkmasıyla
İkinci Dünya Savaşı öncesindeki hareketlenme bugün Avrupa’da yeniden devrede.
Ufuktaki bir diğer kriz de Almanya’nın ihracata aşırı bağımlılığı. Alman
GSYH’sinin %46,9’u ihracattan elde ediliyor; ama artık dünyada sanayi
ürünlerine olan talep ya yerinde sayıyor ya da düşüyor. Eğer ki Almanya’nın
ihracatı düşerse Alman GSYH’si de düşecek ve işsizlik artacaktır.
Rusya
Rusya’da temel
problemler stratejik ve ekonomik. Stratejik olarak Rusya, [Avrupa’yla
arasında] Baltıklardan Ukrayna’ya uzanan bir tampon bölgeyi her zaman
korudu. Ama Baltıklar NATO’ya girmiş durumda ve Ukrayna’daki gelişmeler,
Rusları, Batı’nın burayı da nüfuzu altına almaya çalıştığına ikna etti.
Tarafsız statüde bile olsa bir tampon bölgenin kaybı Rus milli güvenliğinin
altını oyuyor. Ancak petrol fiyatlarının neredeyse eşzamanlı çöküşü, Rusya’nın
petrol fiyatları yüksekken akan parayla modern bir ekonomi oluşturmakta bir kez
daha başarısız olduğunu ortaya koydu. Sonuç olarak Moskova’nın ülkenin çevre
bölgelerini merkezden akıttığı para desteğiyle kontrolü altında tutması ve
dolayısıyla Rusya’nın siyasi bütünlüğü artık tehlike altında. Tarihsel olarak
Rusya, içeride zayıf olduğu dönemlerde hep dışarıdaki gücüne odaklanarak bu
zafiyetini telafi etmeye çalışmıştır. Bugün de Ortadoğu’ya girmesi bir tesadüf
değil.
Ortadoğu
Ortadoğu’da hikâye
basit. Öncelikle, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İngilizler ve Fransızlar
eliyle kurulan devletler dağılıyor. Bunlar sadece ve sadece diktatörlerin
kontrol altında tutabildiği suni ulus-devletlerdi. İkincisi, bölgenin temel
kültürü olan İslam, İngilizler tarafından şekillenen seküler siyasi kültürün
yerini alıyor. Şu an yeni Ortadoğu çözülüyor ve daha eskisiyle yer
değiştiriyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında da İngiliz karşıtı ve dolayısıyla
Alman sempatizanı duygularla İslami bilinçte bir yükseliş sözkonusuydu.
Ortadoğu’daki mevcut durum, aslında İkinci Dünya Savaşı’ndakine benziyor.
Çin
Çin, 1990’larda
Japonya’nın tecrübe ettiği türden bir durgunluk yaşıyor. Çin’in en az 30 yıldır
kaydettiği büyümeyi ilelebet devam ettirebileceği fikri irrasyoneldi. Ama bu
irrasyonellik, sadece yapısal nedenlerden değildi, aynı zamanda yüz milyonlarca
Çinlinin iktisadi büyümeye çok az katılmasından ve bundan sonra da asla
katılamayacaklarını bilmelerinden kaynaklanıyor. Büyümenin lokomotifi sahil
bölgesi, servetin iç bölgelere nakline karşı direniyor. İç bölgeler ise
hataların düzeltilmesini istiyor. Çin’in 1800’lerin sonlarında başlayıp 1947’ye
kadar devam eden bölgeselciliğe geri dönecek olması asıl tehlike. Bunu
engellemek için Çin, bir yandan tasfiyelere girişirken öte yandan diktatörlüğü
dayatıyor. Eşzamanlı olarak Güney ve Doğu Çin Denizlerinde faaliyetlerini
artırıyor; tıpkı Rusya’nın girdiği dış maceralar gibi, bu da gerçek bir savaşa
fiilen girmekten ziyade iç kamuoyunu şekillendirme amacı taşıyor. Böylelikle
aslında Çin, savaş öncesinin bölgeselciliğinin yeniden ortaya çıkmasına karşı
direniyor.
Her bir büyük
Avrasya bölgesi kriz içinde. Her kriz farklılıklar arz ediyor. Ama farklı
şekillerde ve farklı seviyelerde de olsa bütün bölgeler istikrarsızlık içinde.
Topyekûn bir savaşa yaklaşmış değiliz ve bu hiçbir zaman gerçekleşmeyebilir de.
Ama o koskoca kara parçası, baştanbaşa iktisadi ve toplumsal problemlerle,
dramatik iç siyasi değişimlerle ve bazı bölgelerde askeri çatışmalarla
şirazesinden çıkmış durumda. Aşikâr ki dünyanın işleyişiyle ilgili köklü bir
değişime giriyoruz.
ABD
Günümüz dünyası bir
açıdan öncekinden farklılık arz ediyor: Dünya savaşlarından evvel ABD,
uluslararası sistemde değişim isteyen ülkelerden biriydi. Avrupa’daki eski
kurulu düzen ayakta kalma mücadelesi veriyordu. Bugün ise ABD kurulu
uluslararası düzenin çıpası mahiyetinde. Dünya GSYH’sinin neredeyse dörtte
birini üretiyor. Küresel erişimi olan tek askeri güç. Oynadığı rollerle öyle
veya böyle bir şekilde bütün problemlerin içine çekilmiş durumda. Çin, Rusya ve
hatta Avrupa ABD’nin gücünün sınırlanmasını istiyor.
SSCB’nin çöküşünün
ardından ABD tek küresel güç haline geldi. Kendiyle baş başa kalacağı hoş bir
dönem beklentisindeydi. Ama 11 Eylül bu hayali bitirdi ve bu saldırıya ABD,
İslam dünyasına çok büyük bir müdahaleyle karşılık verdi. İslami terörizm
problemini çözmekte başarısız oldu. Bundan sonra ABD’nin stratejisi, büyük bir
kuvvetle müdahaleden asıl yükü sırtlanacak bölgesel güçlere bel bağlanılan çok
az müdahaleye doğru evirildi.
ABD’nin dünyayı
idare etmesi imkânsız. Muazzam bir gücü var, ama kadir-i mutlak değil. Keza
dünyadaki her çatışma da ABD’nin meselesi değil. Dolayısıyla ABD, bölgesel güç
dengelerini idare edeceği ve eskisine kıyasla çok daha hafifçe müdahalelerde
bulunacağı bir pozisyona doğru kayıyor. Bu bir izolasyonculuk değildir, nadiren
ve sınırlı müdahalelerde bulunulan ve dengeyi sağlamak için bölgesel güçlere
destek verilen İngiliz ve Roma modellerini benimsemektir.
İkinci Dünya
Savaşı’na girmeden evvel ABD, Avrupa savaşının Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi
bir çıkmaza girmesini bekledi. Fransa’nın aniden düşüşüyle birlikte ABD
beklenmedik bir durumla karşı karşıya kaldı. Müdahale etti; ama sadece savaşın
çevre sahaları olan Kuzey Afrika, İtalya ve Pasifik’te. Baş düşman ilan edilen
Almanya’ya doğrudan müdahalesi ise savaşın bitmesine bir seneden az kalmışken
1944’te Normandiya’da gerçekleşti. Sovyetler Birliği, Almanya’ya karşı
savaşların en büyüğünü verirken ABD, sanayisini İngiltere ve SSCB’yi
desteklemek için kullandı.
ABD’nin Avrasya’dan
geri çekilmesi, onu 1941 ve 1917 öncesiyle aynı konuma sokuyor. Bölgesel
çatışmaları sınırlandırmak veyahut savaşmak için bölgesel dengelere bel
bağlıyor. Müttefiklerine askeri yardım, ekonomik destek ve sınırlı askeri
kuvvet sağlıyor. Büyük bir müdahaleye girişmeyi, olağanüstü durumlar için ve
olabilecek en son ana kadar saklıyor. Dünyanın geri kalanı Amerikan
müdahalesini bekliyor ama bu, yeni dönemde çok değişik bir şekilde gelecek.
Sonuç
Avrasya’nın
parçaları olan Avrupa, Çin, Rusya ve Ortadoğu’da yaygın istikrarsızlık İkinci
Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç görmediğimiz bir durum. Bu istikrarsızlık farklı
şekiller almakta ve fakat henüz kritik bir noktaya ulaşmamış durumda. Bununla
birlikte iktisadi ve toplumsal krizler yaygın; çatışmalar Ortadoğu’da ve
Rusya’nın sınırlarında meydana geliyor ve Çin’in karasularında askeri
faaliyetler sürüyor. Bu çatışmalar henüz tek bir büyük yangın halini almadı,
ama birbiriyle etkileşime geçmiş durumdalar. En ilginç olan ise ABD’nin İkinci
Dünya Savaşı öncesindeki konumuna geri dönmüş olması.
En tehlikeli temel
faktör, ortada süreci durdurucu hiçbir aktörün bulunmaması. Ortadoğu’daki
çatışmaları, AB’nin iç krizlerini veya Çin’in siyasi, toplumsal ve iktisadi
krizlerini durdurabilecek herhangi bir belirli güç yok. Durdurucular olmadan
krizler devam edecek ve artacaktır. Bunları çevreleyip kontrol altına alacak
bir güç ortada görünmüyor.
Bu yüzden tek makul
sonuç, Avrasya’da giderek tırmanan bir krize şahit olmamız. Eğer süreç böylece
devam ederse bu, bölgenin –tıpkı İkinci Dünya Savaşı’yla olduğu gibi– bir kez
daha yeniden yapılandırılacağı anlamına gelecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder