PUTİN’İN BREXIT ZEVKİ
NASIL BASTIRILIR?
Robert Kaplan (Amerikalı
dış politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Wall Street
Journal, 30.6.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Onlarca yıldır
NATO ile AB sessiz sedasız uyum içinde çalışageldi. NATO’nun Avrupa’nın
birliğine ihtiyacı vardı ve AB –elitist ve devletçi bürokrasisine rağmen– bunu
büyük ölçüde sağladı. Şimdi ise Brexit referandumunun birlikten ayrılma
dalgasını tetikleme ihtimali karşısında bu mimari yıkılıyor.
Bu arada NATO
hala Rus yıkıcılığı ve apaçık saldırganlığı karşısında Orta ve Doğu Avrupa’yı
savunmak zorunda. Avrupa’nın dağılmasını özlemle bekleyen Rus Devlet Başkanı
Putin, Brexit’i bir zafer olarak görüyor olmalı. Soğuk Savaş’ın ilk günlerinden
bu yana NATO ve AB hiç bu denli Amerikan liderliğine ihtiyaç duymamıştı. Brexit
mevcut ve müstakbel Amerikan başkanı için bir test niteliğinde.
Kuzeyde
Estonya’dan güneyde Bulgaristan’a kadar uzanan, SSCB’nin eski parçaları olan
Rusya’ya komşu NATO üyesi ülkeler, bu gelişmeden en fazla kaybedecek olanlar.
1990’larda bu ülkeler, bütün trajedileriyle birlikte artık tarihi geride
bıraktıklarını zannetmişlerdi. Şu anda ise Polonya sağcı popülizme doğru
sürükleniyor, Macaristan yeni-otoriterliğin eşiğinde, Romanya görece zayıf ve
yolsuzluklara batmış durumda, Sırbistan ve Bulgaristan ise Rus yıkıcılığı ve
nüfuzuyla alttan alta zayıflatılıyor. Geri dönen jeopolitik kaos, bazı
açılardan, 1930’ları hatırlatıyor.
Kolektif
güvenlik artık soyut bir hale bürünüyor. Avrupa parçalandıkça –bir üye devlete
karşı saldırıyı herkese yönelik bir saldırı addeden– NATO Antlaşması’nın 5.
maddesini uygulamaya sokma kararlılığı azalacak. Yeni ortaya çıkmakta olan bu
boşluğu ABD, fazlaca yayılmaksızın, diplomasi ile muhtemel askeri gücün ustaca
bir birleşimiyle doldurabilir. Eğer bunu yapmazsa Soğuk Savaş’taki zafer kökten
silinmiş olacak.
Birleşik
Krallık’la konunun ayrıntılarına girelim. NATO’nun açılımı olan “Kuzey
Atlantik” kelimeleri kilit önemde. Avrupa’dan kopan İngiltere, ABD’yle
ittifakını yeniden canlandırmak zorunda. Bu iki devlet birlikte hareket ederse
eğer, Avrupa anakarasında Rusya kapılarına kadar güç projeksiyonunu
sürdürebilir.
Bu önemli; zira
Brexit, yüzlerce yıllık geçmişi olan İngiliz jeopolitiğinin kilit hedefine
darbe vurdu: herhangi bir gücün Avrupa anakarasında egemen olmasını engellemek.
Ama şimdi Almanya’nın tam da bunu hayata geçirmesine imkan verildi. Avrupa’da
kim Almanya’ya rakip olabilir? Fransa, kendi popülist dalgasıyla (Marine Le
Pen’in Ulusal Cephesi’yle) boğuşan ve çok ihtiyaç duyduğu iktisadi reformları dahi
hayata geçiremeyen, giderek ikinci lige düşen bir güç.
Almanya ile
İngiltere son dönemde müttefikti ve aralarındaki ticaret önümüzdeki süreçte
devam edecektir. Ama mevcut itidalin ve sağduyunun gelecekte de devam
edeceğinin herhangi bir garantisi yok. Konrad Adenauer’dan bu yana uzun bir
Alman başbakanları listesi, Atlantik yanlısıydı ve Avrupa barışı ve
istikrarında Almanya’nın eşsiz sorumluluğunun da bilincindelerdi. Ama müstakbel
Almanya başbakanları böyle olmayabilirler.
Angela Merkel
döneminin ardından Almanlar, pek de bir işe yaramadığı görülen Yunan
borçlularla ve Rus maceracılarla baş etme görevinden bıkıp usanabilirler.
Rusya’yla kendi başlarına, AB’den ayrı bir şekilde bir pazarlığa girişebilirler
veya –diğer Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi– popülist milliyetçiliğe kayarak
içe dönebilirler. Popülizm dalgasının, Avrupa’nın geleneksel siyasi
partilerinin dayandığı felsefi boşluğu ortaya dökmesi gerçeği karşısında,
Almanya niye bu cereyandan muaf kalsın ki?
İşte bu yüzden
–İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana– Alman dış politika kurumuyla
iş tutmada ve onu teşvik edip desteklemede Amerikan diplomasisi hiç bu denli
hayati hale gelmemişti. ABD, Washington-Londra ve yine Washington-Berlin
arasında hiçbir boşluğa izin vermemeli. Avrupa’ya yol göstermek, işte bu iki
ülkeye yol göstermek demektir. Eğer bu yapılabilirse geri kalan kısımda taşlar
yerli yerine oturabilir.
Bundan sonra,
sırasıyla güneydoğu ile kuzeydoğu Avrupa’nın demografik ve coğrafi merkezleri
olan Romanya ve Polonya geliyor. ABD mayıs ayında Romanya’ya füze savunma
kalkanı yerleştirdi ve Polonya’ya da benzer bir sistemin yerleştirilmesi için
hazırlıklar yapıldı. Her ne kadar NATO tarafından etkin hale getirilse de
bunlar esasında Amerikan inisiyatifleri. Brexit’in akabinde füze savunma
kalkanları çok büyük anlamlar kazandı. Her ne kadar resmiyette İran’ı caydırma
amaçlı dense de, Romanya ve Polonya’ya yönelik olarak fiiliyata geçirilen bu
askeri taahhüt, aynı zamanda Sayın Putin’e de bir mesaj veriyor: Avrupa içinde
ne türden bir siyasi kaos yaşanırsa yaşansın Romanya, Polonya ve diğer komşu
NATO üyelerine yönelik saldırganlığın ve yıkıcı faaliyetlerin bir maliyeti
olacaktır.
Nisan ayında
Romanya’nın Karadeniz sahiline 2 Amerikan F-22 savaş jeti gönderilmesi Rusların
bölgedeki uçuşlarını geçici de olsa sekteye uğratabilir. Üstelik Rusların
Bulgaristan ve Gürcistan’daki yıkıcı faaliyetlerinin düzeyi dikkate
alındığında, Romanya sahili ABD’nin Karadeniz’de donanma gücünü konuşlandırması
için en mükemmel platformu sunuyor. Benzer şekilde Polonya da -Rusların hava
sahası ihlallerini sürdürdüğü- Baltık ülkelerine destek için uygun bir konumda.
Brexit’in artçı
şokları, henüz yeni başlıyor ve daha yıllarca Avrupa’yı bulandıracaktır. ABD,
Avrupa’nın siyasi ve iktisadi meselelerini çözemez, ama Avrasya’daki bölgesel
güç dengesini muhafaza etmek için Orta ve Doğu Avrupa’daki müttefik
demokrasileri koruyabilir. Belki Avrupa’da idari üst yapının zayıflamasının
uzun vadede iyi olduğu iddia edilebilir; ama jeopolitik açıdan bu kötü bir durum
ve ABD bu meydan okumaya karşı harekete geçmek zorunda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder