KATAR KRİZİ: EN
KÖTÜ DURUM SENARYOSU
James Jeffrey
& Simon Henderson (ABD’nin eski Irak ve Türkiye büyükelçisi &
Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü Körfez ve Enerji Politikası
program direktörü)
The Cipher
Brief, 6.7.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
(…) Körfez’deki
kriz hiçbir yatışma emaresi göstermiyor. (…)
Krizin kökenleri onlarca yıl, muhtemelen ana oyunculara
göre nesiller öncesine kadar geri gidiyor; ancak mayıs ayında niçin bir anda
alevlendiği (…) net değil. Katar Emiri Temim’in İran yanlısı yorumlarının güya
gerekçe olarak öne sürülmesi son derece tartışmaya açık. Geriye dönüp
bakıldığında her iki taraf da aylardır böyle bir bölünmenin hazırlıklarını
yapmışa benziyor.
Komşular arasında bu denli havadan sudan bir ergen
kavgası, eğer Afrika veya Güneydoğu Asya’da çıksaydı sonuçları çok da önemli
olmayabilirdi; ama sözkonusu Körfez olduğunda iş değişiyor. Zira Suudi
Arabistan dünyanın en büyük petrol, Katar’da en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz
(LNG) ihracatçısı. İhtilafın doğrudan tüm tarafları Washington’ın müttefikleri.
Dahası Rusya ve İran gibi dostane olmayan ülkeler krizden nemalanmaya hazır
şekilde kenarda bekliyor.
Eğer Suudiler ve BAE’liler de Katarlılar da geri adım
atmazlarsa ve bu arada ABD de Başkan Trump’ın Riyad’a meyletmesi ile üst düzey
yetkililerin [Z.T.K. Dışişleri ve Savunma Bakanlarını vs. kastediyor]
Suudi adımlarından endişe duyması arasında bocalamaya devam eder ve
böylelikle bu krizin tavizlerle yatışması için arabulmanın bir yolunu
bulamazsa, kriz metastaz olup yayılabilir. Suudiler ve BAE’liler, Katar’la
ticaret yapan devletlere ikincil bir boykota kalkışabilir ve/ya deniz ablukası
veya sınırda seferberlik tehdidiyle askeri baskıyı artırabilir. Ortadoğu uzmanı
Theodore Karasik’in 2 Temmuz’daki haberine göre, Doha’ya yönelik doğrudan bir
askeri harekât, eğer Türkiye daha evvel planlanmış bir tatbikat çerçevesinde
Katar’a askeri birliklerini yollamasa düşünülebilirmiş. Foreign Policy dergisinin
geçen hafta dikkat çektiği üzere, Katar dışişleri bakanı, ülkesinin “yasadışı
abluka” olarak tanımladığı kuşatmaya karşı yasal mercilere müracaat edeceğinden
bahsetti.
Dolayısıyla Suudilerin ve BAE’lilerin daha ileri herhangi
bir adım atması, eğer ki uzlaşma için tüm yolların kapalı olduğunu hissederse,
Katar’ın dramatik bir tepkisine yol açabilir. Atılacak en aşikâr adım, Katar’ın
BM Güvenlik Konseyi’ne başvurması. Bu, otomatikman Konsey’in daimi üyesi
Rusya’nın, Suriye’de iki yıl evvel başarıyla yaptığı üzere, bu defa da Körfez
meselelerine doğrudan müdahalesine kapı aralayacaktır.
Bu ayrıca ABD’yi zor bir duruma sokacaktır. ABD ya bocalamaya
devam ederek BM’nin adımını engelleyecektir ya da krizi çözmek için meseleye
ciddi bir şekilde angaje olacaktır. Eğer ikincisini yaparsa mutlu bir son
mümkündür; yoksa Katar, Amerikan merkezli bölgesel güvenlik düzenini
desteklemekten herhangi bir çıkarı bulunmayan Rusya ve İran gibi güçlü
aktörlerle diplomatik kartlarını oynayabilir. Bir yüzyıl evvel Osmanlı
varlığının çok da mutlu olmayan hatıraları Doha’da körelmiş durumda. Şimdilerde
Türkiye faydalı bir ortak ve Ankara Katar’daki Türk üssünün kapatılmasına
ilişkin Suudi-BAE çağrılarına son derece öfkelenmiş durumda.
Daha da tehlikeli bir gidişat, Katar’ın askeri kartlarını
oynaması olacaktır. İşe, Katar’la 1992 ve 2013 tarihli güvenlik işbirliği
anlaşmaları olan ve buna dayanarak Udeyd Hava Üssü’nü hayati bir bölgesel
saldırı ve komuta-kontrol merkezi olarak kullanan ABD’yle başlayabilir. Bu tür
anlaşmalar, ev sahibi ülkenin bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kalması
halinde ABD’yi yardıma “çağırabileceği”ni alenen veya zımnen içermektedir. Müphem
olsa ve hukuken bağlayıcılık taşımasa da (ABD-Irak Stratejik Çerçeve
Anlaşması’ndaki gibi) bu tür taahhütlerin acil durumlarda devreye sokulması
çağrıları yapılmakta, tıpkı 2014’te IŞİD’in Irak’taki saldırıları sırasında
olduğu gibi.
Bu krizde Amerikan politikası anlaşılmaz olsa da Katar’ın
tarafını tutmayacağı aşikâr. Ancak bu durum Katar’ı, tam da IŞİD’e karşı
buradan yürütülen operasyonlar kritik bir noktaya ulaşmışken, Udeyd Üssü’nü
ABD’nin kullanmasını sınırlandırmaya sevk edebilir. Çok daha önemlisi Katar,
eğer ki kendisini köşeye sıkıştırılmış hissederse ve BM veya ABD’den yardım
alamazsa, tamamen kendi egemen hakları çerçevesinde, askeri yardım için Rusya
ve/ya İran’a yüzünü dönebilir. ABD’nin bu tür bir askeri adımı engellemeye
çalışacağı fikri absürt; bu, Rus güçlerini Körfez’e yerleştirecek ve İran
birliklerini de Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın Doğu Vilayeti’ndeki Şii
nüfusa daha da yaklaştıracak olsa bile.
Suudiler ve BAE’liler bu tür bir sonucu öngörebilecek
tecrübeli diplomatlara sahiptiler, ama yine de Katar’a boykota devam ettiler.
Belki de bu, kilit rolleri diplomat olmayanların üstlenmesinin bir
yansımasıdır: Suudi Arabistan’da yükselişi bu krize tesadüf eden yeni Veliaht
Prens Muhammed bin Salman, BAE’de hırslı Veliaht Prens Muhammed bin Zayid ve
Katar’da Temim’in babasının yönetimde hala varlığını sürdürmesiyle Oğul Emir ve
Baba Emir kombinasyonu.
Belki de Muhammed bin Salman ve Muhammed bin Zayid,
Katarlıların geri adım atacağını düşünmüş olabilir; ama belki de Trump
yönetiminin Katar’a herhangi bir dış desteğe karşı diplomatik ve askeri açıdan
siper olacağını da hesap etmiş olabilirler. Eğer öyleyse bu bir hesap hatası.
Zira Suudi-BAE inisiyatifinin şekli ve gerekçelerine ilişkin ABD’nin
anlaşılabilir endişeleri ve Udeyd Hava Üssü’ndeki askeri yükümlülükleri dışında
Washington, Suriye’de olduğu gibi, bir ulus-devlete hükümeti/rejimi aleyhine
doğrudan müdahale etmekte epeydir isteksizlik duyuyor.
Böyle bir vahim senaryo gerçekleşmese bile sadece bu
ihtimalin varlığı dahi bölgenin bu krizle ne denli tehlikeli bir noktaya
ulaştığını gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder