11 Temmuz 2016 Pazartesi

R.KAPLAN: PUTİN’İN BREXIT ZEVKİ NASIL BASTIRILIR?



PUTİN’İN BREXIT ZEVKİ NASIL BASTIRILIR?

Robert Kaplan (Amerikalı dış politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
Wall Street Journal, 30.6.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Onlarca yıldır NATO ile AB sessiz sedasız uyum içinde çalışageldi. NATO’nun Avrupa’nın birliğine ihtiyacı vardı ve AB –elitist ve devletçi bürokrasisine rağmen– bunu büyük ölçüde sağladı. Şimdi ise Brexit referandumunun birlikten ayrılma dalgasını tetikleme ihtimali karşısında bu mimari yıkılıyor.

Bu arada NATO hala Rus yıkıcılığı ve apaçık saldırganlığı karşısında Orta ve Doğu Avrupa’yı savunmak zorunda. Avrupa’nın dağılmasını özlemle bekleyen Rus Devlet Başkanı Putin, Brexit’i bir zafer olarak görüyor olmalı. Soğuk Savaş’ın ilk günlerinden bu yana NATO ve AB hiç bu denli Amerikan liderliğine ihtiyaç duymamıştı. Brexit mevcut ve müstakbel Amerikan başkanı için bir test niteliğinde.

Kuzeyde Estonya’dan güneyde Bulgaristan’a kadar uzanan, SSCB’nin eski parçaları olan Rusya’ya komşu NATO üyesi ülkeler, bu gelişmeden en fazla kaybedecek olanlar. 1990’larda bu ülkeler, bütün trajedileriyle birlikte artık tarihi geride bıraktıklarını zannetmişlerdi. Şu anda ise Polonya sağcı popülizme doğru sürükleniyor, Macaristan yeni-otoriterliğin eşiğinde, Romanya görece zayıf ve yolsuzluklara batmış durumda, Sırbistan ve Bulgaristan ise Rus yıkıcılığı ve nüfuzuyla alttan alta zayıflatılıyor. Geri dönen jeopolitik kaos, bazı açılardan, 1930’ları hatırlatıyor.

Kolektif güvenlik artık soyut bir hale bürünüyor. Avrupa parçalandıkça –bir üye devlete karşı saldırıyı herkese yönelik bir saldırı addeden– NATO Antlaşması’nın 5. maddesini uygulamaya sokma kararlılığı azalacak. Yeni ortaya çıkmakta olan bu boşluğu ABD, fazlaca yayılmaksızın, diplomasi ile muhtemel askeri gücün ustaca bir birleşimiyle doldurabilir. Eğer bunu yapmazsa Soğuk Savaş’taki zafer kökten silinmiş olacak.

Birleşik Krallık’la konunun ayrıntılarına girelim. NATO’nun açılımı olan “Kuzey Atlantik” kelimeleri kilit önemde. Avrupa’dan kopan İngiltere, ABD’yle ittifakını yeniden canlandırmak zorunda. Bu iki devlet birlikte hareket ederse eğer, Avrupa anakarasında Rusya kapılarına kadar güç projeksiyonunu sürdürebilir.

Bu önemli; zira Brexit, yüzlerce yıllık geçmişi olan İngiliz jeopolitiğinin kilit hedefine darbe vurdu: herhangi bir gücün Avrupa anakarasında egemen olmasını engellemek. Ama şimdi Almanya’nın tam da bunu hayata geçirmesine imkan verildi. Avrupa’da kim Almanya’ya rakip olabilir? Fransa, kendi popülist dalgasıyla (Marine Le Pen’in Ulusal Cephesi’yle) boğuşan ve çok ihtiyaç duyduğu iktisadi reformları dahi hayata geçiremeyen, giderek ikinci lige düşen bir güç.

Almanya ile İngiltere son dönemde müttefikti ve aralarındaki ticaret önümüzdeki süreçte devam edecektir. Ama mevcut itidalin ve sağduyunun gelecekte de devam edeceğinin herhangi bir garantisi yok. Konrad Adenauer’dan bu yana uzun bir Alman başbakanları listesi, Atlantik yanlısıydı ve Avrupa barışı ve istikrarında Almanya’nın eşsiz sorumluluğunun da bilincindelerdi. Ama müstakbel Almanya başbakanları böyle olmayabilirler.

Angela Merkel döneminin ardından Almanlar, pek de bir işe yaramadığı görülen Yunan borçlularla ve Rus maceracılarla baş etme görevinden bıkıp usanabilirler. Rusya’yla kendi başlarına, AB’den ayrı bir şekilde bir pazarlığa girişebilirler veya –diğer Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi– popülist milliyetçiliğe kayarak içe dönebilirler. Popülizm dalgasının, Avrupa’nın geleneksel siyasi partilerinin dayandığı felsefi boşluğu ortaya dökmesi gerçeği karşısında, Almanya niye bu cereyandan muaf kalsın ki?

İşte bu yüzden –İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana– Alman dış politika kurumuyla iş tutmada ve onu teşvik edip desteklemede Amerikan diplomasisi hiç bu denli hayati hale gelmemişti. ABD, Washington-Londra ve yine Washington-Berlin arasında hiçbir boşluğa izin vermemeli. Avrupa’ya yol göstermek, işte bu iki ülkeye yol göstermek demektir. Eğer bu yapılabilirse geri kalan kısımda taşlar yerli yerine oturabilir.

Bundan sonra, sırasıyla güneydoğu ile kuzeydoğu Avrupa’nın demografik ve coğrafi merkezleri olan Romanya ve Polonya geliyor. ABD mayıs ayında Romanya’ya füze savunma kalkanı yerleştirdi ve Polonya’ya da benzer bir sistemin yerleştirilmesi için hazırlıklar yapıldı. Her ne kadar NATO tarafından etkin hale getirilse de bunlar esasında Amerikan inisiyatifleri. Brexit’in akabinde füze savunma kalkanları çok büyük anlamlar kazandı. Her ne kadar resmiyette İran’ı caydırma amaçlı dense de, Romanya ve Polonya’ya yönelik olarak fiiliyata geçirilen bu askeri taahhüt, aynı zamanda Sayın Putin’e de bir mesaj veriyor: Avrupa içinde ne türden bir siyasi kaos yaşanırsa yaşansın Romanya, Polonya ve diğer komşu NATO üyelerine yönelik saldırganlığın ve yıkıcı faaliyetlerin bir maliyeti olacaktır.

Nisan ayında Romanya’nın Karadeniz sahiline 2 Amerikan F-22 savaş jeti gönderilmesi Rusların bölgedeki uçuşlarını geçici de olsa sekteye uğratabilir. Üstelik Rusların Bulgaristan ve Gürcistan’daki yıkıcı faaliyetlerinin düzeyi dikkate alındığında, Romanya sahili ABD’nin Karadeniz’de donanma gücünü konuşlandırması için en mükemmel platformu sunuyor. Benzer şekilde Polonya da -Rusların hava sahası ihlallerini sürdürdüğü- Baltık ülkelerine destek için uygun bir konumda.


Brexit’in artçı şokları, henüz yeni başlıyor ve daha yıllarca Avrupa’yı bulandıracaktır. ABD, Avrupa’nın siyasi ve iktisadi meselelerini çözemez, ama Avrasya’daki bölgesel güç dengesini muhafaza etmek için Orta ve Doğu Avrupa’daki müttefik demokrasileri koruyabilir. Belki Avrupa’da idari üst yapının zayıflamasının uzun vadede iyi olduğu iddia edilebilir; ama jeopolitik açıdan bu kötü bir durum ve ABD bu meydan okumaya karşı harekete geçmek zorunda.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder