2 Ağustos 2017 Çarşamba

D.HEARST: FİLİSTİNLİLER MESCİD-İ AKSA SAVAŞINDA YALNIZ KALDILAR



FİLİSTİNLİLER MESCİD-İ AKSA SAVAŞINDA YALNIZ KALDILAR

David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)
Middle East Eye, 26.7.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Her yeni seneye yapmacık bir iyimserlikle girersiniz. Ama Filistinliler için işler bundan daha da kötüye gidemezdi.
Mescid-i Aksa etrafında gelişen kriz birçok ilki de kendi içinde barındırıyordu: 1969’dan beri cami ilk kez kapatıldı; yüzyıllardır ilk kez bizzat cami cemaati boykot yaptı; ilk kez İsrail’in Filistinli vatandaşları ve Kudüs’te ikamet edenler çatışmanın tam merkezinde yer aldı
Ama yeniliklerden özellikle bir tanesi diğer hepsinin üzerinde: Filistinliler 50 yıllık mücadelelerinde ilk kez işgale karşı tam anlamıyla yalnız kaldılar.

Filistinliler kendi kaderlerine terk edildiler
Arap sokaklarıyla yönetimleri arasındaki uçurum, bu hafta Filistin konusunda olduğu kadar hiç açılmamıştı.
Bir İsrailli güvenlik görevlisi tarafından güya tornavidayla saldırdığı için öldürülen 17 yaşındaki Ürdünlü çocuğun babası Zekeriya el-Cavid, Kral Abdullah’a sayıp sövdü: “Kabilelere çağrımız, bu adamın (İsrailli korumanın) cezalandırılmasını talep etmeleri. Olay anını görüntüleyen video kaydını istiyoruz. Oğluma ne olduğunu bilmek istiyoruz.”
Ancak üç Ürdünlü bakan, asla istemeyecekleri şeyi söylemek için sıraya diziliverdi. İçlerinden Hukuki İşlerden Sorumlu Devlet Bakanı Beşir el-Hasavna dedi ki “Öldüren İsrailli görevlinin diplomatik dokunulmazlığı olduğundan uluslararası anlaşmaya göre soruşturma iznimiz yok. Ama onun ifadesini dinlemek için direttik”.
Ama artık çok geçti. Güvenlik görevlisi Ziv, güven içinde ülkesine dönüp İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun koruması altına girmişti bile.
Bundan 20 yıl evvel Kral Abdullah’ın babası Hüseyin’in 1997’de Mossad’ın yüzüne gözüne bulaştırdığı, HAMAS lideri Halid Meşal’ın kulağına zehir zerk ederek öldürme girişimi sonrası Netanyahu’yla nasıl baş ettiğine bir bakmak gerekir.
Ürdün Kralı, eğer komadaki Meşal hayatını kaybederse [1994’te imzaladıkları] İsrail’le barış anlaşmasını yırtıp atmakla tehdit etmişti. Karşılığında Mossad Başkanı Danny Yatom’dan panzehiri aldı ve ardından HAMAS’ın manevi lideri Ahmed Yasin’in ve daha birçok Filistinli ve Ürdünlü mahkûmun İsrail hapishanelerinden salınmasını sağladı.
İki cinayetin bu baş şüphelisi, yabancı bir büyükelçiliğin koruması diye, Ürdün polisi tarafından bırakın soruşturulması, sorgulanması dahi engellendi. Eğer ki böyle bir olay dünyanın başka herhangi bir ülkesinde yaşansa nasıl bir skandal patlak verirdi bir düşünün.
Bu, Ürdün’de gerçekleşti; zira kraliyet, efendisinin ricasını yerine getirmeyi öğrenmiş bulunuyor. Trump’ın damadı olan Ortadoğu elçisi Jared Kushner, olaydan sonra Kral Abdullah’ı telefonla aradı. Bundan bir evvelki nesilde ise tam tersi yaşanırdı: Kral Hüseyin, Amerikan Başkanı Bill Clinton’ı arardı.
“Kutsal mekânların muhafızı” unvanını pazarlayan ülke [Ürdün’ü kastediyor], Harem-i Şerif’e güvenlik kameraları yerleştirilmesi meselesinde bundan bir sene evvel teslim olmuştu. İsrail şimdi bu tedbirleri, “muhafız”ın zaten kendisiyle hemfikir olduğunun bilinci içinde, Mescid-i Aksa’nın ve Eski Şehrin kapılarına kameralar yerleştirerek uyguluyor. [Z.T.K. İsrail tepkiler üzerine detektörleri de kameraları da kaldırdı]

Bu egemenlikle ilgili
Filistinliler ne o dönemde buna razı geldi ne de şu an teslim olacaklar; zira bu kriz güvenlikle değil, egemenlikle alakalı. Doğu Kudüs’te Filistin egemenliğinin büyük çoğunluğu çoktan teslim edildi. (Eski Şehrin Müslüman mahallelerinde 2000 Yahudi yerleşimci yaşıyor, 1967’den 2014’e 14.500’ü aşkın oturma izni iptal edildi ve Filistinli baş müzakereci Saib Erekat’ın dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’ye [Z.T.K. 30 Haziran 2008’de Filistin tarafı olarak o güne kadarki en büyük tavizi planlayarak] “tarihteki en büyük Yeruşalayim [Kudüs’ün İbranice adıdır]”i teklif etmesini hatırlayın [Z.T.K. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için TIKLAYINIZ].) Mescid-i Aksa, geriye kalan tam anlamıyla son savunma alanı.
Mahmud Abbas ve Filistin Yönetimi için Vakıf yetkililerinin Harem-i Şerif’e veya Yahudilerin tabiriyle Tapınak Tepesi’ne girmeyi hala daha reddetmeleri bir talih kuşu. Bu, barışçıl protestonun bir örneği. Dahası olaylar Batı Şeria’da kendi yönettiği parça üzerinde cereyan etmediğinden bunun Ramallah’a hiçbir maliyeti olmadı.
Bu, Abbas’ın gerçek bir liderlik göstermeden tribünlere oynamasına imkan verdi. (…)
Ama gerçekte onlar [Mahmud Abbas ve Filistin Yönetimini kastediyor] hiçbir şey yapmadılar. Suudiler de öyle. Onların stratejik hedefi her ne olursa olsun İsrail’le ticaret yapmak. Çünkü Yahudi devletini tanımak o kadar hızlı gerçekleşemez. Mescid-i Aksa’ya kontrolsüz özgürce erişimi destekleyici ısrarlı açıklamalarda bulunan tek bölge lideri Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı. Bu beşinci örnek. Arap devletlerinin tepkisi hiç bu denli suskun olmamıştı.
Ancak hikâyenin bütünü bu kadar da değil.

El-Fetih ve Hamas aktivistleri bir arada
Bu kriz, bağlı oldukları zümre veya fraksiyondan bağımsız, Filistinlileri sokaklarda buluşturup birleştirdi. Mescid-i Aksa davası, el-Fetih ile Hamas arasında bir uzlaşma için yıllardır yürütülen müzakerelerin beceremediğini başardı. El-Fetih ve Hamas aktivistleri, bütün Filistinli fraksiyonları içeren daha büyük bir hareket için sahada birlikte çalışıyorlar.
Bu hareketin liderlerinden biri olan, şiddet içermeyen sivil itaatsizliğin savunucusu Dr. Mustafa Bargusi Middle East Eye’a dedi ki “Büyük bir değişimin eşiğindeyiz. Bugün yaşanan, bir tesadüf veya geçici bir şey değil. Diğerlerinden farklı biçimde üçüncü bir intifadanın başlangıcı olabilir. Bunun benzersizliği, bireysel eylemler değil, devasa bir kitleyi etkileme kapasitesine sahip bir halk hareketi olması. Bu kitlesel ivme Filistin halkını yeniden şarj edebilir. Zaman alabilir belki ama bu yola girdik bile. Bu hareket Filistin Yönetimi’nin hükmünü geçersiz kılacak. Bunun farkında bile değiller. Ve sonunda bütün bu yaşananlar bir liderlik değişimini beraberinde getirecek.”
Bu acaba aşırı iyimserlik mi?
Bunun yansımalarını yurtdışında da görebilirsiniz. Şu an 12. yılına girmiş bulunan BDS Hareketi [İsrail’e Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi] iyiden iyiye gelişip başarıya ulaşmakta. İsrail tarafından varoluşsal bir tehdit olarak görülen BDS, milyonlarca müttefikiyle Norveç’ten Şili’ye uzanan küresel bir harekete dönüşmüş durumda. Herhangi bir yere bağlı olmayan, bölgeleri, ırkları ve cinsiyeti aşan ve her şeyden önemlisi eşit haklara dayaan bir hareket. Sloganları şu: “Filistin’den Meksika’ya Bütün Duvarlar Yıkılmalı”
Bir zamanlar siyasi haritanın dışında olduğu düşünülen [2016 Amerikan başkalık seçimleri için Hillary Clinton karşısında yarışan Demokratların aday adaylarından] Bernie Sanders ve [İngiliz İşçi Partisi lideri] Jeremy Corbyn gibi siyasetçiler daha etkili hale geldikçe Filistin davası da giderek yaygınlaştı. Londra’da bir turnusol testi kısa süre evvel yaşandı. İsrail yanlısı lobi gruplarının iptal ettirmek için yürüttükleri şiddetli kampanyaya rağmen iki gün süren Filistin Expo’ya 10.000’i aşkın kişi katıldı.
Gerek Filistin dışından gerekse içinden yeni bir nesil, bu mücadelenin kontrolünü, halkı üzerinde bütün ahlaki ve siyasi otoritesini yitirmiş, kemikleşmiş ve yozlaşmış liderlikten söke söke alıyor. Bu nesle göre barış süreci diye bir şey aslında hiç var olmamıştı. Yaşanan, Batı Şeria’nın bütün tepelerinde İsrail yayılmacılığının üzerini örtme maksatlı bir blöften ibaretti. Acaba onlar da bir önceki nesil gibi kolayca satın alınabilir, kandırılarak ikna edilebilir ve kısırlaştırılabilir mi? Yoksa yeni nesil, kendinden evvelki hiç kimsenin beceremediğini başaracak mı?

Arap liderlerinin ve ülkelerinin tepkilerini dikkate alırsak, Filistinliler daha evvel hiç bu denli yalnız kalmamışlardı; ancak davaları giderek küreselleşiyor. Arap liderlerin çok dikkatli olması lazım. İkinci İntifada, Arap Baharı’na koşullarından birini oluşturmuştu. Mescid-i Aksa merdivenlerindeki bir üçüncü intifada acaba nelere yol açabilir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder