TÜRKİYE’NİN BAŞARISIZLIĞA UĞRAYAN BÜYÜK
ORTADOĞU PROJESİ
Burak Bekdil (Gatestone Enstitüsü ve Defense News için düzenli olarak
yazılar kaleme alan Ankara’da yaşayan gazeteci ve Middle East Forum üyesi)
BESA Center, Perspectives Paper No. 499,
16.6.2017
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Somut bilgi hatalarıyla dolu aşağıdaki
ibretlik yazı, bir Türk gazetecinin kaleminden çıkmış olmakla birlikte İsrail’in
önemli düşünce kuruluşlarından birinde yayınlandığı ve tam da İsraillilerin önemli
bir kısmının görüşlerini yansıttığı için tercüme etme ihtiyacı hissettim. Normalde
tercüme yaparken parantez açıp bilgi hatalarını düzeltsem de bunda o kadar çok
vardı ki olduğu gibi bırakmayı tercih ettim.
Katar ve onun Körfez ve diğer Müslüman “dostlar”ıyla
arasındaki son kriz, birçok bakımdan, Türkiye’nin “büyük Ortadoğu projesi”nin
tabutuna son çiviyi çakacak. Bir kez daha Türkiye’nin liderleri, kendi
ideolojik sığlıklarının tuzağına düşerek kaybeden ata oynadılar.
Takım elbiseli çok önemli Türkler, Arap Baharı’nın
başlangıcını, kendi yeni-Osmanlıcı ihtiraslarını hayata geçirmek için altın bir
fırsat olarak gördüler. Tunus’taki İslamcı kardeşleri Nahda Partisi, iktidara
gelip “laik kafirler”in köküne kibrit suyu dökecekti. Nahda’nın baş ideologu
Raşid Gannuşi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halkoyuyla gizli
İslamlaştırma politikasına hayranlığını hiçbir zaman saklamadı.
Erdoğan, Beyrut ve Mısır’a ziyaretlerinde bir rock
yıldızı gibi karşılandı. Ancak Lübnanlı Müslümanların beslediği duygusal bağın,
sadece onun İsrail’e açıkça nefretinden kaynaklandığını anlayamadı. Yine
elindeki bütün siyasi kaynaklarını Müslüman Kardeşler’e yatırarak Mısır’da
siyasi olayların beklenmedik yönde gelişmesini de tahminde başarısız oldu.
Irak’ta Batı’nın biraz desteğini alarak Bağdat’taki Şii yönetimi sona erdirip
yerine Sünni bir rejim kurabileceğinin hesabını yaptı. Gazze’deki HAMAS, hala
daha Erdoğan’ın ideolojik olarak en yakın akrabası konumunda.
Suriye’de Sünni olmayan Nusayri cumhurbaşkanı Beşşar
Esed, Erdoğan’ın en baş bölgesel düşmanı. Erdoğan’ın beklentisi, göründüğü
üzere, Esed’in devrilip yerine bir Sünni cihatçılar koalisyonu kurulmasıydı.
Böylelikle sonunda Ortadoğu’da yeni filizlenen Türk imparatorluğuna ve onun
halifesi Erdoğan’a tamamen hizmet edecek Sünni yanlısı bir kuşak şekillenecekti.
Bu, Erdoğan’ın Ortadoğu için büyük projesiydi. Katar,
sadece Türkiye’nin kırılgan ekonomisinin “yağlayıcı”sı değil, aynı zamanda
Erdoğan’ın baş ideolojik ortağıydı.
Ancak hikâye senaryoya göre ilerlemedi. Lübnan’daki
Hizbullah, Erdoğan’ın -kin dolu İsrail karşıtı söylemine ve ideolojisine
rağmen- kendisine kıyasla “oldukça Sünni” olduğuna karar verdi. Tunus’ta Nahda
Partisi, Erdoğan’ı hayal kırıklığına uğratarak, ülkenin laik bloğunu yok etmek
yerine onunla tarihi bir uzlaşmaya vardı. Mısır’da Müslüman Kardeşler, sadece
iktidarı değil, örgütün şiddetle bağlantısı kabul edilmek suretiyle
uluslararası baskı arttıkça meşruiyetini de kaybetti. Bağdat’ta yöneticiler
hala daha Şii olup Tahran’ın kontrolündeler. Suriye’de Esed, İran ve Rusya’nın
desteğini alarak hala daha iktidarda ve Erdoğan’ın cihatçı yoldaşları neredeyse
tamamen stratejik önemlerini yitirmiş durumdalar. Üstelik Suriye’nin kuzeyinde
ortaya çıkan Kürt kuşağı Türkiye’nin kâbusuna dönüştü. HAMAS, tıpkı Müslüman
Kardeşler gibi, hem bölgesel hem de uluslararası bağlamda günbegün köşeye
sıkıştırılıyor. Erdoğan’ın Gazze’ye yönelik deniz ablukasını sonlandırma hevesi
çoktan unutulup gitmiş bir vaat. Ve şimdi de Erdoğan’ın bizzat kendisinin
yanısıra Katar’ın da başı dertte.
Cezalandırıcı bir tecritle Katar’ı şu anda boğan, sadece
Erdoğan’ın Körfez’deki ve Müslüman dünyadaki diğer arkadaşları değil. Erdoğan
bir de –Türkiye’nin sadık müttefiki- Katar’ı “üst düzey terör destekçisi” ilan
eden Amerikan Başkanı Donald Trump’la da mücadele etmek zorunda.
Hala daha dış politikada ideolojiye sıkıca inanan
Erdoğan, gerçekliğe hiç yaklaşamamış durumda. Körfez’in ve diğer Müslümanların
Katar’a yaptırım ilan etmesinin hemen ardından Türkiye’nin cumhurbaşkanı
Doha’yla iki anlaşma imzaladı: Birincisi, Katar’daki ortak Türk-Katar üssüne
askeri birlik gönderme; ikincisi, Katar’ın jandarma birliklerini eğitme.
Türkiye, İran’la birlikte, yaptırımları hafifletme girişimi çerçevesinde
Katar’a yiyecek yollamak üzere hemen harekete geçti.
Erdoğan, yaptırımların yanlış olduğunu, Ankara’nın
Doha’yla zaten iyi olan ilişkilerini geliştirmeye devam edeceğini ve “Katarlı
kardeşlerimizi asla bırakmayacağımız”ı söyledi. Bir halifenin özgüveni içinde,
krizin Müslümanlar için mübarek olan Ramazan ayı sona ermeden, yani haziran ayı
sonuna kadar çözülmesini emretti. Katar’ın terörle bağlantısına gelince, ne
bağlantısı? Erdoğan, Katar’ın terörizme destek verdiğini hiç görmediğini
söyledi. Bu açıklaması, onun geçmişte, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından
insanlığa karşı suç işleme ve soykırım suçlamasıyla aranan “yakın dost”u Ömer
Beşir’e destek amacıyla “Sudan’a gittim ve orada hiçbir soykırım görmedim”
şeklindeki açıklamasını hatırlattı.
Körfez draması oyuncuların ideolojik yakınlıklarını da
ele veriyor. Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Mısır, Katar karşıtı kampanyanın
bir parçası olarak 59 kişiyi ve 12 yardım kuruluşunu terörle irtibatlıyor.
Suçlananlardan biri de Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’nin Mısır başkanı
Yusuf el-Karadavi. Peki Karadavi kim?
2004’te Karadavi, “Bizim (yani Yahudilerle Müslümanlar)
aramızda kılıç ve silahtan başka bir diyalog olamaz” demişti. 2005’te Yahudi
ceninlerin öldürülmesine cevaz veren bir fetva yayınlamıştı. Ve 2013’te
milyonlarca laik Türk Erdoğan’ın İslamcı politikalarını protesto maksadıyla
sokaklara döküldüğünde Karadavi, “Türk protestocular Allah’ın rızasına karşı
hareket ediyorlar” diyerek hemen Erdoğan’ın yardımına koşmuştu.
Bir kez daha Erdoğan’ın Türkiye’si yanlış bir zamanda
yanlış bir safta duruyor. Adamlarından bazıları, Washington’ın üst düzey terör
destekçisi olarak gördüğü Katar’la dayanışma göstermesi nedeniyle Türkiye’nin
de bir sonraki adımda uluslararası yaptırımlara maruz kalabileceğinden
korkuyor. Bu belki muhtemel olmayabilir, ama Erdoğan iki potansiyel tehlikeyi
görmezden geliyor. Birincisi, Körfez Krizi her nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın,
işlerin eski yoluna gireceğine ve Türk-Katar ittifakının aynı idealler
çerçevesinde sorunsuz işleyeceğine dair yanlış bir varsayıma göre hareket
ediyor. İkincisi, Batı’nın Türkiye’ye siyasi veya iktisadi yaptırım
uygulayamayacak kadar zayıf olduğuna inanıyor, dolayısıyla bu cephede korkacağı
pek bir şey yok.
Oysaki her iki hesabında da yanlış. Körfez’in Arapları
krizlerine bir çıkış yolu bulduklarında Doha artık aynı yer olmayabilir. Türkiye’ye
daha az dost bir Katar ortaya çıkabilir. Türkiye’nin en sadık iki ideolojik
müttefiki olan Müslüman Kardeşler ve HAMAS’ın, kendi Arap dünyasında daha da
kolunun kanadının budanması ve Arap olmayan Türkiye’nin muhtemelen lafını
esirgemez tek destekçisi olarak kalması muhtemel. Ankara’nın görmezden geldiği
eli kulağındaki “tokat”, Washington’dan değil, Erdoğan’ın Körfez’deki Müslüman
arkadaşlarından gelebilir.
Katar kampanyasından kısa süre evvel Türkiye’nin savunma
bürokrasisi, Suudilerin –bugüne kadarki tek seferde en büyük savunma sanayi
ihracatı olacak- 4 Türk fırkateyni alımına ilişkin 2 milyar dolarlık anlaşmanın
imza törenini niçin geciktirdiğini merak edip duruyordu. Şimdi artık bunun
nedenini anlıyorlardır. Bu anlaşma, eğer ki rafa kaldırılırsa, zengin menüde
sadece bir başlangıç olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder