BREXİT SÜRPRİZİ VE ARDINDAKİ TOPLUMSAL KRİZ
George Friedman (Amerikalı
siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve 2015 yılına kadar başkanı,
Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures, 25.6.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Cuma günü piyasalardaki altüst oluşa bakılırsa yatırımcıların
İngiltere’deki referandumun sonucuna şaşırdıkları net bir şekilde anlaşılır.
Daha şaşırtıcı olan ise onların bu sonuca şaşırmaları. (…)
AB uzun vadeli bir durgunluğa saplanmıştı. Mali krizin üzerinden sekiz
sene geçmesine rağmen hala bundan çıkabilmiş değil. Dahası, Avrupa’da genişçe
bir alan, özellikle de güney bölgeler son derece yüksek işsizlik oranlarıyla
bir kriz içinde. Bu problemlerin uzun vadede çözüleceği ve İngiltere’nin kendi
iyiliği için çözümün bir parçası olması gerektiği argümanı ortaya atılabilir.
Karşı argüman ise eğer ki bu problemler çözülebilir türden olsaydı yıllar evvel
çözüme kavuşurdu şeklinde.
Mali çevrelerde yerleşik bir öngörülebilirlik arzusu vardır. İyi veya
kötü piyasalarda ve ekonomilerde para kazanabilirler, ama belirsizlik halinde
para kazanmakta sıkıntı çekerler. Bu yüzden mali çevreler İngiltere’nin AB’de
kalacağı kanaatindeydiler; çünkü bu, onlara öngörülebilirlik kazandıracaktı.
Bilinçaltlarındaki varsayım, herkesin statükonun sürdürülmesi konusunda
hemfikir olduğu yönündeydi. Bu sadece mali çevrelerin görüşü de değildi; –başta
siyasi ve akademik çevreler ve basın dünyası olmak üzere- diğer elitler de bu
kanaati paylaşıyorlardı.
İngiltere’de birçok arkadaşı olan bir tanıdığım bana Brexit’i
destekleyen hiç kimseyi tanımadığını söyledi. Doğru. Çünkü elit bir üniversiteden
mezun olan bu tanıdığım dünyada hep kendisine benzeyenlerle iletişim halinde.
(…)
(…) Çok uzunca bir süredir İngiltere’yi yöneten elitin, kendilerine
karşı yükselen barışçıl bir isyanla değil de bir [toplumsal]
rahatsızlıkla baş ettikleri yönünde bir beklenti vardı. İşte bu yüzden anketler
referandumun başa baş seyredeceğini gösterse de “kalalım” diyenler
kaybedeceklerine hiç inanmadılar.
İngiliz medyasının önde gelen gazetecileri Avrupalı ve Amerikalı
meslektaşlarıyla konuşuyorlardı. Siyasetçiler de aynısını yapıyorlardı. Mali
çevreler de dünyadaki muadilleriyle iletişim halindelerdi. İngiltere’deki
referandumun ortaya çıkardığı meydan okuma, farklı şekillerde de olsa, dünyanın
birçok ülkesinde mevcut. Evrensel olan şey, elitlerin kendilerine meydan
okuyanlara karşı kibirli/dışlayıcı tavırları. Elitlerin kendilerinden daha az
eğitimli, daha az sofistike ve daha az başarılı olanların günün birinde
kontrolü ele geçireceklerini ciddiye almaları epeyce zor. Vakti zamanında
Fransız Bourbonlar ve Rus Romanovlar da sokaklardaki halk yığınlarını benzer
şekilde küçümsüyorlardı. Aslında ne denli anlayışsız ve aciz olduklarını bu
yığınlar ta ki saraylarını basana kadar hep görmezden geldiler.
Bu analoji fazla abartılmamalı ama göz ardı da edilmemeli. Kendi
deyimimle, teknokrat elit ile giderek dışlanan alt-orta ve hatta orta sınıf
arasındaki mesafe çağımızın en baş özelliklerinden biri haline geliyor. Bu elit
AB’yi terk etme taraftarlarının kazanacağını beklemiyordu, çünkü onlara göre
AB’nin mevcut problemlere çözüm üretmeye çalışacağı aşikardı. Kendileriyle aynı
fikirde olmayan kimseyi tanımıyorlardı bile. Bu onların gerçek dünyadan ne
denli uzak olduklarının da başlı başına bir göstergesi. En önemlisi de
muhaliflerini, yani AB’den çıkmayı savunan kesime öncülük edenleri kaale dahi
almıyorlardı.
Kendi yalnızlıklarının ve dar görüşlülüklerinin farkında bile olmadan;
“ayrılık” taraftarlarının farklı dünya görüşlerini anlamadan veya mali
kuruluşların City’den Frankfurt’a taşınmasının bunların çok da umurlarında
olmayacağını görmeden; birçokları tarafından hor ve hakir görüldüklerini de
idrak etmeden sözkonusu elit kesim “ayrılık”çıların kazanabilmesinin mümkün
olmadığına inandı. Bu yüzden benim Parlama Noktaları: Avrupa’da Yaklaşan
Kriz (Flashpoints: The Coming Crisis in Europe) başlıklı kitabım da
dahil diğer birçok kişinin yazılarında bu gidişata dikkat çekmesine rağmen
sonuca şaşırıp kaldılar.
Sonuç olarak Cuma günkü mali çöküş elitlerin tahayyülsüzlüğünden
kaynaklanıyor. İşte bu tahayyülsüzlük hali, [elitler arasında] mevcut
durumun süreceği beklentisine yol açtı. Ve yine bu tahayyülsüzlük hali, diğer
bir deyişle tanıdıkları çevrelerin dışında neler olup bittiğine dair elitlerin
hiçbir fikrinin olmaması gerçeği, Batı’nın yüzleşmekte olduğu -İngiltere’nin AB
de kalıp kalmayacağı, hatta AB’nin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği
tartışmasından- çok daha büyük bir kriz hali. Biz öyle derin bir toplumsal
bölünmüşlük yaşıyoruz ki iyi niyetli kerli ferli insanlar ve belirli bir
toplumsal sınıf, AB’den ayrılmak isteyen veya Müslüman göçmenlerin
engellenmesini destekleyen veyahut Donald Trump’a oy verecek hiç kimseyle henüz
karşılaşmamış bile!
Demokratik bir toplum bu bölünmüşlüğü kaldıramaz. Benzer bir bölünmüşlük
1929’da patlak veren Büyük Buhran sırasında ABD’de yaşanmaktaydı; ta ki her
sınıftan genç askerler hayatlarının birbirine bağlı olduğunu ve ağır silahlar
konuşurken hangi toplumsal sınıfa mensup olunduğunun hiçbir anlam ifade
etmediğini keşfettikleri İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte toplumsal bölünmüşlükler
yerle yeksan olana kadar. Savaş sonrasının itidal hali işte bu tecrübeyle
bağlantılıydı.
Tabii ki İkinci Dünya Savaşı toplumsal bir probleme böylesi bir çözüm
için oldukça nadir bir örnek. Ancak çözüm için dramatik bir şeylerin
gerçekleşmesi gerekiyor. Durum giderek tahammül edilemez hale geldikçe bu da
gerçekleşecektir. Sonunda belki de saray kapıları tekmelerle kırılacaktır.
Umarız ki bu, Bourbonların ve Romanovların düşüşü gibi rezil bir şekilde değil
de daha kibarca gerçekleşsin.
Kimsenin böyle bir şey asla ve kat’a gerçekleşmez diye inanma hakkı yok.
Hiç kimse bunun salt İngiltere’yle sınırlı kalacağını zannetmesin. Hiç kimse
bunun bir daha tekrarlanmayacağını da düşünmesin. Tam aksi yöndeki delillere
rağmen elitlerin AB’de işlerin yolunda gideceğini iddia edebildiği günler artık
geride kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder