2 Ağustos 2017 Çarşamba

M.EŞ-ŞANKÎTÎ: KARŞI-DEVRİM: GÜNÜMÜZ İÇİN GEÇMİŞTEN İBRETLİK DERSLER



KARŞI-DEVRİM: GÜNÜMÜZ İÇİN GEÇMİŞTEN İBRETLİK DERSLER

Muhammed bin el-Muhtâr eş-Şankîtî (Önemli Arap mütefekkirlerinden olup Katar’daki Hamad bin Halife Üniversitesi’nde siyasi ahlak ve dinler tarihi öğretim üyesi)
El-Cezire Arapça, 4.7.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Karşı-devrim, günümüz Arap bireyi için üzerinde çalışılmaya ve uzun uzadıya düşünülmeye değer bir siyasi olguya dönüştü. Bu olguyu anlamadan ve tarihinden dersler çıkarmadan, Arap ülkelerindeki yöneticiler ve yönetilenler ortak bir noktada uzlaşmaya varamayacaklar ve uzlaşmayı başaran Arap siyasi güçleri ise bugün toplumlarımızın iç organlarını paramparça eden fırtınalı siyasi krizden çıkış için bir yol bulamayacaklar.
Bu makalede karşı-devrim tarihini ve onun acı meyvelerini, özellikle de insanlık tarihini değiştiren üç büyük devrimde –yani 1642-1688 İngiliz Devrimi, 1774-1784 Amerikan Devrimi ve 1789-1870 Fransız Devrimi’nde– ortaya çıkan “ılımlığın suikastı” ve “devrim ithali” olgularını ele alacağız.

İngiliz karşı-devrimi
Modern devrimler, 17. yüzyılın ortasında Britanya’da 40 yıl süren kanlı çatışmalar ve iç savaşlarla başladı. Kral I. Charles ile 1642-1649 Parlamentosu arasında şiddetli bir iç savaşın patlak vermesinin iki nedeni vardı: (i) I. Charles’ın despotluğu ve parlamentoyu feshi, (ii) çoğu Protestan olan halkına Katolikliğin ritüellerini dayatmaya çalışması. Bu çatışma I. Charles’ın yenilgiye uğraması ve yargılanıp 1649’da idam edilmesiyle sonuçlandı. O, devrimde halkının öldürdüğü ilk Avrupa kralı olarak tarihe geçti.
Ardından Kral II. Charles ile parlamento arasında 1651-1653 döneminde devam eden savaş, Britanya krallığının devrilip yerine Cromwell Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sona erdi. Bundan sonra Cromwell’in askerî yönetimi, ardından oğlunun yönetimi (1653-1659), müteakiben II. Charles’ın yeniden başa geçip krallığı diriltmesiyle süreç devam etti.
6 Şubat 1685’te II. Charles’ın ölümünün ardından II. James tahta geçti. II. James dindar bir Katolik ve halkının çoğu da Anglikan (Protestan) olmasına rağmen, parlamento onun krallığını onayladı ve halk da başa geçmesinden mutlu oldu. Sanki o, tahta geçme önündeki dinî engelleri artık aşmış gibiydi. Ancak James, babası I. Charles’ın o talihsiz akıbetinden hiçbir şey öğrenmemişçesine, dini taassup ile siyasi despotizmi birleştirdi.
James, halkıyla ilişkilerinde kışkırtıcı despotça bir yöntem izledi; parlamentodan, hem savaşları finanse etmek ve ordusunu geliştirmek maksadıyla çok yüksek vergiler koymasını isteyerek aşırıya kaçtı hem de memurların Katolik olmamasının teminatı “inanç testi yasaları”nın yürürlükten kaldırılmasını talep etti. Kral II. James, her iki talebini de geri çevirmesi üzerine parlamentoyu askıya aldı, mevcut yasaları görmezden geldi, sarayını ve yönetim kademelerini Katoliklerle doldurdu ve Ferdinando Dada’yı sarayında Papalığın daimi büyükelçisi olarak kabul etti. Ardından Katolikliği devlette ve toplumda güçlendirmekle görevli bir dinî konsey atadı ve bu konseyin ilk kararlarından biri, Londra Piskoposu Henry Compton’u görevinden almak oldu.
1686’da James, krallığındaki herkesin Katolik olmasını temenni ettiği kışkırtıcı bir deklarasyon yayınladı. Çoğunluğu Protestan olmasına rağmen bütün din adamlarına kiliselerin vaaz kürsülerinden bu deklarasyonu okumalarını emretti. Yedi Anglikan piskopos bu deklarasyonu kiliselerinde okumayı reddedince tutuklanmaları emri verildi. Böyle bir dönemde II. James, dünyaya gelen oğlu James Francis Edward’ı Katolik olarak vaftiz ettirdi.
James’in parlamentoyu görmezden gelmesi, despotça eğilimlerinden duyulan korkunun yayılmasına ve siyasetine olan güvenin zayıflamasına yol açtı. İzlediği Katolik azınlık yanlısı dinî siyaset, Protestan çoğunluğun ülkenin Katolikleşeceğinden korkarak paniğe kapılmasını tetikledi. Ardından Britanya krallığının Anglikan Protestan çoğunluğa rağmen Katolik azınlık eliyle yönetilmeye devam edeceği korkusunun daha da kök salmasına yol açan, kralın oğlunun bir Katolik olarak vaftiz edilmesi olayı geldi.
Tahtın muhtemel varisinin Katolik olarak vaftiz edilmesinden sadece birkaç gün sonra yedi İngiliz siyasetçi, –Kral James’in kızı Mary’nin eşi olan ve kraliyet ailesinin anne tarafından gelen– Hollanda Prensi William of Orange’ı Britanya’yı kurtarması için müdahalede bulunmaya teşvik etti. William donanmasıyla Britanya’yı istila etti; James’e duydukları güvensizlik nedeniyle Britanya ordusunun bir kısmı ile İngiliz asiller Prens William’ın safına katıldılar.
William, 16 Aralık 1688’de Londra’ya kuvvet kullanarak girdi; nefret edilen Kral II. James ise Britanya’nın geleneksel düşmanı olan Katolik Fransa’ya kaçtı ve orada zelil bir şekilde hayatını kaybetti. Ardından James’in kızı Mary eşi William’ın safına katıldı ve Britanya kral ve kraliçesi olarak taç giydiler, ancak yeni bir siyasal ve toplumsal sözleşmeye dayalı olarak…

Amerikan karşı-devrimi
Amerika’da karşı-devrim ahmakça bir emperyal savaş şeklini aldı; zira Amerikalılar kendilerini anavatanlarından uzakta yaşayan Britanya vatandaşları olarak görüyorlardı. Britanya’yla ilişkilerin bozulduğu dönemlerde ise kendilerini, tıpkı Benjamin Franklin’in meşhur şiirinde olduğu gibi, annesinin kendisine çocuk muamelesi yaptığı yetişkin bir evlat gibi gördüler. Ancak bu zorba anne zulmüne devam etti ve bu çerçevede Britanya Kralı III. George, Fransa’yla girdiği bütçesini tüketen Yedi Yıl Savaşları (1756-1763)’nın ardından Amerikalı tebaasına –onlarla hiç istişare etmeksizin– fahiş vergiler koydu.
Amerikan sömürgeleri ile anavatan arasındaki yaygın siyasi teamüle aykırı bu uygulamaya cevaben, Amerika’daki Britanya sömürgelerinin liderleri, Kral III. George’a merhamet dileyen ve bağlılıklarını teyit eden birçok dilekçeler yollayıp vergilerin kaldırılmasını talep ettiler. Ancak uzun süre çekişip kraldan ümitlerini kestikten sonra Amerika’daki Britanya sömürgelerinin liderleri, 1775-1776 Kıta Kongreleri’nde Britanya’dan bağımsızlıklarını ve kendi cumhuriyetlerini kurduklarını ilan ettiler.
III. George, kafaya koydu ve imparatorluğun birliğini koruyacak orta yol bir çözüm aramak ve böylelikle Kuzey Amerika’daki zengin sömürgelerini elinde tutmak yerine tehlikelerini hiç düşünmeksizin derhal savaş ilan etti. Kanlı çatışmalarla geçen sekiz yılın ardından savaş Britanya’nın yenilgisiyle sonuçlandı ve Kral, 1783 Paris Antlaşması’yla Amerika’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. III. George, inadıyla ve hesap hatalarıyla, Amerikalıların kendi aralarında ortak bir kimlik inşa etmelerine ve Britanya İmparatorluğu’ndan ayrılmalarına yol açtı.

Fransız karşı-devrimi
Fransız karşı-devrimine gelince, diğerlerine kıyasla çok daha acılarla dolu ve uzun olan, bütün Avrupa’yı içine çeken bir bölgesel çatışma karakterine büründü. Fransız devrimcilerin 1789’da Kral XVI. Louis’ye karşı zafer kazanmasından, bednam Bastil Hapishanesi’ni basmasından ve Fransa’nın meşruti monarşiye dönüştüğünü ilan etmesinden sonra doğmakta olan bu devrimi diri diri toprağa gömmek maksadıyla birçok güç el ele verdi. Peki bu güçler arasında kimler vardı?
1.      Karşı karşıya olduğu tarihî dönüşümün manasını idrak edemeyen Kral XVI. Louis. Devrimcilerin gayreti, onun hükümdarlığını sonlandırmak değil, mutlak iktidarını sınırlandırmak olsa da onlara defalarca sırtlarından vurarak kalleşlik etti. Ardından Kral Louis, halkına karşı dışarıdan yardım istemek için kaçmaya kalkıştı ve devrimcilerle buluşup son bir kez olsun uzlaşma fırsatını kaçırdı. Devrimi gömmek için yurtdışındaki ailesiyle dolaplar çeviren eşi Marie Antoinette ve her türlü reformu veya kral ile devrimciler arasında bir uzlaşmayı reddeden kardeşi Artois başta olmak üzere Kral Louis’nin en yakın çevresinin bu kötü tercihte rolü büyüktü.
2.      Alıştıkları “doğal eşitsizlik”ten taviz vermeyi reddeden Fransız asiller ve devrim yüzünden kaçan kralın adamlarından geriye kalan artıklar (fülul). Bunlardan bazıları komşu Avrupa ülkelerine sığındılar ve Fransa çevresindeki Avrupa başkentleri veya büyük şehirlerde (Brüksel, Cenevre, Londra, Mainz, Basel) devrime karşı dernekler kurdular. Muazzam servetlerini ve geniş itibarlarını kaybetmeye razı olmayan Fransız Katolik Kilisesi’nden birçok din adamı da karşı-devrimi kucaklayıp bağrına bastı. Buna teşvik eden ise Fransız kilisesinin “milli bir kilise”ye dönüşmesine karşı çıkıp Roma’ya bağlı kalmasında ısrarcı olan Roma’daki Papa idi.
3.      Fransız Devrimi’nin yayılmasından paniğe kapılan Avrupa’daki krallıklar. İngiltere’de William ve eşi Mary’nin yaptığı gibi yolda halklarıyla buluşmak yerine, Fransız Devrimi’ni daha kundaktayken toprağa gömmek için bütün güçlerini seferber ettiler.
Avrupa karşı-devrimini yöneten, Fransız Kralı XVI. Louis’nin eşi Marie Antoinette’in kardeşi olan Avusturya İmparatoru II. Leopard idi. Avrupa kralları Fransız krallığını kurtarmak için seferber oldular; o ve Avrupalı müttefikleri Fransa kralını destekleyen 1791 Pillnitz Bildirisi’ni yayınladılar. Devrimci Fransa’ya karşı Avrupa krallıklarından müteşekkil genişçe bir askeri ittifak kuruldu ve buna Britanya, Avusturya, Prusya, Hollanda, İspanya ve Sardinya katıldı. Ancak bunların hiçbiri fayda vermedi, Fransız kralıyla eşini giyotinden kurtaramadı.

Cehalet ve acı meyve
Eğer ki İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleri tarihi üzerinden günümüz için özet dersler çıkarmak gerekirse, her üçünde de karşı-devrimin, sonunda kaybedilmiş birer bahis/iddia ve yöneticileri, halkları ve ülkeleri felakete sürükleyen birer tercih olduğunu görürüz. Bu üç ülke tarihinde karşı-devrimin ilk acı meyveleri şunlardı: barışçıl siyasi reform fırsatının yitirilmesi, kaçınılabilecek birçok musibete duçar olunması, halklar için değişim bedelinin ağırlaşması, buna mukabil karşı-devrimcilerin de devrimi toprağa gömme arzusunu başaramaması ve insanların adalet ve hürriyet şevkini kırıp bastıramaması.
   Britanya kralları I. Charles, II. Charles ve II. James’in cehaleti, ülkelerinde yaklaşık 40 yıl süren bir siyasi kargaşaya ve iç savaşa (1642-1688) yol açtı; ta ki Mary ve eşi William gelip de rejimi barışçıl bir şekilde meşruti monarşiye dönüştürerek ülkeyi ve halkı bu felaketten kurtarana kadar.
   Kral III. George’un cehaleti, Britanya’nın –bugüne kadar dünyanın bir numaralı gücü olarak kalmasını garanti altına alacak– o muazzam genişlikteki ve zenginlikteki Amerika kıtasını elinde tutma fırsatını kaybettirdi. Keza onun bu cehaleti, sekiz yıl süren (1776-1783) kaybedilecek bir savaşa girişmesine de yol açtı.
   Fransız karşı-devrimi, Fransa’da tam seksen yıl sürecek (1789-1870) bir yıkıma, enkaza ve siyasi kaosa yol açtı. Ardından da Napolyon liderliğinde Fransa’nın daha evvel devrimci Fransa’yı istila etmeye kalkışmış Avrupa ülkelerini işgal etmesiyle ve yıkıcı ve kana bulayıcı ordularını salmasıyla Avrupa’nın her yerini bir yıkım ve kaosa sürükledi.
Karşı-devrimler tarihinde tekerrür eden “ılımlılığın suikastı” ve “devrim ithali” olarak adlandırabileceğimiz iki olgu vardır. Ilımlılığın suikastıyla kastımız; karşı-devrimin, devrimleri müzakereci reformist yöntemden ve barışçıl siyasi reform ortak zemininde buluşmaya çalışmaktan çıkartıp pervasızca varoluşsal bir çatışmaya ve yöneticilerin barbarlığının kör şiddetine büründürmesidir. Tıpkı Fransız Devrimi’nde Robespierre’in yürüttüğü, devrimi korumak adına on binlerce insanın katledildiği ve eski rejimle bağlantısı bulunan herkesin kökünden kazınıp yok edilmeye çalışıldığı terör yıllarında ortaya çıktığı gibi… [Bugün Ortadoğu’da] karşı-devrimlerin yükselişinin ve yöneticilerle onların uluslararası destekçilerinin barbarlığının artışının ardından Arap Baharı Devrimlerinin radikalizme sapması, işte bizzat bu olgunun, yani devrim çağında ılımlılığın katli olgusunun tecessüm etmesinden başka bir şey değildir.
Devrim ithaline gelince, bu olgudan kasıt, diğer ülkelerde devrimleri diri diri toprağa gömmeye çalışmış liderlerin ülkelerine devrim hastalığının bulaşmasıdır. Bunun en bariz tarihî örneği, Fransa lideri Napoleon Bonaparte’ın Fransız Devrimi’ni gömmeye çalışmış Avrupa krallıklarını işgal etmesi, bu ülkede kurulan bir dizi rejimin devrilmesi ve cumhuriyetlerin ilanıdır. Avrupa krallıkları, Fransız Devrimi’nin ihracını önlemek isterken aslında devrimi kendi ülkelerine ithal etmiş oldular. Bunun nedeni, sözkonusu Avrupa monarşilerinin Fransız halkına zulmetmeleri ve halk nefret duyup isyan ettiği halde zorla XVI. Louis’nin rejimini yeniden kurmaya çalışmalarıydı.

Beyaz “Şanlı Devrim”
İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleri tarihinde güvenliği ve selameti ispatlanmış geri kalan tek yol, İngiltere’de William ve Mary’nin tutturduğu. Mary ve eşi William; tarih bilinçleri, zamanın ruhunu idrak etmeleri ve halkın iradesine saygı göstermeleri sayesinde kendilerinden evvel gelen I. ve II. Charles ile II. James’in yapamadığını başardı.
William ve Mary, parlamentonun 13 Şubat 1689’da yayınladığı “Haklar Bildirgesi”ni onayladı. Bu belge; ifade hürriyeti, yargılamalarda adalet, parlamentonun halkı temsil edip kralın onu feshetme hakkının olmaması ve kralın parlamentonun onayı olmaksızın kanun yapamaması veya vergi koyamaması gibi önemli anayasal ilkeleri garanti altına aldı.
Böylelikle sözkonusu belge, önce Britanya’da, ardından Avrupa’da ve dünyada meşruti monarşi rejimini başlatmış oldu ve hem halkın hak ve hürriyetlerini hem de kraliyet ailesinin tarihini ve şanını garanti altına alarak bu tür bir denklemle iç savaşı bitirdi. Her iki taraf için de bir zafer olan bu tarihî uzlaşmanın üzerinden 300 küsur yıl geçmesine rağmen Britanya hala daha bunun meyvelerinden istifade ediyor.
William ve Mary’nin Britanya tahtına oturması çok önemli bir tarihî olaydı. Britanyalıların o tarihî günlerini “Şanlı Devrim” olarak anmaları hiç de tuhaf değil; zira gerçekten de o, en az kanlı bedelle Britanya’yı mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçiren ve 40 yıl süren iç savaşlara ve yıkıcı siyasi kargaşaya son veren şanlı bir devrimdi. Benzer şekilde “Şanlı Devrim” daha sonra Avrupa ve dünya halklarına aynı yolda ilerlemeleri için bir ilham verdi. Bugün Kanada’dan Malezya’ya dünyanın farklı kıtalarına yayılmış meşruti monarşilerin kim bilir kaçı, 17. yüzyıl sonunda William ve Mary’nin koyduğu bu ahlaki temel sayesinde kurulmuştur.[Z.T.K. Bu önemli yazıda sadece bu son cümleyi soru işaretiyle karşıladığımı belirtmek isterim. Bu modelin yayılması acaba rızayla ve ahlaki bir temelle mi gerçekleşti, yoksa İngiliz sömürge yönetiminin dayatmalarıyla mı?! Önemli bir not düşelim: Sömürgeci güçler, sömürge veya manda haline getirdikleri topraklarda çoğunlukla kendi yönetim modellerinin bir benzerini kur(dur)muşlardır. Mesela Ortadoğu’daki Fransız sömürge/mandaları cumhuriyet, İngiliz sömürge/mandaları meşruti veya mutlak monarşi idi.]
Bugün Arap liderliği ve Arap orduları, acaba bir zamanlar I. ve II. Charles’ın II. James’in, III. George’un ve XVI. Louis’nin benimsediği ve böylelikle ülkelerini ve halklarını yıkıp geçen, hem yöneticileri hem de yönetilenleri mahveden, devrimci halklar arasında ılımlılığın ve itidalin katledilmesine yol açan ve henüz ulaşmayan ülkelere devrimleri ithal eden bu cehalet yolunu mu seçecekler? Yoksa William ve Mary’nin benimsediği ve böylelikle tarihî bir uzlaşmayla yöneticileri de halkları da ülkeleri de kurtaran, 300 yıldır devam eden güvenlik ve selametle de doğruluğunun ispatlandığı, kendisi ve halkıyla uzlaşma ve hikmet yolunu mu tercih edecekler?
Arap Baharı Devrimleri kıpkırmızıya boyanmışken bazıları bu soruyu çok gecikmiş bulabilirler. Ancak biz eminiz ki bugünün ümmetinde henüz daha açığa çıkmamış gizli bir hayır var ve –ne kadar gecikmiş olursa olsun– barışçıl reforma dayalı tarihî uzlaşma, cehalet yolunun sürüp gitmesinden ve kendi kendini tüketmekten hayırlıdır.

Bugün halklarımızın, belalarına maruz kaldığı ve cehaletinden muzdarip olduğu Arap karşı-devriminin sonuçları İngiliz, Amerikan ve Fransız karşı-devrimlerinin sonuçlarından daha iyi olmayacak. Geçmişte günümüz için alınması gereken ibretler ve gelecek için de yolluklar (yol azıkları) vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder