TRUMP DÖNEMİNDE
YAHUDİ YERLEŞİMLERİNİ AKLAMA VE BATI ŞERİA’YI TASFİYE
Emanî
es-Sinvâr (Avrupa
ilişkileri ve insan hakları araştırmacısı)
El-Cezire Arapça,
8.2.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
NOT: Bu
tercüme, el-Cezire Türk internet sitesinde 16.2.2017 tarihinde
“Trump ve yerleşimler” başlığı altında yayınlanmıştır: http://aljazeera.com.tr/gorus/trump-ve-yerlesimler
6 Şubat'ta İsrail meclisi Knesset, Batı
Şeria’da Filistinli vatandaşların özel arazileri üzerinde inşa edilen Yahudi
yerleşim birimlerini yasallaştıran ve bunların yıkılmasına/sökülüp
kaldırılmasına izin vermeyen bir kanun tasarısını onayladı.
Bu karar, Yahudi yerleşimcilerin
Filistinlilerin arazileri üzerine inşa ettiği yaklaşık 4 bin yasadışı konuta
yasallık kazandırarak statü sorununun çözülmesini sağlıyor. 53 farklı yerleşim
birimine dağılmış durumdaki bu konutlar, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te
Filistinlilere ait toplam 8 bin dönümlük araziyi kapsıyor.
Hırsızlığın meşrulaştırılması
Her ne kadar yerleşimlerin tamamı uluslararası
hukuka aykırı olsa da ve Roma Statüsü’ne göre işgal altındaki topraklara
işgalci tarafından nüfus transferi savaş suçu sayılsa da İsrail, hükümetin
gözetiminde inşa edilen yerleşimler ile Yahudi yerleşimcilerin Filistinlerin
tapulu arazilerini gasp ederek gelişigüzel inşa ettikleri yerleşimleri
birbirinden farklı tutuyordu.
Ancak yeni kanun, bu ayrımı ortadan kaldırıyor
ve bu yasadışı yola tevessül eden şahıs ve kurumları işledikleri suçun hukuki
sonuçlarından koruyarak, üstelik çalınan araziler üzerine inşa edilmiş evlerin
yıkılmasını engelleyerek kelimenin tam anlamıyla daha fazla arazi gaspına kapı
aralıyor. Keza Filistinlilerin kendi özel arazileri üzerine inşa edilen evlerin
yıkılması talebiyle İsrail Yüksek Mahkemesi’ne dilekçe vermeleri de
yasaklanıyor ve bu konuda Mahkeme’nin vereceği kararları da gasp edilen
araziler karşılığında ya maddi tazminat ödenmesi ya da başka bir arazi
verilmesine hükmedilmesi olmak üzere sadece iki alternatifle sınırlandırıyor.
Knesset’ten geçen bu kanun, İsrail yargısına
darbe ve hukuk devleti ilkesinin de ihlali sayılıyor. Zira kanunla bugüne kadar
Yüksek Mahkeme’nin yerleşim birimlerinin boşaltılmasına hükmettiği kararlar
geriye dönük olarak iptal ediliyor ve böylelikle son sözü veren yargı değil,
yasama ve yürütme erkleri oluyor.
Son yıllarda yasadışı yerleşim birimleri
tartışması, hukuki statü sorununun çözülmesini destekleyen sağcıların ve aşırı
sağcıların tezlerinde iyice belirginleşmişti. Ve aslında bu, Batı Şeria’yı
ilhak, Doğu ile Batı Kudüs’ü birleştirme ve birer oy deposu niteliğindeki
sürekli yayılan ve aşırı radikalleşen yerleşimcileri tatmin etme planlarının
bir hazırlığıydı.
Yüksek Mahkeme’nin bazı yerleşim birimlerinin
boşaltılması yönünde verdiği kararların ardından, Aralık ayı başında
Knesset’ten ilk onayı alan Yerleşimleri Aklama Tasarısı’nın (İsraillilerin
adlandırmasıyla Çözüm Kanunu’nun) hazırlıkları tamamlanmıştı. Kanun tasarısının
nihai oylamasını geciktirme çabalarına rağmen, Şubat ayı başında Amona yerleşim
biriminin boşaltılma görüntülerinin ardından İsrail Başbakanı Binyamin
Netanyahu’nun koalisyon hükümetindeki radikal Yahudi Evi Partisi’nden
ortaklarının ısrarları üzerine süreç hızlanmıştı.
İsrail, Amona’dan dünyaya dramatik görüntüler
yayınladı. Filistinlilere vermek için kuvvet kullanmak suretiyle kendi
vatandaşlarını evlerinden çıkaran bir kanun devleti rolü oynarken, aslında Batı
Şeria ve Kudüs’te en geniş ve hayati alanları ele geçirmek için kritik bir
savaşa hazırlık yapıyor.
Yerleşimler barışın önünde
engel mi?
Netahyahu, yeni Amerikan yönetimiyle istişare
etmeden bu kanunla ilgili adım atmamaya özen gösterdi. İki gün boyunca
“yerleşim kararı”nı onaylamayı ısrarla geciktirerek ABD Başkanı Donald Trump’la
15 Şubat’taki buluşmasının sonrasına erteledi. Ancak başbakanlık sözcüsü,
Netahyahu’nun Amerikan yönetimiyle iletişime geçip kararla ilgili genel bir
bilgilendirmeden sonra erteleme için ortada bir gerekçe kalmadığını Fransız
haber ajansı AFP’ye açıkladı. (El-Cezire’nin bilgi notu: İki
liderin 15 Şubat tarihli görüşmesinde, Trump İsrail'in yeni yerleşim yerleri
inşasını biraz durdurması gerektiğini söyledi. Ancak ABD Başkanı aynı
görüşmede, İsrail - Filistin sorununda ABD’nin en baştan beri savunduğu
iki devletli çözüm konusunda da geri adım atarak “İki devletli çözümün daha iyi
olacağını düşünüyordum; ama eğer İsrail ve Filistin mutlu olacaksa onların
tercihi ne ise ben de onu kabul ederim.” ifadesini kullandı.)
Amerikan yönetiminin karara yeşil ışık yakması,
toprak gaspını meşrulaştıracak, geçmişte verilen yargı hükümlerini ortadan
kaldıracak ve işgal yönetiminin mahkemeler karşısındaki üstünlüğünü
pekiştirecek. Kararın İsrail Başsavcısı’na göre “anayasaya aykırılığı” ve
uluslararası hukuku ihlal etmesi de cabası. Bu karar, Trump’ın göreve
gelmesinden bu yana beklendiği gibi, Amerikan-İsrail ilişkilerinde yeni bir
faslın hararetli bir şekilde başladığına işaret ediyor.
Bu, Beyaz Saray’ın “Yerleşimler barışın önünde
bir engel değil” açıklamasını, Trump’ın seçim kampanyası boyunca ortaya koyduğu
duruşundan bir geri adım değil, aksine bunun daha da pekiştirilmesi olarak
gören kesimlerin lehine. Trump ve ekibine göre, Yahudi yerleşimleri barışın
önünde bir engel olarak görülemez; zira onların barış anlayışında iki devletli
çözüm, merkezi bir konumda değil. Nitekim bu, Trump’ın iki devletli çözüm için
Tel Aviv’i müzakereye zorlamayacağını vurguladığı açıklamalarına da yansıdı.
Ayrıca barış sürecine nezaret edecek kişi olan
Trump’ın damadı Jared Kushner, yerleşimleri desteklediği bilinen Yahudi bir
aileden geliyor. Yine Trump’ın ABD'nin Tel Aviv büyükelçiliği için aday
gösterdiği David Friedman da yerleşimlere desteği ve İsrail’in Batı Şeria ile
Doğu Kudüs’ü topraklarına katmasını bir “hak” olarak savunmasıyla tanınan bir
isim.
Kanunu gözden geçirmesi beklenen İsrail Yüksek
Mahkemesi iptal yoluna gidebilir. Ancak Knesset’te 52’ye karşı 60 kabul oyuyla
kanun tasarısının geçmesini sağlayan İsrail sağının başarısı ve ABD’nin de bu
kanunun geçişine yeşil ışık yakması, İsrail aşırı sağıyla Trump yönetimi
arasındaki yeni ilişkilerin tabiatını ortaya döküyor.
Karanlık gelecek
Aslında İsrail de, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin yerleşimleri suç sayan ve durdurma çağrısı yapan 2334 sayılı kararının
üzerinden henüz sadece bir ayı aşkın bir süre geçmişken, yerleşimleri koruyup
kollayan ve toprak gaspını teşvik eden, anayasaya aykırı kanunlar çıkarmakla
kibirlilikte dönüm noktası sayılacak kadar ileri gittiğinin farkında.
Trump’ın yemin ederek göreve başlamasının
ardından geçen iki hafta içinde İsrail yönetimi 6 bin yeni konutun inşasına
izni verdi. Görünen o ki, Tel Aviv, sağcıların hedeflediği Batı Şeria’yı ilhak
planını sessizce ama süratle hayata geçirmek için zamanla yarışıyor. Başkan
Trump’tan Amerikan Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınma planının ertelenmesinin
istenmesi de İsrail açısından çok daha önemli ve temel adımlar için fırsat
yaratma çabasının bir ürünü gibi görünüyor. Ancak Filistin ve Arap halkının
bunu aynı heyecan ve dikkatle karşılamayacağı aşikar.
İsrail sağının yerleşimler
politikası
İsrail sağının yerleşimler konusunda izlediği
yolun üç boyutu var: (i) 2009’dan bu yana yerleşim birimlerinde hummalı bir
inşaat faaliyeti yürütmek, (ii) yasadışı yerleşimleri korumak ve yeni kararlarla
yasal statü sorunlarını çözmek, (iii) ardından benzer kararlarla Ma’ale Adumim
gibi büyük yerleşim bloklarını İsrail’e ilhak etmek için hazırlık yapmak. Bu,
Batı Şeria’nın kuzeyini güneyinden tamamen ayırmak ve iki devletli çözümü nihai
olarak toprağa gömmek ve belki de Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ün yeniden
işgalinin zeminini hazırlamak anlamına geliyor.
Görünen o ki, uluslararası ve bölgesel şartlar,
Likud’un siyasi ideolojisini yansıtan ve Kasım 2016'da olgunlaşan bu gidişat
için uygun. Keza Netanyahu, aşırı sağcılarla koalisyon hükümetini ayakta tutma
ihtiyacı içinde ve kendisine karşı açılan yolsuzluk davasının yansımalarını da
örtbas etme arzusunda.
Bölgesel düzeyde İsrail, Filistin üzerindeki
planlarına karşı kayda değer bir direnişle karşılaşmıyor. Zira “Arap Baharı”
dalgası sırasında kendisini tehdit eden tehlikeleri –Mısır’da kukla bir rejim
kurulmasını, Suriye’de her şeyin mubah sayıldığı bir alan oluşmasını ve Lübnan
direnişinin Suriye bataklığıyla meşgul olmasını sağlamak suretiyle– etkisizleştirdi.
Keza İsrail’le ilişkileri yeniden normalleştirme anlaşmasından sonra Türkiye de
etkisizleşti ve Ankara, Filistin meselesine ilişkin söyleminde değişikliğe
gittiğinin birçok işaretini verdi.
Arapların da dikkati İran tehlikesine karşı
koymaya odaklanmış durumda ve bunu Amerikan yönetimiyle ilişkilerin gidişatını
belirlemede temel kriter haline getirdiler. Öyle ki, Trump’ın sert bir dille
Tahran’a uyarıları, Arapların onun dış politikasını sevinçle karşılamasına yol
açtı. Ancak bu sevinç ve kutlamanın bedeli, Filistin meselesinde Trump’ın
yıkıcı siyasetine karşı politikalar geliştirilememesi şeklinde tezahür
edebilir.
İki devletli çözümün korunmasında en ısrarcı
uluslararası taraf olan Avrupa konusunda da durum iç açıcı görünmüyor. Zira
Avrupalı oyuncular –İngiltere’nin sert Brexit kararından sonra AB’nin bir
birlik olarak geleceği, kıtayı popülist sağcı dalganın istilası ve Paris ile
Brüksel’de karar alma mercilerine dahil olma tehdidi başta olmak üzere ortaya
çıkan bir dizi sorun yüzünden– vakitlerinin çoğunu iç meselelere odaklanarak
geçiriyorlar.
Trump yönetiminin, küresel ve bölgesel durumun
laçkalaştığı bir dönemde, Yahudi yerleşimlerini aklama gibi tartışmalı ve
anormal bir karara yeşil ışık yakması, Tel Aviv’in Filistin meselesini İsrail
sağı ile aşırı sağının standartlarına göre nihai olarak tasfiye etmek için bir
Amerikan kılıfı yaratmaya çalıştığının uyarı çanları. Ve yazık ki bugün artık
Filistin meselesi, Arapların önem verdiği meseleler listesinin en son sırasına
düşmüş durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder