3 TEMMUZ: BİR
DEVRİMİN SONU VE BİR DİĞERİNİN BAŞLANGICI
David
Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü;
eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle East Eye,
6.7.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Suudi Arabistan’ın 13 talebine uyması için Katar’a
verilen son tarihin, Mısır’da demokratik yoldan seçilen ilk cumhurbaşkanını
deviren askeri darbenin dördüncü yıldönümü olan 3 Temmuz’a denk düşmesi bir
tesadüf değil.
Bu iki tarih arasındaki bağlantı, Suudi ve BAE rejiminin
propagandacıları tarafından da açık açık zikredildi. 2 Temmuz’da Dubai’nin eski
emniyet müdürü Dâhî Halfan Temim şu twiti attı: “3 Temmuz’da Mursi devrildi.
Yine 3 Temmuz’da Katar da devrilecek. Bu bir tesadüf olabilir mi?”
Bir hafta evvel de Suud’a ait el-Arabiya
televizyonunun eski genel müdürü Abdurrahman er-Reşîd, Katar’la ilgili şunları
yazdı: “[Katar] Bu çatışmanın ‘Safvan Çadırı’nda yaşanana benzer olacağı
yönünde tehdit ve uyarılarda bulunuyor; ama biz bunun Doha için ‘Rabia
Meydanı’ndakine benzemesinden korkuyoruz!” [Z.T.K. “Safvan Çadırı”
ABD’nin 1991 Körfez Savaşı’nın sonunda Saddam rejimiyle teslimiyet anlaşmasını
imzaladığı çadırdır]
Bir müttefik Ağustos 2013’te Mısır’ın Rabia Meydanı’ndaki
gibi –İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün deyimiyle “insanlığa karşı suça benzer”–
bir katliam işlediğinde normal tepki kendisini ondan uzaklaştırmak olur.
Ama normal zamanlardan geçmiyoruz. Mısır’daki darbenin
sponsorları, olan bitenle övünmekle kalmıyor, üstelik bir de söz dinlemez dik
başlı Körfez komşusuna karşı da aynı taktikleri kullanmakla tehdit ediyor.
Onlar birer iktidar sarhoşu. Ellerine büyük bir sopa
geçirdiklerinde herkesin korkudan sinmesini bekliyorlar. Tıpkı daha evvel
Bahreyn’de yaşandığı gibi. Ama Katar şimdiye kadar boyun eğmedi.
Son fasıl
3 Temmuz 2013 herkes için bir dönüm noktasıydı. Gençler
ve Tunus ile Mısır diktatörünü devirmiş güçler için bu, bir ezici darbeydi.
Abdülfettah es-Sisi’yi destekleyen Körfez monarşileri
içinse bu, mutlak iktidarlarına payanda olacak, seçimleri veya herhangi bir
çeşit parlamenter hesap verebilirliği bir sonraki on yıla itip erteleyecek ve
onları servetleriyle baş başa bırakacak karşı-devrimin bir başlangıcıydı.
Geçen sene Türkiye’deki askeri darbe kalkışması ve bugün
de Katar’a karşı kampanya, dört sene evvel başlamış bir operasyonun son
faslından başka bir şey değil.
Katar, Mısır’da ve bölgenin diğer yerlerindeki siyasi
muhalifleri destekledi. El-Cezire’nin yayınlarıyla Arap Baharı’nın sesi
oldu. Dolayısıyla Katar’ı susturmak, tam dört yıldır devam eden operasyonun
başarısı için merkezî önemde. Bugünkü abluka ve yaptırımların ardındaki itici
güç işte tam da bu.
Suud, BAE ve Mısır, bu kampanyanın teröristlerin
finansmanını sona erdirme amacı taşıdığında ısrar ettikçe, kendi devletlerinin
el-Kaide ve İslam Devleti örgütüyle gizli ittifaklarına dair halının altına
süpürmeyi istedikleri kanıtlar o kadar fazla ifşa oluyor.
17 Nisan 2012 tarihli gizli bir Suudi İçişleri Bakanlığı
belgesine göre, Suudi Arabistan’da idam sırası bekleyen 1239 mahkûmun Prens
Bender bin Sultan tarafından “Suriye’ye cihada gitme” şartıyla serbest
bırakıldığını daha evvel yazmıştım. [Bu yazının tercümesi için TIKLAYINIZ]
5 Temmuz günü Middle East Eye, bu yılın 3
Şubat’ına ait, Mısır’ın Suudi Arabistan, Yemen, Libya ve Afganistan-Pakistan’daki
IŞİD yapılanmalarını BM’nin yaptırım uygulanacak kişiler ve örgütler listesine
eklenmesi için ABD’nin yaptığı teklifi engellediğine dair BM belgelerini
yayınladı. Mısır aynı girişimi geçtiğimiz mayıs ayında da durdurdu.
Konuyla ilgili olarak, LSA Ortadoğu Merkezi’nde misafir
öğretim üyesi olan Prof. Madavi er-Reşîd bu, Suudi Arabistan’ın kendi terörizm
problemine dikkatlerin odaklanmasını istememesinin “klasik bir örneği” dedi.
Mübarek’i geri getirmek
Dört sene evvel Mursi’nin görevini bırakması talebiyle 30
Haziran’da sokaklara dökülen Mısırlılar, orduyu ve Sisi’yi bir istikrar kaynağı
olarak görmüşlerdi. Ancak bugün Mısır, çok daha istikrarsız, çok daha zayıf ve
her bakımdan daha fakir durumda.
Nüfusun %30 ila %40’ı günlük 2 dolar veya altında bir
ücretle ayakta kalmaya çalışıyor. Mayıs ayında enflasyon son 30 yılın en yüksek
oranı olan %30’a çıktı. Son üç yılda akaryakıt fiyatları %200 arttı. 3 Temmuz
2013’te 1 Amerikan dolarının değeri 6 Mısır cüneyhinden daha az iken bugün 18
cüneyhi de aşmış durumda. %12,4 olarak ilan edilen resmi işsizlik oranı hızla artarken
aslında gerçek işsizlik bundan çok çok daha fazla.
Bu, üç Körfez ülkesi Suudi Arabistan, BAE ve Kuveyt’in
şimdiye kadar en az 50 milyar dolar akıttığı ve ayrıca 12 milyar dolarlık bir
kurtarma paketi için de IMF’yle anlaşma yapmış bir ülkenin hal-i pürmelâli.
Dört yıldır devam eden Sisi’nin demir yumruklu
yönetiminin insani maliyeti de yüksek. İşte size Arap İnsan Hakları Örgütü’ne
göre uygulanan baskının bilançosu: 2934 yargısız infaz, 1000’i henüz reşit
olmamış toplamda 58.966 keyfi tutukluluk, 30.177 mahkemelerin verdiği
mahkûmiyet, 6863 askeri yargılama, siyasi sebeplerle 8 idamın infazı ve 11’inin
de idam sırasını beklemesi. Sina Yarımadası’nda şimdiye kadar 3446 sivilin
öldürülmesi, 5766’sının gözaltına alınması ve Gazze’yle sınır boyunca tampon
bölge inşa etmek için 2500 evin yıkılması.
Mursi’ye karşı Sisi darbesine destek olanların çoğu ya
ülkeden kaçtı ve şu an sürgünde yaşıyor ya da hapse atıldı. Tahrir Meydanı’nı
dolduran ve Mursi döneminde önemli bir yer tutan laiklerle İslamcı güçler arasındaki
derin çatlak, bugün artık her iki kesimin de siyaseten zulme uğrayanlar
kervanına katılmasıyla anlamsızlaşmış durumda. Mısır yönetimi 21 internet
sitesine erişimi engellediğinde Müslüman Kardeşler destekçisi olmayan, bağımsız
solcu site Mada Masr da bunlar arasında yer aldı.
Bugünlerin devlet düşmanı ise, ocak ayında
Kızıldeniz’deki insansız iki adanın Suudi Arabistan’a devrine ilişkin hükümet
planına karşı açılan davayı savunarak dikkatleri üzerinde toplayan, önde gelen
insan hakları avukatlarından Halid Ali. O, “genel ahlakı ihlal”den gözaltına
alınırken, üyesi olduğu Ekmek ve Özgürlük Partisi’nin 8 mensubu da –parti
avukatına göre– “devlete karşı insanları kışkırtmak için sosyal medyayı kötü
amaçlı kullanmak” ve “cumhurbaşkanına hakaret”ten tevkif edildi.
Şu sıralar Hüsnü Mübarek’in veyahut oğlu Cemal’in tekrar
başa gelmesi için çağrılar yapılması hiç de ironik değil. Zira Mübarek,
–rüşvetle satın alınabilen, ahmak ve eli kana bulanmış Sisi’ye kıyasla–
becerikli bir oligark olarak hatırlanıyor.
Hikâyenin diğer yüzü
Mısır bugün dizleri üzerine çökmüş durumda; kötü
yönetimle o denli zayıfladı ki bir daha belini doğrultamayabilir. Ama bu
hikâyenin sadece bir yüzü.
Arap dünyasında 2011 isyanlarının üstesinden gelemediği
ana fay hattı, servet dağılımıyla yaratılmıştı. Her ikisi de adam kayırmacılık
ve yolsuzluklarla felce uğrayan petrol zengini Irak ve Cezayir hariç, Arap
dünyasında servet bir tarafta, büyük halk kitleleri diğer tarafta [ZT.K.
yani doğal kaynak zengini ülkelerin nüfusu az, nüfusu çok olanlar da zengin
doğal kaynaklardan mahrum]. Arap dünyasının zengin kesimi servetlerini
kendi halklarına yatırmadığı takdirde Arap Baharı’nın başarısızlığa mahkûm
olması mukadderdi. Bu, bugün ne kadar şiddetle hissediliyorsa 2011’de de aynen
öyleydi.
En zengin Arap ülkelerine bakmak, servetlerinin miktarı
ve bunun kime harcandığı karşısında dehşet içinde donakalmaya yol açar. Devlet
varlık fonları sıralaması bu bakımdan ilginç bir hikâye. Öncelikle ortada
muazzam bir servet var; Körfez İşbirliği Konseyi’ne üye ülkelerin varlık fonu
2,8 trilyon dolara tekabül ediyor. Nüfusu çok az [olduğundan kişi başına
düşen milli gelir bakımından dünyada birinci sırada] olsa da Katar, sahip
olduğu 320 milyar dolarlık fonla aslında mütevazı bir oyuncu. Suudi Arabistan,
BAE, Kuveyt ve Bahreyn’in varlıklarının değeri ise toplamda 2,53 trilyon
dolar.
Daha yakından bakıldığında, bu fonların nispî
büyüklükleri konusunda akla yatmayan mantıksız bir şey var. BAE’ye ait 6 varlık
fonu toplamda 1,3 trilyon dolara ulaşırken Suud’un en yüksek iki fonu ise onun
yarısı olan 679 milyar dolar kadar. Aslında bunun tam tersini bekliyor
olmalısınız. Zira Ortadoğu’daki 5 büyük aile dünya petrolünün %60’ına sahip ve
Suudi ailesi bunun üçte birinden fazlasını kontrol ediyor.
Suudi parasını takip etmek
Bulmaca işte bu. Cevabı da Suudi devlet muhasebesinin
kara deliğinde yatıyor olabilir ki bu, Suud devlet petrol şirketi ARAMCO’nun
%5’lik hissesinin satışa çıkartılmasıyla birlikte New York ve Londra
borsalarındaki avukatların araştırmak isteyebilecekleri bir konu.
2003 yılında eski CIA görevlilerinden Robert Baer, bu
konuda yazdığı bir kitapta, Suudi kraliyet ailesinin 30.000 kişiden oluştuğunu
varsaymış ve bunlardan 10.000 ila 12.000’inin kraliyetten 800 ile 270.000 dolar
arasında bir aylık aldığını yazmıştı. 14 sene öncesine ait olan bu rakamlar o
dönemden bugüne bir hayli artmış olmalı.
Bugün Suudi ailesini finanse etmenin maliyeti, Genel
İstatistik Müdürlüğü’nün her sene yayınladığı istatistik yıllığında yer alan
hükümet gelirlerindeki sihirli değişime bir göz atarak anlaşılabilir. Değişken
rakamları dikkatle inceleyen the Arab Digest mayıs ayındaki
yayınında, yıllık ortalama 133 milyar dolar gibi devasa miktarda bir paranın
devlet kasalarından kaybolduğunu iddia ediyor.
ARAMCO hisselerinin önümüzdeki süreçte satışa
çıkarılmasıyla ilgili New York ve Londra borsalarında zaruri olan şeffaflık,
Amerikan yönetiminin Suudi müttefikiyle ilgili kendi kendine sorduğu merkezi
bir soruya hiç de hoş karşılanmayan bir ışık tutuyor: Suudi Ailesi acaba
kaymağın ne kadarını kendine ayırıyor?
Yabancı işçileri vergilendirme
Onlar tabii ki bu parayı kendi insanları için
harcamıyorlar ve yabancı işçiler gibi farklı gelir kaynakları bulmak için
uğraşıp didiniyorlar. Buna göre, 11 milyona varan yabancı işçi, Suudi
Arabistan’a giriş vizesi alma şartı olarak, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin [Z.T.K
aile bireyleri de diyebiliriz] bu ülkede yaşayabilmesi için önceden para
ödemek zorunda kalacak. Bu sene her yabancı, bu tür her bir kişi başına 319
dolar ödeyecek ve bu rakam 2020’ye kadar 1070 dolara çıkacak.
Zannedilenin aksine, bunların çoğu zengin yabancı İngiliz
değil, Arap dünyasından ve Hint alt kıtasından gelen düşük ücretli işçiler. Bu
parayı ödemek yerine, ailelerini ülkelerine geri göndereceklerdir, tıpkı Suudi
Arabistan’da kazandıkları paraları yolladıkları gibi. Dolayısıyla Suudi devleti
iki kat kaybedecektir.
Sadece bu yılın ilk çeyreğinde net dış varlıklar 36
milyar dolar azaldı. Ağustos 2014’te 737 milyar dolar olan dış varlıkların
değeri, Aralık 2016’da 529 milyar dolara düştü.
Bu, çok geniş çaptaki yolsuzluğun bir kanıtı olup
kraliyet ailesinin alıştığı hayat tarzını sürdürmesi uğruna devlet kasalarının
oluk oluk para kaybettiğini gösteriyor.
Gel devrim gel
Arap dünyasının zengin ülkeleri Suudi Arabistan ve
BAE’nin, 2011’de bambaşka bir karar alarak, karşı-devrimlere ve bir on yıl daha
baskı ve zulme yatırım yapmak yerine demokrasiye ve insana/halklara yatırımı
tercih ettiğini bir hayal etsenize…
Bölgenin şimdiye kadar gördüğü ilk serbest seçimlerin
ardından iş başına gelen hükümetlerin bağışçılar konferansına veya bir Marshall
Planı’na ihtiyaç duymadığını bir düşünsenize. Çünkü ortada zaten para vardı.
Tek ihtiyaç duyulan şey, Arap dünyasının bir parçasının diğerine güven duyup
orada yatırım yapmasıydı. Ama “kardeş” kelimesini çokça kullanan bir kültür
için kardeşliğin fiiliyata dökülmesi son derece yetersiz.
Suudiler 500 milyar dolara varan bir parayı Amerikan
silahlarına yatırma taahhüdü altına girdi. Donald Trump, Suud’a son derece
minnettar. O denli müteşekkir ki gerçek anlamda bir seçimin yapıldığı, gerçek
bir meclisin oluştuğu ve sendelese de işleyen bir demokrasinin olduğu tek Arap
devleti Tunus’a Amerikan yardımlarını kesme kararı aldı. Oysa Tunus’ta yabancı
yatırımlar aşırı derecede yetersiz. Zaten cüz’i olan 177 milyon dolarlık dış
yardım yerine şimdi artık sadece ve sadece 54,4 milyon dolar alacak. Mısır ve
Ürdün gibi bölgenin otokrat rejimlerine yapılan Amerikan yardımındaki düşüş ise
–Tunus’a kıyasla– çok çok az. İsrail’in ABD’den aldığı 3,1 milyar dolarlık
yardım ise hiç kesintiye uğramadan aynen devam ediyor. Trump yönetimi altında
Amerikan değerlerini bu rakamlardan daha iyi hiçbir şey ortaya dökemez.
Ama zengin ve güçlü ülkeler baskı ve zulme yatırım
yapmayı yeğlediler. Mısır darbesinden dört yıl sonra bugün milyonlarca Sünni
evsiz. Irak’ın ikinci büyük şehri olan Musul harabeye dönmüş durumda. Suud’un
kapı eşiğindeki Yemen’de kolera salgını baş gösterdi. Suudi öncülüğündeki
koalisyonun yürüttüğü 27 aylık savaşla yıkılan Yemen’de en az 10.000 kişi
öldürüldü, 3,1 milyon kişi ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı ve 14,1
milyon Yemenli açlık tehdidiyle karşı karşıya.
Acaba bu kıyım kraliyetin güney sınırını çok daha güvenli
hale mi getirdi? Bütün bu tecrübelerden sonra acaba Yemenliler Suudilere
minnettar mı?
Mısır’da olan, bölgenin tamamında var. Tam da Suudilerin
ve BAE’lilerin zafer kazandıkları noktada, aslında müstakbel bir devasa yeni
devrimci dalganın tohumlarını ekiyorlar. Bu defa yeni dalga demokrasi, hukuk
devleti ve pasif direnişe dayanmayacak. Kendi kendisini dizginler veya kontrol
edilebilir bir dalga da olmayacak. Ama önünde sonunda gelip vuracak.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil"Ama “kardeş” kelimesini çokça kullanan bir kültür için kardeşliğin fiiliyata dökülmesi son derece yetersiz." Ne acı.. Yazık bize..
YanıtlaSil"Çünkü ortada zaten para vardı. Tek ihtiyaç duyulan şey, Arap dünyasının bir parçasının diğerine güven duyup orada yatırım yapmasıydı." Ne kadar da doğru...
YanıtlaSil