SURİYE’NİN DEHŞET
DENGESİ
Ömer Aşur (Exeter Üniversitesi Güvenlik Çalışmalarında öğreti üyesi ve Doktora
Çalışmaları direktörü ve “Collusion to
Collision: Islamist-Military Relations in Egypt” kitabının yazarı)
Project Syndicate,
20.2.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Altıncı yılını
devirmek üzere olan Suriye İç Savaşı’nda artan can kayıpları ve askeri durumun
sürekli değişimi, diplomatik kanalı komik duruma düşürüyor. Bu hafta Cenevre’de
başlaması planlanan BM öncülüğündeki yeni bir müzakere turu ufukta belirmişken
“Bu çatışma niçin bu denli çözümsüz?” sorusu sorulmaya değer.
Bugün ateşkes için
yoğun bir şekilde bastıran oyuncuların bizzat bazıları eğer vakti zamanında
sürece burnunu sokmamış olsaydı Suriye’deki şiddet yıllar evvel sona
erebilirdi. Ocak ayında Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un da şu sözlerle
büyük ölçüde itiraf ettiği gibi, “eğer ki Moskova müdahale etmemiş olsaydı Şam
2-3 hafta içinde düşecekti”. Eğer isyancılar Suriye’nin başkentini ele
geçirseydi temel taleplerden biri olan Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in düşmesi
kuvvetle muhtemeldi.
Ama bu
gerçekleşmeyecekti. Fransa öncülüğündeki NATO müdahalesiyle Mart 2011’de
devrimin kurtarıldığı Libya’nın aksine, –Lübnan, Filistin, Irak, Pakistan ve
Afganistan’dan (gerek Sünni gerekse Şii) silahlı devlet-dışı aktörlerin
desteklenmesi suretiyle– Suriye’ye İran ve Rusya müdahalesi Şam yönetimini
kurtardı.
Bununla birlikte,
Esed’in 2010’da 325 bin kişiden oluşan ordusunda bugüne kadar yaşanan can kaybı
100 bini aşmış durumda, yaralı sayısı da bir o kadar fazla ve on binlerce asker
de firarda. Halen denetimi altındaki Suriye’nin küçük kısmını elinde
tutabilmek için yaklaşık 110 bin yabancı askere ve devlet-dışı aktöre bel
bağlayan Esed rejimi, aslında ordusunun haline çok benziyor. Gölge bir ordu,
gölge bir rejim.
Ancak Esed’in
kapasitesi giderek azalmasına rağmen, altı yıldır süren kanlı çatışmalar,
isyancıların bütün bu çabalarının meyvelerini almalarını pek sağlayamadı. Mart
2011’de -Esed’in devrilmesinden demokratik reformlar yapılması ve etnik
kimliğine, dinine ve mezhebine bakılmaksızın eşit vatandaşlığa kadar- peşine
düşülen şeylerin çoğu birer büyük özlem olarak kaldı.
Esed karşıtı güçler
son altı yılda defalarca askeri bir zafere iyice yaklaştılar. Bunlardan ilki,
Temmuz 2012’de savaşçıların Şam’a taarruza geçip Milli Güvenlik karargahına
saldırmaları, dönemin savunma bakanı [Z.T.K. General Davud Raciha] ve
yardımcısı [Z.T.K. aynı zamanda Esed’in kız kardeşinin eşi Asıf Şevket] ile [Z.T.K. istihbarat
birimlerini koordine eden] Milli Güvenlik Dairesi başkanı [Z.T.K. General Hişam
İhtiyar] da dahil Esed’in en üst düzey askeri ve güvenlik erkanını
öldürülmesiydi. [Z.T.K. yine eski Savunma Bakanı Hasan Türkmani]
Bu saldırıyı,
isyancıların ülkenin kuzeybatısında, bilhassa Halep, Humus ve İdlib’de
ilerlemeleri izledi. Ancak bu kazanımlar, 2012 sonu ve 2013 başında
Hizbullah’ın ve diğer dış destekli devlet-dışı aktörlerin müdahalesiyle geri
püskürtüldü.
Muhaliflerin
rejimin sahildeki kalelerine, özellikle liman şehri Lazkiye’ye ilerlediği
Temmuz 2015’te de Esed’e bağlı birlikler uçurumun eşiğine getirilmişti. İki ay
sonra Şam kırsalındaki Duma ve Ğuta’da bulunan muhalif birlikler, stratejik
tepeleri ele geçirerek ve kritik önemdeki M5 otoyolunu keserek Esed’in Şam’daki
askeri birliklerini ülkenin kuzeyinden tamamen koparmak üzereydi. Ancak bu
kazanımları da Rus hava bombardımanlarıyla püskürtüldü.
Her iki tarafın da
sürdürülebilir/uzun süreli askeri ivmeden yoksun olması, yeni güvenlik
realitelerinin ve (muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde şeriatın
uygulanmasından tutun bölgesel ayrılıkçılık beklentilerine kadar) stratejik
taleplerin baş döndürücü bir karışımına yol açtı. 2016 yılı sonuna kadar
hedefleri birbiriyle çatışan beş büyük koalisyon ortaya çıkmıştı: Esed güçleri
ve müttefikleri, Arapların öncülüğünde muhalif güçler, Kürtlerin öncülüğünde
muhalif güçler, Şam’ın Fethi Cephesi (eski adı Nusra Cephesi olan el-Kaide’nin
Suriye’deki resmi askeri kolu) ve sözde İslam Devleti (IŞİD).
Esed yanlısı
milisler ve IŞİD birlikleri de dâhil bütün bu beş koalisyonun hem kendi içinde
hem de aralarında saf değiştirmeler, yeni işbirlikleri ve iç çatışmalar meydana
geldi. Aralık ayında Türk-Rus ateşkes planı ve Ocak ayında Kazakistan’ın başkentinde
başlayan Astana müzakereleri süreci, özellikle [Z.T.K. muhaliflerin
rejimin yeniden ele geçirdiği bölgelerden çıkartılıp nakledilmesiyle] nüfusu
aşırı artan ve sürekli bombalanan muhaliflerin karargâhı niteliğindeki İdlib’de
Araplar öncülüğündeki muhalif güçler ile Şam’ın Fethi Cephesi arasındaki iç
çatışmaları daha da kızıştırdı.
Astana sürecine
karşılık, Şam’ın Fethi Cephesi kısa süre evvel kendisini feshetti ve kuzey
merkezli dört yerel örgütle birleşti: Zengi Hareketi, Liva el-Hak Tugayı, Ceyşü’s-Sünne, Ensaru’d-Din Cephesi. Bilad-i
Şam’ın Kurtuluşu Örgütü (Tahriru’ş-Şam) isimli bu yeni koalisyon, baş rakibi
Ahraru’ş-Şam’a bağlı fraksiyonları dahi cezbetti. Kuzeydeki Ahrar birliklerinin
tahminen dörtte biri, komutan Haşim eş-Şeyh ile birlikte saf değiştirerek
Bilad-i Şam’ın Kurtuluşu Örgütüne katıldı ve şu anda hareketin komutanlığını
eş-Şeyh ele almış durumda.
Aynı zamanda –en
önemlileri Bilad-i Şam’ın Şahinleri, Ceyşü’l-İslam İdlib Kolu ve Bilad-i Şam
Cephesi olmak üzere– beş küçük askeri örgüt de Bilad-i Şam’ın Kurtuluşu
Örgütü’nün içine çekilmeyi önlemek için Ahraru’ş-Şam saflarına katıldı.
Hâlihazırda Ahrar’ın komutanı Ali el-Ömer bu yeni koalisyonun başında.
Bu yeni oluşan
işbirlikleri ideolojik yakınlıktan ziyade ayakta kalma taktiklerinin bir
yansıması. Diğer örgütlerle birleşme, insansız hava araçlarının
bombardımanlarıyla veya rakip güçlerin kara saldırılarıyla yok edilme riskini
azaltmanın bir yolu olarak görülüyor. Ahrar ve diğer silahlı muhalif gruplar
ikili kanalı yani diplomatik ve askeri metotları kabul ederken, Bilad-i Şam’ın
Kurtuluşu Örgütü ise diplomatik kanalı reddeden ve Ahrar’ın kuzeybatıdaki
hâkimiyetinden korkan tüm fraksiyonları ve örgütleri bir çatı altında toplamaya
devam edecek. Bu iki koalisyon arasında dehşet dengesiyle sağlanan ateşkes,
hiçbir şekilde iç çatışmaların sona erdiğinin bir işareti değil.
(Gerek rejim
kalıntıları gerekse muhalif gruplar olsun) tüm yerel güçlerin zafiyetleri,
bölünmeleri ve tükenmişlikleri, Suriye’de sürdürülebilir bir ateşkes için
bastıracak Rusya, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin elindeki kozu
artırabilir. Ama ben bunun başarılı olacağından şüpheliyim. Öncelikleri sürekli
değişen, hedefleri birbiriyle çatışan, inandırıcı taahhütlerin çok az, dış
müdahalenin ise çokça olduğu böyle bir savaşta bugün varılacak herhangi bir
ateşkesin yarın tırmanacak bir şiddetle bozulması muhtemeldir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder