ON YILDIR DÜNYANIN
TARTIŞTIĞI İSLAM SORUSU
David
Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve
kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post,
13.7.2017
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
(…) ancak Suud-BAE-Katar ardındaki kavga, yaklaşık yedi
sene evvel başlayan Arap Baharı’ndan bu yana Ortadoğu’da devam eden savaşları
vurgular nitelikte.
(…) Amerikan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın
Körfez’deki bu çatışmayı, kavgalı tüm taraflara zarar verip ortak düşmanları
İran’a yarayacak şekilde ters tepecek bir süreç olarak gördüğü söyleniyor.
Tillerson bunu müzakerelerle çözülmesi gereken bir kardeş
kavgası olarak görmekte haklı. Katar’ın teröre destek verdiğine ilişkin
ithamlar zayıf; hele de Doha’nın salı günü ABD’yle ortaklaşa terörle mücadele
etmeyi taahhüt eden bir mutabakata imza koymasından sonra. Ayrıca Katar’dan el-Cezire’yi
kapatmasını istemek de ölçüyü aşan çirkin bir talep; bölgenin ihtiyacı olan şey
daha özgür bir medya, daha fazla sansür değil.
Suudilerin ve BAE’lilerin temel problemi, Katar’ı her
şeye burnunu sokan, güvenilmez bir komşu olarak görmeleri. Ancak bu aile
kavgasını iyice tırmandırarak kendi canlarını yakıyorlar. Bu savaşın uzaması
Körfez’in Washington’la ilişkilerine, bölge istikrarına ve belki de en önemlisi
Suudi Arabistan’daki modernleşme ve reform ümitlerine daha fazla zarar verecek.
Eğer ki Tillerson bu ihtilafı çözmek istiyorsa bunu
tetikleyen öfkenin yoğunluğunu hesaba katmalı. Krizin fitili 2013’te ateşlense
de kökenleri, yönetici es-Sânî ailesi içinden Suudilerin sevmediği bir kliğin [Z.T.K.
yani o dönemki mevcut emirin oğlunun] Riyad’ın arzu ve isteği hilafına
iktidarı ele geçirdiği ta 1996’ya kadar geri gidiyor. Suudi Arabistan ve BAE’ye
göre Katar bir baş belası, tıpkı 50 yıldır Küba’nın ABD için bir baş belası
olduğu gibi…
Bu gizli tarih bu hafta içinde CNN’in yayınladığı gizli
belgelerden ortaya çıktı. CNN kanalı Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt
hükümdarları tarafından 23 Kasım 2013’te imzalanmış el yazısı bir anlaşmanın
nüshasını elde etmiş. Sözkonusu anlaşma, temelde birbirinin iç işlerine
karışmama paktı olup ek maddede hiçbir imzacının Yemen’i
istikrarsızlaştırmayacağı veya Müslüman Kardeşler’e destek vermeyeceği taahhüdü
yer alıyor.
Sıkıntının en büyüğüne yol açan şey Müslüman Kardeşler
meselesi. Katar’a göre, Müslüman Kardeşler’in siyasete girmesi radikalliği
körüklemek yerine törpüleyip etkisizleştirecektir. Obama yönetimi, Şubat
2011’de Mısır’da Mübarek’in devrilmesinin ardından Müslüman Kardeşler’le temasa
geçerken de Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan yönetimine destek verirken de
benzer bir görüşteydi. Şimdilerde Obama’nın her iki politikasının da büyük
ölçüde başarısızlığa uğradığı değerlendirmesi yapılıyor.
Barack Obama’nın Müslüman Kardeşler yanlısı icraatları
Suudiler ve BAE’liler için zehirleyici nitelikte olup 2011’de Hüsnü Mübarek’in
görevini bırakmasının ardından [Körfez’le ABD arasında] gelişen derin
çatlağın nedenini de açıklıyor. [Washington yönetimi] Körfez Araplarının
diğer baş düşmanı olan İran’la nükleer anlaşma için müzakere yürütürken
Obama’ya öfke iyice arttı.
Körfez Arapları kendi cenahlarını korumak için Katar’ı
sıkıştırarak karşılık verdiler. Kasım 2013 tarihli bu gizli anlaşma, Mısır’da
Müslüman Kardeşler mensubu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi alaşağı eden darbeden
5 ay sonra ve İran’ın nükleer çerçeve anlaşmasına imza koymasının akabinde
geldi.
Suudi kaynakların anlattığına göre, Katar’ı bölgesel
aktivizmini sonlandırmaya zorlayacağı ümidiyle Körfez ülkeleri, 16 Kasım
2014’te “ilk anlaşmayı kurtarma” olarak tanımladıkları ikinci bir pakt
imzaladılar. Bu defa Bahreyn ve BAE hükümdarlarının da dahil edilmesiyle
anlaşmanın tarafları genişletildi. (Müslüman Kardeşler’in bastırılmasına
yardımcı olma anlamına gelen) Mısır’ın istikrarını koruma ortak taahhüdü de
pakta eklendi.
Katar yöneticileri, anlaşmada yer alan başkalarının iç
işlerine karışmama maddelerine uydukları, el-Cezire ve diğer medya
kuruluşlarının bağımsız hareket ettiği iddiasında. Yine 2014 paktı[nı ihlal]
ile ilgili herhangi bir şikâyetin Körfez İşbirliği Konseyi (KİK)’ne havale
edilmesi gerektiğini vurgulayarak yapılanı protesto etmekte. Suudiler, özel
konuşmalarda, KİK içinde bir uzlaşma olmadığından tek taraflı hareket
ettiklerini itiraf ediyorlar.
Bu kavgayı daha da karmaşıklaştıran, neredeyse her aktörün
tribünlerin iki tarafına da oynamaları. Katarlılar, Taliban ve Suriye’deki
el-Kaide koluyla temaslarını sürdürürken sözkonusu faaliyetlerinin bir kısmını
CIA’yle işbirliği içinde yürütüyorlar. Yine Katarlılar, bazı radikal İslamcı
söylemleri yayınlıyorlar; ama aynı zamanda bölgedeki en büyük Amerikan hava
üssüne de ev sahipliği yapıyorlar. Suudiler ve BAE’liler, ABD’nin en yakın
dostu olmak istiyorlar, ama çıkarlarının tek taraflı hareketi gerektirdiğine
karar kıldıkları haller dışında…
Katar kavgası, bir kaşık suda fırtına koparmaya benziyor.
Ancak özünde on yıldır dünyayı meşgul eden bir soru yatıyor: Modern dünyada
acaba siyasal İslam’ın bir rolü olabilir mi? Katar bu soruya evet diyor. BAE
ise buna karşı çıkarak İslamcı provokatörlerin hoşgörü ve modernite düşmanı
olduğunu savunuyor. Bu iki uç bakış açısı arasında bir orta yol olup olmadığını
tespit etme görevi Dışişleri Bakanı Tillerson’a düşüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder