OBAMA’NIN İSLAM
DEVLETİ STRATEJİSİNDEKİ BÜYÜK BOŞLUK
David Ignatius (Washington
Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar
listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post,
7.12.2015
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Başkan Obama’nın İslam Devleti’yle mücadele stratejisinin
merkezinde boş bir alan var. Bu boş alanın “Sünni kara birlikleri”nce
doldurulması bekleniyordu; ancak bir yılı aşkın süredir verilen çabanın sonunda
ortada hala böyle bir şey yok. Bu boşluk doldurulmazsa Obama’nın planı işe
yaramayacaktır.
Pazar akşamı ulusa seslenişinde Obama makul bir görüş
ortaya koydu. “Sert konuşmak”tan ziyade Müslüman teröristlerle savaşta sabırlı
ve ısrarcı olma iddiasında haklıydı. ABD’nin “uzun ve maliyetli bir savaş”la
cihatçıların fantezilerini beslememesi gerektiği tespitinde doğruydu. Bilhassa
Müslümanların ekseriyetinin radikalliğe karşı müttefik olursa hem içerinin hem
de dışarının daha güvenli olacağı tespitinde haklıydı.
Ancak Obama’nın konuşmasının ortasında gizemli bir kara
kutu vardı. Onu işte şöyle açıklamaya çalıştı: “Hâlihazırda kullandığımız
stratejiyle –hava saldırılarıyla, özel birliklerle ve kendi topraklarını geri
almak için çarpışan yerel güçlerle birlikte çalışarak– daha sürdürülebilir bir
zafere ulaşacağız.”
Obama’nın bahsettiği “yerel güçler” neler? Irak ve
Suriye’deki Kürt savaşçıları kastediyorsa, evet, onlar hayranlık verici bir
performans sergilemekte. Ama Kürt bölgelerinde. İslam Devletinin Sünni
merkezini temizleyip ellerinde tutmak istemiyorlar, bunu da yapmak zorunda
değiller. Eğer Obama, Şii önderliğindeki Irak ordusundan bahsediyorsa, ABD’nin
hava gücü desteğiyle bile performansları hala pek de yeterli sayılmaz; ayrıca
Ramadi, Felluce ve Musul’daki Sünnilerce kabul edilmiyor ve güvenilmiyorlar.
Eğer Suud, Türkiye ve Katar tarafından silahlandırılan Suriye’deki İslamcı
tugayları kastediyorsa, onların dost mu düşman mı olduğu halen net değil.
Rahatsız edici gerçek şu ki güçlü, güvenilir ve yerli bir
Sünni kara birliği Irak’ta da Suriye’de de henüz yok. ABD Haziran 2014’te
Musul’un düşmesinden bu yana bu problemi çözmeye çalışıyor, ama pek de başarı
sağlanmış değil. Halimiz, bir ıssız adada bezelye konservesini açması gereken
ve “keşke bir konserve açacağımız olsaydı!” diyen açlıktan ölmek üzere olan
iktisatçı şakasındaki gibi.
Geçtiğimiz yıldaki yanlış ümitleri ve kaçırılan
bağlantıları bir düşünün: Irak’ta ABD’li eğitmenler binlerce Sünni aşiret savaşçısını
eğitmek üzere Anbar vilayetindeki el-Asad ve el-Tekaddum hava üslerine
yollandılar. Aşiret mensuplarının büyük ölçüde ortaya çıkmamasına şaşmamak
lazım: Bağdat’ta Şiilerin yönetimindeki hükümet, gerçek güce sahip bir Sünni
“milis gücü/milli muhafız gücü”nü onaylamayı hala reddediyor. Suriye’ye
gelince, Kongre IŞİD’e karşı savaşmak üzere büyük ölçüde Sünnilerden müteşekkil
bir gücün 500 milyon dolarlık eğit-donat programıyla oluşturulmasına izin
verdi. 5000 kişi beklenirken sadece birkaç yüz kişi katıldı ve eğitilen ilk
grup da tuzağa düşürülerek Suriye’nin kuzeyinde cihatçıların vahşice
saldırısına uğradı.
Niye bu çabalar bu denli kötü sonuç verdi ve bunu
düzeltmek için ne yapmak lazım? Benim iddiam, 2003’teki işgalle Saddam
Hüseyin’i devirerek onların dünyalarını altüst eden bir Amerika’ya Sünnilerin
güvenmedikleri yönünde. Aşiret liderleri bundan sonra hep bizim kusurlu Sünni
stratejimizin parçası oldular: Şimdi de onları İslam Devletine karşı paralı
askerlerimiz olarak kullanmaya çalışıyoruz. Ancak her iki taraf için de bu
ahlaksızca bir pazarlık.
Sünnilerin
mücadeleye katılmama problemi
daha derin bir travmanın göstergesi. Ortadoğu’da Sünniler bir nevi vertigo
yaşıyorlar. Sünni güç merkezleri –Mısır, Suriye, Irak, Libya– harap olmuş
vaziyette. İnsanlar kendilerini mahrumiyet içinde ve hayal kırıklığına uğramış
hissediyorlar, daha evvel kendilerini yöneten otokratlardan ve hâlihazırda
yönetmek isteyen dini fanatiklerden nefret etmiş durumdalar.
Sünni dünyadaki boşluğu kendine güvenle doldurmak
bir nesil alacak; ama şimdiden başlanması gerekiyor, zira bu aynı zamanda
cihatçıları yenmenin hayati bir parçası. Batı’nın en iyi düşünce kuruluşlarının
bu mesele üzerinde kafa yorması, Arap dünyasının en parlak genç aktivistlerinin
yönetişim ve iktisadi kalkınma konusunda planlar yapması gerekiyor. BM, Dünya
Bankası ve IMF gibi küresel kurumların onlara hamilik için, yeniden yapılanma
ve yönetişim için planlar geliştirmesi gerekiyor.
Arap dünyasının 1944’ünü yaşıyoruz: cihatçıları
yenmek, sağlıklı bir Sünni siyasal yapının oluşturulmasını gerektiriyor.
Peki, Irak ve Suriye’de yeniden canlanan Sünni merkezi
nasıl bir şey olacak? Irak Kürdistan’ını inceleyerek oldukça iyi bir
fikre varabilirsiniz. 1991’de başlayan Huzur Operasyonu olarak bilinen ABD’nin
uçuşa yasak bölgesi altında olgunlaştı. Bu koruyucu kılıf altında yatırım,
güvenlik ve siyasi istikrar verimli bir döngü altında bir araya geldi.
Irak ve Suriye’nin geleceğini düşünürken aklımıza
–tıpkı gevşek bir federal devletin parçası olan Kürdistan gibi– canlı Sünni
vilayetler/bölgeler gelmeli. İslam Devletini mağlup etme stratejisini inşa
ederken “Sünnistan” yaratmak çadırın orta direği olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder