DOĞU ASYA’DAKİ MEYDAN OKUMA: AŞIRI MİLLİYETÇİLİĞE DİRENİŞ
Shihoko Goto (Kuzeydoğu Asya uzmanı Woodrow
Wilson Uluslararası Akademisyenler Merkezi kıdemli üyesi)
Japan Times, 1.8.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Küreselleşme, dünyanın
birçok bölgesinin aksine, Doğu Asya’da kirli bir kelime değil. En azından
şimdilik.
Bu demek değil ki Japonya,
Güney Kore veya hatta Çin gibi ülkeler bugün ABD ve Avrupa’nın yüzleştiği
meydan okumaların bir kısmıyla karşı karşıya değil. İşlerini kaybetmekten tutun
yabancı rekabete ve çalışmanın doğasını değiştiren artan otomasyona kadar Asya
kıtası da hızla değişen, birbiriyle bütünleşmiş bir dünyanın son derece hakiki
tehditleriyle yüzleşiyor.
Bununla birlikte Asya
Pasifik’te küreselleşme karşıtı gösteriler hâlâ daha nadirattan. Zira iktisadi
büyümenin ihracatı güçlü tutmakla birebir bağlantılı olduğuna dair gayet geniş
bir uzlaşma sözkonusu.
“Yakın çevre”den şüphelenme
Bölgedeki birçok oyuncu,
dünyanın geri kalanıyla çok daha yakın ilişkiler geliştirme heveslisiyken
aynısını “yakın çevre”leri için istedikleri söylenemez. Çok az Asya ülkesi,
komşularla yakın ilişkiler geliştirmeyi benimsiyor ve/ya komşulardan insan ve
sermaye akışını hoş karşılıyor. Aslında daha fazla sınır-aşan bir topluma doğru
kayış endişeleri, Batı’daki gibi küreselleşme karşıtı protestolar şeklinde
değil, bundan çok daha tedirgin edici bir karakter kazanarak, milliyetçiliğin
kabarması ve daha da kötüsü tarihin siyasallaşması üzerinden tezahür ediyor.
Asya ülkelerinin beliren son
derece hakiki ortak tehditler karşısında daha fazla birleşmeleri mantıklı olanken,
böylesi bir aksi gelişme hayli şaşırtıcı. Sözkonusu tehditler; istikrarsız
nükleer Kuzey Kore’yle baş etmek ve Çin’in artan militarizmini idare etmekten tutun
bölgesel iktisadi gücü tüketme korkusuyla yüzleşmeye kadar geniş bir yelpazede
uzanıyor.
Ortak tehditler çok olsa da
bunlara karşı yekvücut olma isteği Doğu Asya ülkeleri arasında hiç ama hiç
gelişmemiş durumda. Aslında son dönemdeki temayül, daha büyük sınır-aşan
işbirliği fırsatları aramaktansa, ülkelerin daha da içe çekilip farklılıklarına
odaklanmaları yönünde gelişti.
Amerikan Barışı’nı
sorgulamak
Bölgesel istikrar ve refah
için kritik önemdeki Pax Americana’ya (Amerikan Barışı’na) olan güvenin
sarsılması ise işleri daha da beter etti.
Mesela bugün Tokyo ile Seul
arasındaki ilişkilerin her zamankinden çok daha güçlü olması gerektiğine hiç
şüphe yok. Bu, Kuzey Kore’nin tam teşekküllü bir nükleer güç olma ihtimalinin
ve askerî kapasitesini Doğu Asya ve ötesinde kullanma istekliliğinin iyice
arttığı bir ortamda gayet tabii bir sonuç olmalı.
Ne de olsa –askerî
analizcilerin, Pyongyang [yani Kuzey Kore] yönetiminin Amerikan ana
kıtasına saldıracak teknolojiyi ne zaman geliştirebileceği üzerinde kafa
yorduğu ABD’nin aksine– Kim Jong Un’un rejimi, herhangi bir anda Japonya ve
Güney Kore’ye saldırma yeteneğine çoktandır sahip. Zaten düzenli olarak bu
yönde tehditler savurup duruyor.
Her iki ülkenin [Japonya
ve Güney Kore’yi kastediyor] karşı karşıya olduğu iktisadi sorunlar da
oldukça ciddi. Bu sorunlar, hükümetlerinin bütçe dengelerini zorlayan giderek yaşlanan
bir toplumla boğuşmaktan tutun, imalat sektörüne daha az bağımlılık tehdidiyle
yüzleşmeye ve -her şeyden önce Güney Korelilerin ve Japonların iş yapış
biçimlerinde geniş kapsamlı değişiklikler gerektiren- hizmet sektörlerinin
rekabetçiliğini desteklemeye kadar çeşitlilik arz ediyor.
Geçmişin hayaleti
Ancak bütün bu acil meydan
okumaların ortasında, Japonya-Güney Kore ilişkilerinde uzlaşmanın önündeki en
büyük çekişme konularından biri, Japonya’nın Kore’deki sömürge yönetimine [1910-1945]
kadar geri giden geçmiş trajedilerle nasıl yüzleşeceği.
Tokyo hala daha kendi
emperyal geçmişinin yanlışlarını itiraf etmekte zorlanıyor. Seul ise her
hükümet değişimiyle birlikte, takdim edilen özürlerin samimiyetini ölçme
kıstasını değiştirmeye devam ediyor.
Dahası, Washington daha
evvel Batı yanlısı bu iki ülke arasında daha yakın ilişkiler kurulmasının
aracılığını hem alenen hem de gizlice yürütmeye çalışsa da, Başkan Donald
Trump’ın yönetimi altında ABD’nin Japonya Başbakanı Şinzo Abe ile yeni seçilen
Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in arasında bir uzlaşmaya rehberlik etmesi pek
de muhtemel görünmüyor.
(…)
Bir umut ışığı
Trump başkanlığındaki
ABD’nin Doğu Asya’da dürüst bir arabulucu olarak hareket etmekte çok daha az
istekli görünmesi aslında iyiye doğru bu gelişme de olabilir. Nihayetinde ABD-Japonya-Güney
Kore arasında üçlü bir yaklaşım bugüne kadar Tokyo-Seul ilişkilerini
iyileştirmekte çok da etkili olmuş değil.
Washington’ın bu konudaki
taahhüdünün azaldığını kabullenmeleri, Abe ile Moon’u doğrudan birbiriyle
muhataplığa ve uzlaşma için çok daha yaratıcı olmaya sevk edebilir. Rol
modelleri de Avrupa, özellikle de aralarında derin tarihsel düşmanlık olan
Almanya ve Fransa’nın uzlaşması olabilir. (…)
Asya’da Amerikan nüfuzunun
ve menfaatlerinin zayıflaması gerçeği karşısında bu, iki Doğu Asya gücünün
ilişkilerine daha fazla insanilik katmak için acaba bir fırsat olabilir mi?
Bu aynı zamanda tarih
konusunda daha az hırçınlık anlamına gelecektir, hele de her iki ülkenin yüzleştiği
son derece gerçekçi tehditler karşısında…
Milliyetçiliğin üstesinden
gelmek
Dünyanın her neresinde
olursa olsun, siyasi kazanımlar için tarihi manipüle etmek tehlikeli bir
oyundur. Bilhassa dünyanın istikrarına yönelik çok fazla tehditle yüzleşildiği
bir dönemde bu tür manipülasyonlar gizli tehlikelerle, tuzaklarla doludur.
Öte yandan Çin’in ifade hürriyetini
ve insan haklarını bastırmak için iktisadi gücünü manipüle etmesi tehdidi de artmaya
devam ediyor. (…)
Küresel bağlamda Japonya ve
Güney Kore gibi sağlam Batı müttefiklerinin sorumluluk almaya hazır olup
milliyetçi bariyerleri aşmaları zorunlu bir ihtiyaç. Bunu hayata geçirmeye
odaklanmak, dünyanın iktisaden en sağlam bölgesinin genişlemesini sürdürmesine
öncülük etmek için bir ön şart. Bu, hem iç hem de uluslararası bir meydan okuma
ve yükümlülük olup aynı zamanda her zamankinden çok daha acil bir mesele.
ABD’nin desteği olmaksızın Asyalı
güçlerin kendi aralarında bu meydan okumalara göğüs germeleri, Batı yanlısı
Asya ülkelerini, ABD’nin bir tür yedek oyuncusu olarak kendilerini düşünmekten
kurtararak çok yönlü özgürlüğe kavuşturucu bir etki bırakmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder