İRAN’LA SAVAŞ, TEHLİKELİ BİR
GERÇEK
Sharmine Narwani (Beyrut’ta yaşayan Ortadoğu jeopolitiği uzmanı ve yorumcu)
The American
Conservative, 15.3.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
(…)
Trump’ın
Ortadoğu’daki politika yönelimine –ve sınırlılıklarına– dair bazı erken
işaretler mevcut. Amerikan birliklerinin şu anda dâhil olduğu üç kilit savaş
alanında bazı kritik dönemeçler aşıldı:
o Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin Kürt müttefikleri,
Türkiye’yle doğrudan çatışmamak için ele geçirdikleri bazı toprakları kendi
istekleriyle Suriye ordusuna ve Rus birliklerine teslim etti. ABD Rakka’nın
kurtarılmasında Türkiye’nin devreye girme isteğini geri çevirdi, ama IŞİD’in
başkentinin Kürtlerin eline geçmesine Ankara’nın müsamaha göstermeyeceğini de
biliyor. Hal böyleyken galip çıkan formül, Rakka ve çevresinin Rus şemsiyesi
altında Suriye yönetimine dost bir otoriteye teslim edilmesi olacak gibi
görünüyor.
o Irak’ın kuzeyinde Musul’u geri alma savaşı hızlandı; Irak
birlikleri şehrin batısının yarısını 20 günde IŞİD’den kurtardı. Merkezî Bağdat
yönetiminin komutası altında ekseriyeti Şiilerden müteşekkil bu savaşçıların
çoğu İranlılardan eğitim ve teçhizat aldılar.
o (…) Yemen cephesinde geçen hafta BAE’nin, Suudilerden
(Batı destekli Suudi koalisyonunun yeniden başa geçirmek amacıyla savaş açtığı
“meşru” Yemen yönetiminin başındaki) kukla cumhurbaşkanı Abdurrabbu Mansur
Hadi’ye desteği geri çekmesini talep ettiği haberleri var.
(…)
Dikkat çekici olan, bütün bu gelişmelerin görünüşte İran’ın bölgedeki
çıkarlarına hizmet edip Amerikan müttefikleri Türkiye ve Suudi Arabistan’ın
çıkarlarını baltalaması.
Kendinizi
kandırmayın. Bu sadece Trump’ın açılış salvosu. Henüz bilinmeyen daha büyük
hesapları var. (…)
İslam Cumhuriyeti,
müttefikleri ve hasımları Trump’ın daha büyük jeopolitik oyununun parçası
olarak kalacaklar. İran’la stratejik ilişkiler geliştiren Rusya ve Çin gibi
daha hayati hedeflerle anlaşmak veya cezalandırmak için onları kullanabilir.
Yine İran, geleneksel Amerikan müttefikleri olan İsrail, Türkiye ve çeşitli
Arap monarşilerinin Trump’ı destekleyici bir tavır takınması için kışkırtılması
veya tatlı sözlerle kandırılmasında faydalı bir araç olacaktır.
ABD, İran’ı merkeze
alan –nihai amacı henüz bilinmeyen– tehditvari konumlar almış durumda. İran’ı
hedef almak amacıyla İsrail’le de ortaklık kuracak Suudi öncülüğünde bir Arap
NATO’su fısıltıları ortalıkta geziyor. Ve yine Şam’a ve Moskova’ya İran’ı
Suriye’den çıkarmaları için birçok Batılı veya Batı’yla müttefik başkentten
çağrılar yükseliyor.
Su yolları: “Kaza
eseri” bir karşı karşıya geliş
Öcü İran
söylemlerine rağmen Trump’ın bu ülkeye karşı doğrudan bir askeri saldırı
başlatma ihtimali pek yok. Trump, Ortadoğu’daki savaşlar ve müdahaleler için
yakın geçmişte 6 trilyon doların boşu boşuna harcanmasından rahatsızlığını dile
getiren bir başkan. Bölgede daha fazla çatışma maliyetli olacak ve bu durum
yeni başkanı iş/ticaret yapmak istediği büyük güçlerle çatışmaya doğru
çekebilecektir.
Her ne kadar İran’a
karşı “tüm seçenekler”in masada olduğu konusunda ısrarcı olsa da Trump’ın
seçenekleri aslında epeyce sınırlı. Yaptırımlar şimdiye kadar hiçbir işe
yaramadı ve İran’la nükleer anlaşama, diğer küresel oyuncuların gelecekteki
yaptırımlara katılmayabileceğini göstermiş oldu. Müttefiklerinin baskısı
altında nükleer anlaşmayı iptal etme tehditlerinden geri adım attı; zira bunun
İran’ı değil ABD’yi izole edeceğini anladı. Renkli devrim komploları,
propaganda ve siber savaş gibi yıkıcı faaliyetlerin de İran’ın tarihi teyakkuzu
karşısında beyhude olduğu artık ispatlandı. Konvansiyonel savaş için İran’ın
ciddi bir provokasyonu gerekiyor, ancak bunun da BM Güvenlik Konseyi’nce
cezalandırılması muhtemel görünmüyor.
Ancak bir alanda
ABD ile İran’ın karşı karşıya gelmesi fitili ateşleyebilir: İslam Cumhuriyeti
ve komşuları çevresindeki su yolları.
Her iki ülkenin de
birbirine yakın mesafede donanmaları ve gemileri bulunuyor. Gerginlik yüksek;
söylemler tırmanmış halde; İran’ın Körfez’deki hasımları ve Washington bir
olayı tetikleyip ardından yangına körükle gitmek için çok daha uygun bir
konumdalar.
(…)
Eğer ki ABD daha
fazla saldırganca davranırsa bir savaş ihtimali gerçekten de sözkonusu. Ancak
İran bir muz cumhuriyeti değil. Küresel ve bölgesel güçlerin birlikte el ele
verip kışkırttığı, finanse ettiği ve silahlandırdığı Irak’la tam sekiz sene
süren savaşa dayanabildi. İslam Cumhuriyeti, bu saldırıdan dikkat çekici bir
şekilde toparlanıp gelecekteki saldırıları caydırmak maksadıyla konvansiyonel
ve asimetrik kapasitesini geliştirmeye başladı.
Bu nedenle Trump,
İran’ın 29 Ocak’taki balistik füze denemesi akabinde bu ülkeye yaptırımlar
koymaya kalkıştığında İranlılar çok daha fazla füze ateşledi. (…)
ABD-İran gerginliği
tırmanırken iki devletin donanmalarının ve ticari gemilerinin yüzdüğü
körfezlerin, boğazların, denizlerin ve okyanusların sayısı da giderek artıyor.
Pentagon, batı Asya su yollarındaki donanma varlığının terörizmi ve korsanlığı
engellemek için hayati olduğunda ısrarcı. Ancak burası İran’ın arka bahçesi ve
Tahran, aynı türden tehditlere karşı bölgesel su yollarını denetlemek ve kendi
kara ve deniz sınırlarını korumak için pek de meşrulaştırıcı bir gerekçeye
ihtiyaç duymuyor.
Kasım ayında
Tahran’a gerçekleştirdiğim ziyaret sırasında bir düşünce kuruluşu olan Andişeh
Sazan Nur Enstitüsü başkanı ve İran Devrim Muhafızlarına yakın bir Ortadoğu ve
Kuzey Afrika uzmanı olan Dr. Sadullah Zarei’ye bu konuyu sordum. “ABD’nin
faaliyetleri, deniz menzilimizde nasıl davranmamız gerektiği konusunda bize bir
emsal sunuyor” dedi. İran’a komşu sularda Amerikan donanmasının varlığı “bize
İran Körfezi’nde, Aden Körfezi’nde ve diğer sularda aktif olma hakkını çok daha
fazla veriyor.” Bunun sonucunda “biz artık Bengal Körfezi ve Hint
Okyanusu’ndayız” diyor.
Peki acaba Zarei,
kendilerine çok yakın bir mesafede büyük bir askeri ateş gücünü tehdit
edercesine gezdiren bir düşman devletin varlığından endişeli mi? Soruma gülerek
şu cevabı verdi: “ABD burada olduğunda İran’ın odaklanması ve disiplini çok
daha sıkı oluyor. Bu bakımdan işlevleri faydalı. Güvenlik kuvvetlerimize,
ordumuza ve sınırlarımıza olan desteğin artmasını sağlayarak bizi bir araya
getirip kenetliyorlar.”
Perdenin öte
tarafında Washington, –çoğu İran’la alakasız olan– su yollarındaki son
“olaylar”ı –İran hakkında histerik olan ulusal medyanın gündemine taşımak
suretiyle– bu ülkenin disiplinini ve iç bütünlüğünü besliyor.
(…)
Üstünlüğün maliyeti
O halde niçin
Amerikan ordusu Körfez bölgesinde konuşlu? Princeton Üniversitesi’nden Roger
Stern’in hesaplamasına göre, 1976-2010 yılları arasında Washington, Körfez’den
petrol akışını güvence altına almak için toplamda tam 8 trilyon dolar harcamış.
2010’dan itibaren Körfez’den petrol sevkiyatının sadece %10’u ABD’ye gidiyor.
En büyük alıcılar ise (%20’yle) Japonya ve ardından sırasıyla Çin, Hindistan ve
Güney Kore geliyor.
Trump şunu
unutmamalı: Eğer ki petrole güvenli erişim ABD’nin Körfez’deki varlığının
gerçek nedeni olsaydı Washington, bu maliyetin küçücük bir kısmını sarf ederek
bu su yolunu devredışı bırakacak bir petrol boru hattı inşa edebilirdi.
Ancak ABD’nin
Körfez politikasında görev amacından çoktan saparak çok az Amerikan başkanının
meydan okumaya cesaret edebileceği bir politika teamülüne dönüştü. İran,
Körfez’e kıyıdaş sekiz devlet arasında en büyük, hatta diğer yedi devletin
toplam kıyı uzunluğunun neredeyse iki katı kadar sahile sahip.
Washington’daki
şahinler, İran’ın Körfez’deki Amerikan hegemonyasına meydan okumasına izin
vermeyeceklerini ısrarla vurgularken, bir felaket onların burnunu sürtmeden
evvel önlenebilir bir savaşın muhtemel sonuçları üzerinde düşünmeliler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder