TÜRKİYE, BİR SÜNNİ İRAN’A MI DÖNÜŞÜYOR?
Burak Bekdil (Ankara’da yaşayan gazeteci,
Middle East Forum üyesi, Gatestone Institute ve Defense News için yazılar kaleme alıyor.)
Begin-Sedat
Stratejik Araştırmalar Merkezi, Perspectives Paper No. 431, 22.3.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Teoride Sünni Türkiye ile Şii İran (…) yaklaşık
400 yıldır barış içinde olsa da, pratikte 1639’dan bu yana birbirlerinin
bölgesel rakipleri, soğuk savaş hasımları, açık düşmanları ve birbirlerine
yönelik birer güvenlik ve ideolojik tehdit. Bugünlerde ise sağduyusuz mezhepçi
hasımlara dönüştüler.
(…)
Türkiye, hem İsrail’in hem de İran’ın nükleer
kapasitesini bir tehdit olarak görüyor. Türkiye’nin saldırıya dönük gelişmiş
askeri kapasiteye sahip olma hırsı aslında iki isteğinin bir yansıması: (i)
bölgesel bir güç olmak, (ii) hızla değişen, yeniden şekillenen uzun düşmanlar
listesine karşı caydırıcı bir güç inşa etmek.
(…)
Füze programı, sadece askeri teknoloji değil,
aynı zamanda Türkiye’yi böyle bir girişime sevk eden siyasi mülahazalar
bakımından da ilginç. (…)
(…)
Bu planların ilan edilmesi pek de akıllıca
görünmüyor. (…) Türkiye gerçekçi olmayan yeni-Osmanlıcı hırslarıyla kudretli
Osmanlı ordusunu yeniden canlandırmak istiyor, bu defa insan gücünü tamamlayıcı
nitelikte sofistike teçhizatla... Peki ama füze üretimi gerçekten en iyi
seçenek mi?
(…)
Türkiye acaba 2500 km menzil içindeki
hangi ülkelerle önünde sonunda savaşa tutuşacağı düşüncesinde? 1000 km menzille yetinmeyip
de 2500 km .ye
genişletmek suretiyle bu menzil içindeki kimleri vurmak istiyor olabilir? Acaba
gelecekteki savaşlarda beklenmedik durumlarla karşılaştığında biyolojik,
kimyasal veya nükleer silahlar kullanma gibi bir planı da var mı?
Görünen o ki Türkiye, gerek yakındaki gerekse
uzaktaki gerçek veya (çoğu) hayali düşmanlarınca kendisini tecrit ve tehdit
altında hissettikçe hayatta kalmak (savunmacı hedef) ve saldırmak (saldırgan
hedef) için mümkün olan azami askeri caydırıcılığa ihtiyaç duyuyor. Erdoğan
Türkiye’sinin asıl istediği, füze elde etmekten çok daha fazlası.
Erdoğan’ın Batı’ya dönük sessiz savaşı, son
dönemde dini akıl hocası olarak bilinen Hayrettin Karaman’ın, birçok Türk’ün
düşündüğü ama açıkça dile getirmek istemediği şeyi 16 Mart’ta –cumhurbaşkanının
hararetli savunucusu bir gazete olan– Yeni Şafak’taki köşesine
taşımasıyla yeni ve çok daha saldırgan bir boyut kazandı. Karaman yazısında
diyor ki “Bu silahları (yani kitle imha silahlarını) satın almak yerine
kendimiz üretmeyi hiç zaman kaybetmeksizin düşünmeliyiz (…)” Bu da demek oluyor
ki Batı bir düşman ve kitle imha silahları bu düşmanla savaşın bir aracı.
Osmanlı’nın Viyana’yı kuşatması 1683’te
başarısızlığa uğramış olabilir. Ama görünen o ki yeni-Osmanlıcı Türkler bir kez
daha Avrupa kapılarına dayanmaya kararlı, bu defa gökyüzünden. Veyahut en
azından böyle bir hevesleri var.
Teknolojik ve siyasi engeller düşünüldüğünde
hassas güdümlü uzun menzilli füzeler üretmek Türkiye için neredeyse imkânsız.
Nükleer silah başlıkları ise katbekat imkân dışı. Türkiye’nin Batılı “dostları
ve müttefikleri” için asıl problem, Ankara’nın füzeye ve nükleer kapasiteye
erişimi riski değil, liderlerinin böyle bir hevesi açıkça veya gizlice
beslemesini teşvik eden İslamcı ideolojileri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder