İSLAM DEVLETİ,
BATI’DAKİ İSLAMOFOBİYİ KENDİ YARARINA KULLANIYOR
David Ignatius (Washington
Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar
listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)
Washington Post,
2.6.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
Batı, İslam
Devleti’yle savaşta –önde gelen stratejistlerden birinin ifadesiyle– “otoimmün
hastalığı”ndan muzdarip [Z.T.K. yani bağışıklık sisteminin kişinin
kendi hücrelerine, dokularına ve organlarına saldırması]. Donald Trump ve
onun Avrupalı neo-popülist emsallerinin başı çektiği kendini savunma
mekanizmaları, Batı’nın siyasi yapısını zayıflatarak ve cihatçı yangını daha da
körükleyerek [kendi kendini vuran] zehirli bir yoğun faaliyete dönüştü.
İngiliz
radikallikle mücadele uzmanı David Kenning, bu hafta kendisiyle telefon
üzerinden gerçekleştirdiğim mülakatta işte bu provokatif iddiayı ortaya attı.
Son dönemde çeşitli Batı yönetimlerinin yaptırdığı araştırmalar da bunu teyit
eder nitelikte. Kenning’in yorumları, İslam Devleti’ni bir dini veya ideolojik
hareketten ziyade, “mağduriyetin kimlik politikasıyla harekete geçen bir
gençler çetesi” olarak gören son dönemdeki yeni analiz dalgasının bir parçası.
Bu şüpheci
analistler, İslam Devleti’ne karşı mevcut söylem stratejisinin ters teptiği ve
Trump gibi kutuplaştırıcı siyasetçilerin cihatçı etkiyi güçlendirerek en iyi
cihatçı devşirme aracına dönüştüğü iddiasındalar. Kenning’e göre İslamofobi,
“savunmadaki Müslümanlar” söylemini besleyerek cihatçılara yardımcı oluyor.
Zira bu, bir yaralı topluluk hissiyatı yaratıyor, yani şiddet yoluyla intikamı
körükleyen bir mağduriyet/mazlumiyet ortak kimliği üretiyor.
(…) Kenning,
kendinden menkul hilafetin cazibesinin niçin [toplumdan] yabancılaşmış,
ergen üyeler arasında oldukça güçlü olduğunu şöyle açıklıyor:
“İslam Devleti
markası mensuplarına bir güç katıyor. Senin bir kurban olduğunu söylüyor ve
intikam alma izni veriyor. Sosyal medya üzerinden sana meşhur olmayı teklif
ediyor, yani hiçbir şey iken bir şahsiyet kazanma, özne olma fırsatı sunuyor.
Teolojik bir argümanın bu akıma karşı bir merhem olacağını düşünen herkes ancak
naiftir.”
Trump, cihatçılara
karşı kutuplaştırıcı popülist söylemin Amerika’daki en baş örneği; ama
toplumsal birlik ve bütünlüğün gerçekten kırılmaya başladığı Avrupa’da da
muadilleri var. İngiltere’de “Brexit” kampanyasının bayraktarlarından Nigel
Farage, Fransa’da sağcı milliyetçi Marine Le Pen, Hollanda’da Müslüman düşmanı
Geert Wilders gibi siyasetçiler, terör ve İslamofobi çifte saldırısıyla
sarsılan Avrupa’nın öne çıkan yüzleri.
Kenning ve diğer
stratejistlerle birlikte çalışan Ortadoğu merkezli danışma şirketi Lepis
Communication, son yayınlarından birinde İslamofobinin niçin cihatçılara
yaradığını şöyle açıklıyor: İslamofobi “adam devşirmeyi engellemek
yerine bu markaya daha da değer katıyor.”
Lapis, cihatçıların
%90’ının 25 yaş altı gençler olduğunu ortaya koyan istatistiklere referansla
“Ergen zihin dünyasına odaklanıyoruz” diyor. Bu militan gençler her şeyi
siyah-beyaz olarak görmek istiyorlar. Lapis’in iddiasına göre, buna karşı tek
panzehir “toplumsal uzlaşma ve hoşgörünün, incelikli düşüncelerin ‘gri’leri”.
Bu bakış açısını
paylaşan diğer bir muhalif analist Marc Sageman ise bir psikiyatr ve eski bir
CIA istihbaratçısı. Yakında piyasaya çıkacak Terörizmi Yanlış Anlamak
(Misunderstanding Terrorism) başlıklı kitabında Sageman, radikalleşme
sürecini, bu bir şahsi veya dini değil bir topluluk olgusu sözleriyle
açıklıyor.
Sageman’ın varsaydığı cihadi grup, devletin saldırısına uğrayan ve toplum
kutuplaştıkça radikal ve şiddet yanlısı hale bürünen bir siyasal protesto
topluluğundan ortaya çıkıyor. Sageman, modelinin, üzerinde çalıştığı son iki
yüzyıldır yaşanan 34 siyasi şiddet dalgasının %80’inden fazlasını açıkladığını
söylüyor. Bu, yeterince basit bir olgu: İnsanlar kendi topluluklarının
dışlandığını ve saldırı altında olduğunu hissettiklerinde şiddete tevessül
ederler.
Peki, İslam Devleti’ne en iyi karşı koyma politikası nedir? Her iki
analiste de bu soruyu sordum. Ortak temaları şu: Radikallikle mücadele kampanyaları,
“Batı’ya yönelik ürkütücü Müslüman tehdit” muamelesiyle cihatçıların rüyalarını
beslemeyi durdurmalı. Bu tarz söylemler sadece ve sadece cihatçıların ekmeğine
yağ sürüp onları daha da motive ediyor.
Lapis’e göre “radikal İslam bir sebep değil, bir mazeret”. Kenning de
tecrit ve mağdur edilen Müslüman topluluk duygusunu besleyen bu mesaj “Batı’da
olabilecek en feci şey” diyor. Ona göre, İslam Devleti’nin stratejisini
yenmenin en iyi yolu dünyadaki Trumpların çenelerini kapamaları. Eğer bunu yaparlarsa
hilafetin enerjisi hızla tükenecektir.
Kenning diyor ki “Yönetimde berbatlar… Sokaklarındakilerin dediklerine göre
hilafetleri sıkıcı”. Ve kontrolleri altındaki bölgeler bugünlerde tehlikeli bir
yere de dönüştü. Ona göre, İslam Devleti’ni yavaş yavaş parçalamak için en iyi
yaklaşım, bayrağı altında savaşanlar arasındaki mevcut fay hatlarını harekete
geçirmek.
Sageman’a göre, İslam Devleti “muhayyel cemaati” göründüğünden çok daha
zayıf. Paradoksal biçimde ona güç katan şey Batı’daki korku ve nefret. Şüphesiz
İslam Devleti güvenliğimize yönelik bir tehdit, ama aynı zamanda Trump ve onun
sevgili Müslüman düşmanlarının da bir yansıması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder