ORTADOĞU’NUN YENİ ARABULUCUSU
İSRAİL
Zev Chafets (Gazeteci-yazar; daha evvel eski
İsrail başbakanlarından Menachem Begin’in üst düzey yardımcılarındandı ve
Jerusalem Report dergisinin kurucu sorumlu yazı işleri müdürüydü)
Bloomberg, 17.7.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Musul’un kurtarılması ve Rakka’da
İslam Devleti’nin çökmek üzere olması Amerikan Başkanı Donald Trump’ın
zaferleri. (…) O, kaba kuvvete inanan biri; zaten Ortadoğu’da işe yarar tek
yöntem de kaba kuvvettir.
Başkan Trump, Rus Devlet Başkanı
Vladimir Putin’le yürüttüğü müzakereler sonucu Suriye’nin güneybatısında
varılan kısmi bir ateşkesle bir zafer daha kazanmış oldu. Bu ateşkes fazla uzun
sürmeyecektir, ama yine de önemli bir ana işaret etmektedir.
(...)
(...) ABD’yle Rusya hakiki düşman
değiller, ama rakipler ve her iki taraf da (...) işbirliğinin daha tercihe
şayan olduğunun farkında.
Bu yüzden bir anlaşma yapılması
lazım. Bunun için de bir arabulucuya ihtiyaç var.
Çin bununla ilgilenmiyor. Batı
Avrupalılar ise aşırı derecede ilgileniyorlar. Suudiler ve İranlılar ortaçağ
dünyasından kalma kan davalarıyla meşguller. Arap Birliği bir şaka. BM hep işe
yaramazdı.
Böyle bir ortamda Benyamin
Netanyahu arabulucu olarak devreye giriyor.
İsrail Başbakanı her iki taraf için
de kabul edilebilir bir oyuncu. (…)
Tıpkı Trump gibi Putin de aynı
nedenlerle İsrail’e saygı duyuyor. Suriye’ye müdahalesi sırasında gerek
Başbakan Netanyahu gerekse Savunma Bakanı Avigdor Lieberman’la Moskova arasında
kurulan bir açık hatla bunu gösterdi.
(…)
Başbakan Netanyahu, “Arap
Baharı”nın medya coşkusundan öte bir şey olmadığını, demokrasi getirmeyip
bölgeyi bir felakete sürükleyeceğinin farkındaydı. Obama yönetiminin Kahire’de
Müslüman Kardeşler yönetimini desteklemesinin yanlış yönlendirilmiş bir
politika olduğunu yüksek sesle dillendirmişti (ki bugün Suudiler bile Müslüman
Kardeşler’in bir terör örgütü olduğunu kabul ediyor).
Keza Netanyahu, İran’ın
saldırganlığının Ortadoğu’daki en akut problem olduğunda ısrar ederken de
haklıydı. Suudiler ve diğer Sünni Arap devletleri aynı sonuca vardıklarında
Netanyahu, Tahran’a karşı bir de facto cephe kurmak için perde
gerisinden onlarla iletişime geçti.
Tabii ki Başbakan, hiçbir menfaati
bulunmayan, tarafsız bir taraf değil. Kendi gündemi var:
Ürdün Nehri’nin batısındaki
topraklarda [yani Batı Şeria’da], Golan Tepeleri’nde ve Doğu Kudüs’te
İsrail kontrolünü sürdürmek; Arap ülkeleriyle tam anlamıyla egemen bir Filistin
devletinin kurulmasını içermeyen bir barış anlaşması imzalamak; İran’ı Suriye
ve Lübnan’dan çıkarmak; İranlılar Lübnanlı terör örgütü Hizbullah’a silah
teminini sonlandırana, Yahudilere karşı soykırımvari söylemlerinden vazgeçene
ve İsrail’i vurabilecek füzeler ve konvansiyonel olmayan savaş başlıkları
üretme çabalarından cayana kadar güçlü yaptırımları yeniden yürürlüğe
sokturmak.
Bu gündem, Amerikan ve Rus
politikasıyla aynen örtüşmüyor, ama her iki gücün temel menfaatleriyle de
çatışmıyor. Beyaz Saray’da her kim olursa olsun ABD, müttefiklerini ve petrol
sahalarını korumak, terör örgütlerinin köküne kibrit suyu dökmek ve bölgeyi
kontrolü altında tutmak istiyor ki bütün bu hedeflerini İsrail de aynen
paylaşıyor.
Ruslar kendilerini bir süper güçmüş
gibi dünyaya sunmak, Suriye’nin yönetimindeki (50 yıldır yatırım yaptıkları)
Esed ailesini desteklemek, Irak’taki petrolden kendi paylarını almak, kıpır
kıpır haldeki kendi Müslüman nüfusuna ilham kaynağı olabileceğini düşündüğü terörizmle
savaşmak ve en önemlisi Suriye/Tartus’taki Akdeniz donanma üssünü korumak
istiyorlar.
(…) İsrail, bu hedeflerini başarmış
bir Rusya’yla yaşayabilir, özellikle eğer ki Suriye bağımsız nüfuz alanlarına
bölünürse ve Esed’in egemenliği Suriye’nin kuzeybatısında bir derebeylikle
sınırlı kalırsa.
Dolayısıyla Netanyahu, bir makbul
adam, –Putin’in de Trump’ın da (veya Amerikan başkanı için işler hepten
kötüleşirse Başkan Yardımcısı Mike Pence’in de) saygı duyduğu– bir arabulucu
rolünde buldu kendisini. O artık tek kelimeyle vazgeçilmez biri.
Bu, dünyanın dikkatinden de
kaçmadı. Temmuz ayı başlarında Hindistan Başbakanı Narendra Modi Kudüs’ü
ziyaret etti, teröre karşı ittifak çağrısı yaptı, dikkat çekici bir şekilde
Batı Şeria’da bir Filistin devletine hiç değinmedi (ki bu, dünyanın en büyük
ikinci Müslüman nüfusuna sahip Hindistan’ın on yıllardır ateşli bir şekilde
desteklediği bir davaydı) ve ülkesini ziyaret etmesi için Netanyahu’ya “sıcak
bir davet” yaptı. Böyle bir davet, bundan sadece birkaç yıl öncesine kadar
ancak ve ancak jeopolitik bir bilim-kurgu olabilirdi.
Benzer bir değişim yeni Fransız
hükümetinden de geldi. (…)
Ortadoğu’nun [kaderini tayin edecek] karar
vericiler Washington ve Moskova olacak; işlerin yürüme şekli böyle. Ancak hiç
kimse, yüzyılda bir yaşanabilecek böyle bir kartların yeniden karılma sürecinin
dışında kalmak istemez – ve eğer ki İsrailli arabulucunun suyuna gitmek
anlamına geliyorsa bu, dünyanın ikinci lig güçlerinin kuvvetle muhtemeldir ki
gönüllü olarak ödemek isteyecekleri bir bedel olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder