2 Ağustos 2017 Çarşamba

J.JEFFREY&S.HENDERSON: KATAR KRİZİ: EN KÖTÜ DURUM SENARYOSU



KATAR KRİZİ: EN KÖTÜ DURUM SENARYOSU

James Jeffrey & Simon Henderson (ABD’nin eski Irak ve Türkiye büyükelçisi & Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü Körfez ve Enerji Politikası program direktörü)
The Cipher Brief, 6.7.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…) Körfez’deki kriz hiçbir yatışma emaresi göstermiyor. (…)
Krizin kökenleri onlarca yıl, muhtemelen ana oyunculara göre nesiller öncesine kadar geri gidiyor; ancak mayıs ayında niçin bir anda alevlendiği (…) net değil. Katar Emiri Temim’in İran yanlısı yorumlarının güya gerekçe olarak öne sürülmesi son derece tartışmaya açık. Geriye dönüp bakıldığında her iki taraf da aylardır böyle bir bölünmenin hazırlıklarını yapmışa benziyor.
Komşular arasında bu denli havadan sudan bir ergen kavgası, eğer Afrika veya Güneydoğu Asya’da çıksaydı sonuçları çok da önemli olmayabilirdi; ama sözkonusu Körfez olduğunda iş değişiyor. Zira Suudi Arabistan dünyanın en büyük petrol, Katar’da en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatçısı. İhtilafın doğrudan tüm tarafları Washington’ın müttefikleri. Dahası Rusya ve İran gibi dostane olmayan ülkeler krizden nemalanmaya hazır şekilde kenarda bekliyor.
Eğer Suudiler ve BAE’liler de Katarlılar da geri adım atmazlarsa ve bu arada ABD de Başkan Trump’ın Riyad’a meyletmesi ile üst düzey yetkililerin [Z.T.K. Dışişleri ve Savunma Bakanlarını vs. kastediyor] Suudi adımlarından endişe duyması arasında bocalamaya devam eder ve böylelikle bu krizin tavizlerle yatışması için arabulmanın bir yolunu bulamazsa, kriz metastaz olup yayılabilir. Suudiler ve BAE’liler, Katar’la ticaret yapan devletlere ikincil bir boykota kalkışabilir ve/ya deniz ablukası veya sınırda seferberlik tehdidiyle askeri baskıyı artırabilir. Ortadoğu uzmanı Theodore Karasik’in 2 Temmuz’daki haberine göre, Doha’ya yönelik doğrudan bir askeri harekât, eğer Türkiye daha evvel planlanmış bir tatbikat çerçevesinde Katar’a askeri birliklerini yollamasa düşünülebilirmiş. Foreign Policy dergisinin geçen hafta dikkat çektiği üzere, Katar dışişleri bakanı, ülkesinin “yasadışı abluka” olarak tanımladığı kuşatmaya karşı yasal mercilere müracaat edeceğinden bahsetti.
Dolayısıyla Suudilerin ve BAE’lilerin daha ileri herhangi bir adım atması, eğer ki uzlaşma için tüm yolların kapalı olduğunu hissederse, Katar’ın dramatik bir tepkisine yol açabilir. Atılacak en aşikâr adım, Katar’ın BM Güvenlik Konseyi’ne başvurması. Bu, otomatikman Konsey’in daimi üyesi Rusya’nın, Suriye’de iki yıl evvel başarıyla yaptığı üzere, bu defa da Körfez meselelerine doğrudan müdahalesine kapı aralayacaktır.
Bu ayrıca ABD’yi zor bir duruma sokacaktır. ABD ya bocalamaya devam ederek BM’nin adımını engelleyecektir ya da krizi çözmek için meseleye ciddi bir şekilde angaje olacaktır. Eğer ikincisini yaparsa mutlu bir son mümkündür; yoksa Katar, Amerikan merkezli bölgesel güvenlik düzenini desteklemekten herhangi bir çıkarı bulunmayan Rusya ve İran gibi güçlü aktörlerle diplomatik kartlarını oynayabilir. Bir yüzyıl evvel Osmanlı varlığının çok da mutlu olmayan hatıraları Doha’da körelmiş durumda. Şimdilerde Türkiye faydalı bir ortak ve Ankara Katar’daki Türk üssünün kapatılmasına ilişkin Suudi-BAE çağrılarına son derece öfkelenmiş durumda.
Daha da tehlikeli bir gidişat, Katar’ın askeri kartlarını oynaması olacaktır. İşe, Katar’la 1992 ve 2013 tarihli güvenlik işbirliği anlaşmaları olan ve buna dayanarak Udeyd Hava Üssü’nü hayati bir bölgesel saldırı ve komuta-kontrol merkezi olarak kullanan ABD’yle başlayabilir. Bu tür anlaşmalar, ev sahibi ülkenin bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kalması halinde ABD’yi yardıma “çağırabileceği”ni alenen veya zımnen içermektedir. Müphem olsa ve hukuken bağlayıcılık taşımasa da (ABD-Irak Stratejik Çerçeve Anlaşması’ndaki gibi) bu tür taahhütlerin acil durumlarda devreye sokulması çağrıları yapılmakta, tıpkı 2014’te IŞİD’in Irak’taki saldırıları sırasında olduğu gibi.
Bu krizde Amerikan politikası anlaşılmaz olsa da Katar’ın tarafını tutmayacağı aşikâr. Ancak bu durum Katar’ı, tam da IŞİD’e karşı buradan yürütülen operasyonlar kritik bir noktaya ulaşmışken, Udeyd Üssü’nü ABD’nin kullanmasını sınırlandırmaya sevk edebilir. Çok daha önemlisi Katar, eğer ki kendisini köşeye sıkıştırılmış hissederse ve BM veya ABD’den yardım alamazsa, tamamen kendi egemen hakları çerçevesinde, askeri yardım için Rusya ve/ya İran’a yüzünü dönebilir. ABD’nin bu tür bir askeri adımı engellemeye çalışacağı fikri absürt; bu, Rus güçlerini Körfez’e yerleştirecek ve İran birliklerini de Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın Doğu Vilayeti’ndeki Şii nüfusa daha da yaklaştıracak olsa bile.
Suudiler ve BAE’liler bu tür bir sonucu öngörebilecek tecrübeli diplomatlara sahiptiler, ama yine de Katar’a boykota devam ettiler. Belki de bu, kilit rolleri diplomat olmayanların üstlenmesinin bir yansımasıdır: Suudi Arabistan’da yükselişi bu krize tesadüf eden yeni Veliaht Prens Muhammed bin Salman, BAE’de hırslı Veliaht Prens Muhammed bin Zayid ve Katar’da Temim’in babasının yönetimde hala varlığını sürdürmesiyle Oğul Emir ve Baba Emir kombinasyonu.
Belki de Muhammed bin Salman ve Muhammed bin Zayid, Katarlıların geri adım atacağını düşünmüş olabilir; ama belki de Trump yönetiminin Katar’a herhangi bir dış desteğe karşı diplomatik ve askeri açıdan siper olacağını da hesap etmiş olabilirler. Eğer öyleyse bu bir hesap hatası. Zira Suudi-BAE inisiyatifinin şekli ve gerekçelerine ilişkin ABD’nin anlaşılabilir endişeleri ve Udeyd Hava Üssü’ndeki askeri yükümlülükleri dışında Washington, Suriye’de olduğu gibi, bir ulus-devlete hükümeti/rejimi aleyhine doğrudan müdahale etmekte epeydir isteksizlik duyuyor.

Böyle bir vahim senaryo gerçekleşmese bile sadece bu ihtimalin varlığı dahi bölgenin bu krizle ne denli tehlikeli bir noktaya ulaştığını gösteriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder