9 Nisan 2017 Pazar

S.NARWANI: İRAN’LA SAVAŞ, TEHLİKELİ BİR GERÇEK



İRAN’LA SAVAŞ, TEHLİKELİ BİR GERÇEK

Sharmine Narwani (Beyrut’ta yaşayan Ortadoğu jeopolitiği uzmanı ve yorumcu)
The American Conservative, 15.3.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…)
Trump’ın Ortadoğu’daki politika yönelimine –ve sınırlılıklarına– dair bazı erken işaretler mevcut. Amerikan birliklerinin şu anda dâhil olduğu üç kilit savaş alanında bazı kritik dönemeçler aşıldı:
o       Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin Kürt müttefikleri, Türkiye’yle doğrudan çatışmamak için ele geçirdikleri bazı toprakları kendi istekleriyle Suriye ordusuna ve Rus birliklerine teslim etti. ABD Rakka’nın kurtarılmasında Türkiye’nin devreye girme isteğini geri çevirdi, ama IŞİD’in başkentinin Kürtlerin eline geçmesine Ankara’nın müsamaha göstermeyeceğini de biliyor. Hal böyleyken galip çıkan formül, Rakka ve çevresinin Rus şemsiyesi altında Suriye yönetimine dost bir otoriteye teslim edilmesi olacak gibi görünüyor.
o       Irak’ın kuzeyinde Musul’u geri alma savaşı hızlandı; Irak birlikleri şehrin batısının yarısını 20 günde IŞİD’den kurtardı. Merkezî Bağdat yönetiminin komutası altında ekseriyeti Şiilerden müteşekkil bu savaşçıların çoğu İranlılardan eğitim ve teçhizat aldılar.
o       (…) Yemen cephesinde geçen hafta BAE’nin, Suudilerden (Batı destekli Suudi koalisyonunun yeniden başa geçirmek amacıyla savaş açtığı “meşru” Yemen yönetiminin başındaki) kukla cumhurbaşkanı Abdurrabbu Mansur Hadi’ye desteği geri çekmesini talep ettiği haberleri var.
(…)
Dikkat çekici olan, bütün bu gelişmelerin görünüşte İran’ın bölgedeki çıkarlarına hizmet edip Amerikan müttefikleri Türkiye ve Suudi Arabistan’ın çıkarlarını baltalaması.
Kendinizi kandırmayın. Bu sadece Trump’ın açılış salvosu. Henüz bilinmeyen daha büyük hesapları var. (…)
İslam Cumhuriyeti, müttefikleri ve hasımları Trump’ın daha büyük jeopolitik oyununun parçası olarak kalacaklar. İran’la stratejik ilişkiler geliştiren Rusya ve Çin gibi daha hayati hedeflerle anlaşmak veya cezalandırmak için onları kullanabilir. Yine İran, geleneksel Amerikan müttefikleri olan İsrail, Türkiye ve çeşitli Arap monarşilerinin Trump’ı destekleyici bir tavır takınması için kışkırtılması veya tatlı sözlerle kandırılmasında faydalı bir araç olacaktır.
ABD, İran’ı merkeze alan –nihai amacı henüz bilinmeyen– tehditvari konumlar almış durumda. İran’ı hedef almak amacıyla İsrail’le de ortaklık kuracak Suudi öncülüğünde bir Arap NATO’su fısıltıları ortalıkta geziyor. Ve yine Şam’a ve Moskova’ya İran’ı Suriye’den çıkarmaları için birçok Batılı veya Batı’yla müttefik başkentten çağrılar yükseliyor.

Su yolları: “Kaza eseri” bir karşı karşıya geliş
Öcü İran söylemlerine rağmen Trump’ın bu ülkeye karşı doğrudan bir askeri saldırı başlatma ihtimali pek yok. Trump, Ortadoğu’daki savaşlar ve müdahaleler için yakın geçmişte 6 trilyon doların boşu boşuna harcanmasından rahatsızlığını dile getiren bir başkan. Bölgede daha fazla çatışma maliyetli olacak ve bu durum yeni başkanı iş/ticaret yapmak istediği büyük güçlerle çatışmaya doğru çekebilecektir.
Her ne kadar İran’a karşı “tüm seçenekler”in masada olduğu konusunda ısrarcı olsa da Trump’ın seçenekleri aslında epeyce sınırlı. Yaptırımlar şimdiye kadar hiçbir işe yaramadı ve İran’la nükleer anlaşama, diğer küresel oyuncuların gelecekteki yaptırımlara katılmayabileceğini göstermiş oldu. Müttefiklerinin baskısı altında nükleer anlaşmayı iptal etme tehditlerinden geri adım attı; zira bunun İran’ı değil ABD’yi izole edeceğini anladı. Renkli devrim komploları, propaganda ve siber savaş gibi yıkıcı faaliyetlerin de İran’ın tarihi teyakkuzu karşısında beyhude olduğu artık ispatlandı. Konvansiyonel savaş için İran’ın ciddi bir provokasyonu gerekiyor, ancak bunun da BM Güvenlik Konseyi’nce cezalandırılması muhtemel görünmüyor.
Ancak bir alanda ABD ile İran’ın karşı karşıya gelmesi fitili ateşleyebilir: İslam Cumhuriyeti ve komşuları çevresindeki su yolları.
Her iki ülkenin de birbirine yakın mesafede donanmaları ve gemileri bulunuyor. Gerginlik yüksek; söylemler tırmanmış halde; İran’ın Körfez’deki hasımları ve Washington bir olayı tetikleyip ardından yangına körükle gitmek için çok daha uygun bir konumdalar.
(…)
Eğer ki ABD daha fazla saldırganca davranırsa bir savaş ihtimali gerçekten de sözkonusu. Ancak İran bir muz cumhuriyeti değil. Küresel ve bölgesel güçlerin birlikte el ele verip kışkırttığı, finanse ettiği ve silahlandırdığı Irak’la tam sekiz sene süren savaşa dayanabildi. İslam Cumhuriyeti, bu saldırıdan dikkat çekici bir şekilde toparlanıp gelecekteki saldırıları caydırmak maksadıyla konvansiyonel ve asimetrik kapasitesini geliştirmeye başladı.
Bu nedenle Trump, İran’ın 29 Ocak’taki balistik füze denemesi akabinde bu ülkeye yaptırımlar koymaya kalkıştığında İranlılar çok daha fazla füze ateşledi. (…)
ABD-İran gerginliği tırmanırken iki devletin donanmalarının ve ticari gemilerinin yüzdüğü körfezlerin, boğazların, denizlerin ve okyanusların sayısı da giderek artıyor. Pentagon, batı Asya su yollarındaki donanma varlığının terörizmi ve korsanlığı engellemek için hayati olduğunda ısrarcı. Ancak burası İran’ın arka bahçesi ve Tahran, aynı türden tehditlere karşı bölgesel su yollarını denetlemek ve kendi kara ve deniz sınırlarını korumak için pek de meşrulaştırıcı bir gerekçeye ihtiyaç duymuyor.
Kasım ayında Tahran’a gerçekleştirdiğim ziyaret sırasında bir düşünce kuruluşu olan Andişeh Sazan Nur Enstitüsü başkanı ve İran Devrim Muhafızlarına yakın bir Ortadoğu ve Kuzey Afrika uzmanı olan Dr. Sadullah Zarei’ye bu konuyu sordum. “ABD’nin faaliyetleri, deniz menzilimizde nasıl davranmamız gerektiği konusunda bize bir emsal sunuyor” dedi. İran’a komşu sularda Amerikan donanmasının varlığı “bize İran Körfezi’nde, Aden Körfezi’nde ve diğer sularda aktif olma hakkını çok daha fazla veriyor.” Bunun sonucunda “biz artık Bengal Körfezi ve Hint Okyanusu’ndayız” diyor.
Peki acaba Zarei, kendilerine çok yakın bir mesafede büyük bir askeri ateş gücünü tehdit edercesine gezdiren bir düşman devletin varlığından endişeli mi? Soruma gülerek şu cevabı verdi: “ABD burada olduğunda İran’ın odaklanması ve disiplini çok daha sıkı oluyor. Bu bakımdan işlevleri faydalı. Güvenlik kuvvetlerimize, ordumuza ve sınırlarımıza olan desteğin artmasını sağlayarak bizi bir araya getirip kenetliyorlar.”
Perdenin öte tarafında Washington, –çoğu İran’la alakasız olan– su yollarındaki son “olaylar”ı –İran hakkında histerik olan ulusal medyanın gündemine taşımak suretiyle– bu ülkenin disiplinini ve iç bütünlüğünü besliyor.
(…)

Üstünlüğün maliyeti
O halde niçin Amerikan ordusu Körfez bölgesinde konuşlu? Princeton Üniversitesi’nden Roger Stern’in hesaplamasına göre, 1976-2010 yılları arasında Washington, Körfez’den petrol akışını güvence altına almak için toplamda tam 8 trilyon dolar harcamış. 2010’dan itibaren Körfez’den petrol sevkiyatının sadece %10’u ABD’ye gidiyor. En büyük alıcılar ise (%20’yle) Japonya ve ardından sırasıyla Çin, Hindistan ve Güney Kore geliyor.
Trump şunu unutmamalı: Eğer ki petrole güvenli erişim ABD’nin Körfez’deki varlığının gerçek nedeni olsaydı Washington, bu maliyetin küçücük bir kısmını sarf ederek bu su yolunu devredışı bırakacak bir petrol boru hattı inşa edebilirdi.
Ancak ABD’nin Körfez politikasında görev amacından çoktan saparak çok az Amerikan başkanının meydan okumaya cesaret edebileceği bir politika teamülüne dönüştü. İran, Körfez’e kıyıdaş sekiz devlet arasında en büyük, hatta diğer yedi devletin toplam kıyı uzunluğunun neredeyse iki katı kadar sahile sahip.

Washington’daki şahinler, İran’ın Körfez’deki Amerikan hegemonyasına meydan okumasına izin vermeyeceklerini ısrarla vurgularken, bir felaket onların burnunu sürtmeden evvel önlenebilir bir savaşın muhtemel sonuçları üzerinde düşünmeliler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder