15 Mart 2016 Salı

R.KAPLAN - İRAN’LA ISINMA



İRAN’LA ISINMA
Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazar, Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli üyesi)
The Atlantic, Şubat 2015

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Dış politika arzularla/heveslerle değil, zorunluluklarla/zaruretlerle alakalıdır. Ve hâlihazırda birçok zorunluluk ABD ile İran’ı ilişkilerde yumuşamaya doğru itiyor. Gerçekten de Amerikan-İran uzaklaşması/yabancılaşması, (…) uluslararası ilişkilerde alışılmışın dışında/anormal bir durumdur - hele de iki ülkenin paylaştığı [ortak] jeopolitik çıkarların ne kadar fazla olduğu dikkate alındığında. İsrail’in -ve Suudi Arabistan’ın- çıkarları, sonsuza kadar ABD ile (kadim dünyanın ilk süper gücü) İran arasında bir uzlaşmaya baskın gelir/engel olur düşüncesi problemlidir. Evet, İsrail’in içerideki lobi mekanizması aşılması zor/ürkütücü bir mekanizmadır ve evet, İsrail başbakanı -bazılarının dediği gibi- kararlı bir entrikacıdır. Ama bunlar, Amerikan yürütme erkinin yüzyılda sadece birkaç defa gelebilecek böyle bir diplomatik fırsatı değerlendirmesini son kertede engelleyemez. Uzunca bir süredir devam eden İran’la nükleer müzakerelerin sonucu her ne olursa olsun, önümüzdeki dönemde, ne bu başkanın ne de bir sonrakinin görev süresi boyunca İsrail’le çıkarlar, İran-ABD ilişkilerinin ısınmasını engelleyemez.
Obama yönetiminin İsrail’e karşı hasmane davranışı, aslında –kültür, coğrafya, ekonomi, doğal kaynakların arz zinciri ve askerî kazanımların muazzam ve değişen dip dalgalarıyla birlikte- 21. yüzyılın başında ortaya çıkan jeopolitiğin bir yansımasıdır. Küreselleşmenin dünya haritasını küçülttüğü ve her parçası üzerindeki rekabetin daha yırtıcı hale geldiği/şiddetlendiği bir dönemde Asya’yı dikkate almaksızın Ortadoğu’dan bahsetmek mümkün değildir. Hadi bu noktadan mevzuya gireyim. Zira [Amerikan] yönetimin[in] “Asya’ya Kayış” niyeti ve İran açılımı birbiriyle doğrudan bağlantılı.
Büyümenin yavaşlamasına rağmen (…) Hint-Pasifik bölgesi dünya ekonomisinin kalbinin attığı yer olmaya devam ediyor. Başkanlığının ilk döneminden beri Obama yönetimi, gayet doğru bir şekilde Asya’ya daha fazla odaklanmaya karar verdi, gerek küresel ticareti gerekse Amerikan müttefiklerini Çin’in denizdeki yayılmasına karşı korumak adına. Ama tabii ki Ortadoğu’daki kargaşa araya girdi. Asya denizlerinde giderek gerginleşen askeri açmaz/yenişememe hali/soğukluk, ABD’nin en azından zaman içinde Ortadoğu çatışmalarındaki müdahilliğini azaltmasını gerektiriyor.
Bunun için de İran’la stratejik bir mutabakata girmekten daha etkili bir yol yok, tıpkı 1972’de Çin’le olduğu gibi. (…)
ABD, gerek İslam Devletinin radikal Sünnilerine karşı savaşta gerekse -Irak’ta iç istikrarı sağlama adına- Bağdat’taki Şii yönetimin Sünnilere karşı duruşunu daha ılımlı bir hale getirtmek üzere baskı yapması için Şii İran’a ihtiyaç duyuyor. Türkiye’deki arıza çıkaran/yardımcı olmayan İslamcı hükümet giderek daha fazla dik kafalı olursa, İran Ankara’ya karşı bir denge kurulmasında da yardımcı olabilir (nihayetinde İran ve Türkiye ta 17. yüzyılda Safavi-Osmanlı savaşlarından beri zorla bir aradalar ve birbirini dengeliyorlar). Ayrıca İran ve ABD’nin, bir yandan Cumhurbaşkanı Esed’i görevinden uzaklaştırmaya çalışırken diğer yandan yönetimdeki Alevilerin siyasi gücünü korumak için Suriye’de koordinasyon içinde çalışma ihtimalleri de var. Üstelik İran, Taliban yanlısı Pakistan ve Suud’a karşı bir tampon vazifesi üstlenerek, Amerikan birliklerinin çekilmesi arifesinde komşusu Afganistan’da da kendisine yardımcı olabilir. Amerikan ordusu İran’ın Afganistan’a müdahil olmasını çoktandır teşvik ediyor.
Bütün bunlar hem İran’ın hem ABD’nin çıkarına. İran bunların bir kısmını yalnız başına yapabilir; ama ABD’yle işbirliği içinde bunları yapması, büyük Ortadoğu’nun istikrara kavuşturulmasına daha fazla katkıda bulunacaktır.
İslamcı terörizme karşı pratik yaklaşım, her zaman her yerde teröristlerle savaşmak değil, şartlara göre Şiileri Sünnilere, Sünnileri Şiilere karşı oynamaktır. İran’la ilişkilerin ısınması suretiyle aslında biz, Sünnilere karşı Şiileri desteklemekten ziyade, geçmişe kıyasla iki tarafı birbirine karşı daha etkili bir şekilde manipüle ediyor olacağız. Şii İran’a karşı mücadelemize/kavgamıza bir son vermek, Suudi Arabistan, Mısır, İran Körfezi ve diğer yerlerdeki Sünni müttefiklerimizi yalnız başına bıraktığımız anlamına da gelmez. Aslında onlara güvence vermek için büyük çaba sarf etmeliyiz. Ben bir tavır değişikliğini –bir ittifaktan diğerine geçişi- desteklemiyorum. İran’la bir yumuşama Sünni devletlerle ilişkilerimizi tehlikeye atmak zorunda değil. Aksine, bu durum onları eskisine kıyasla daha dürüst birer müttefik haline getirecektir. Onlarca yıldır Mısır ve Suudi Arabistan’daki Sünni diktatörlükler ABD’yle olan askeri ittifaklarını çantada keklik sayıyorlardı, 11 Eylül saldırılarına yol açan nefret iklimini beslerken dahi. Sünni cihatçılara gelince, onlar zaten bizim kararlı/kendini adamış hasımlarımız. [Yöntem olarak] askeri saldırının, (her nerede bulunabilirse) Sünni ılımlıları desteklemenin ve (İran’la yakınlaşma örneğinde olduğu gibi) yaratıcı diplomasinin bir birleşimiyle onlarla mücadelemizi sürdürmeliyiz.
Yakın Doğu’nun daha onlarca yıl boyunca şiddet ve kaotik bir çatışma içinde kalma ihtimali var, tıpkı 1970’lerden beri Afganistan’ın içinde olduğu durum gibi. ABD-İran eşgüdümü ne kadar artarsa, ABD’nin Ortadoğu’ya daha fazla asker göndermek zorunda kalma ihtimali o kadar azalacaktır. ABD eğer Asya’ya Kayış politikasında gerçekten ciddiyse, o takdirde hedefi, Suriye ve Irak’ı istikrara kavuşturma yükünü taşıması için İran’ın da aralarında olduğu bölgesel güçleri kazanmak/yanına çekmek olmalı.
Dahası var. Nispeten uyumlu bir İran’ın Lübnan’ın güneyinde ve Gazze’de müttefikleri Hizbullah ve Hamas üzerinden problem çıkartmaya daha az meyyal olma ihtimali var. Tahran, el-Kaide virüsü bulaşan Yemen’in İran destekli Husi aşireti tarafından güvenliğinin sağlanmasına da yardım edebilir. Hatta Çin’in gelecekte İran Körfezi’ndeki etkinliğine de karşı koyabilir/etkisizleştirebilir: İran ve Hindistan zaten İran Belucistan’ında bulunan Çabar’da bir Arap Denizi limanı kurmak üzere güçlerini birleştirmiş durumda. Bu liman, gün gelecek Çin ile Pakistan’ın ortak geliştirmekte olduğu yakındaki Gwadar limanıyla rekabet edecektir. Amerikan-İran anlaşması Körfez şeyhliklerinin genel güvenliğini teminat altına alabilir – ABD’yle diyalog içindeki bir İran’ın komşularına karşı askeri açıdan daha az saldırgan bir İran’a dönüşme ihtimali var. Ve daha dostane bir İran, Vladimir Putin’in Ermenistan’ı bir uyduya dönüştürdüğü, zayıflayan Gürcistan’ın yanı başına askeri birliklerini konuşlandırdığı ve enerji zengini Azerbaycan’ı daha yakın bir ilişkiye zorladığı Trans-Kafkaslarda Rus nüfuzunun dengelenmesine yardımcı olabilir.
Bütün bu bahsettiğim konularda ABD İran’ı kullanabileceği gibi İran da rejimini meşrulaştırmak ve böylece yabancı yatırım akışının önünü açmak ve ekonomisini kurtarmak için ABD’yi kullanabilir. Mollaların derin korkusu, Şah’ın akıbetine uğramak, yani temelde ekonomik saiklerle harekete geçecek bir halk ayaklanmasıyla devrilmek. Tabii ki böyle bir ekonomik açılımın İran’daki sertlik yanlısı şahin unsurları cesaretlendirme riski var, ama zamanla ülkeyi daha liberal bir yöne çekme ihtimali daha fazla.
Son olarak ABD-İran yakınlaşmasının ardında kültür tüm gücüyle duruyor. Onlarca yıldır İran’da anti-Amerikancılık geriliyor. Şii İran, kısmen demokratik olup –kara cahil ve kültürel açıdan kısır Vahhabi Suudi Arabistan’a kıyasla- çok daha sofistike, aydınlanmış ve Batılı. Amerikalılar kendilerini Tahran’da Riyad’da olduklarından çok daha rahat hissedeceklerdir.
İran Suudi Arabistan gibi suni bir inşa değil: güçlü bir Pers devleti İran platosunda binlerce yıldır mevcut. Eğer Yakın Doğu gerçekten onlarca yıl sürecek bir kanlı ayaklanmalar dönemine girdiyse Suudi Arabistan’ın zayıflama veya parçalanma ihtimali İran’ınkinden çok daha fazla.
İsrailliler bütün bunları anlamalı. İran Devrimi’ne kadar onların da İran’la gayet faydalı ilişkileri vardı, dolayısıyla onlar İran’ı iyi tanıyorlar. Netanyahu gazetecilere her ne söylerse söylesin, onun ABD-İran yakınlaşmasını ilelebet engelleyebileceğine inandığını hiç sanmıyorum. Ama bunun için bir rüşvet istiyor olabilir: “Tamam, İran’la bir anlaşmaya varacaksın. Karşılığında şimdi bana ne vereceksin? Batı Şeria’da daha fazla yerleşim mi, yoksa daha fazla ve daha ucuz silahlar mı, yoksa daha fazla istihbarat paylaşımı mı?” Eğer Obama yönetimi zekiyse [Netanyahu’ya] istediklerinden en azından bir kısmını verecektir.
Bir düşmanla uzlaşmaya giderken yapılacak son şey dostunu gemiden denize atmaktır – ki böyle bir durum eski düşmanına (ve aslında tüm hasımlarına) sadece ve sadece senin zayıf ve ilkesiz olduğunu düşündürür. ABD ile İran, aralarındaki diplomatik boşluğu/uçurumu kapatmaya çalışırken, ABD’yle daha iyi ilişkilerin aslında ucuz[a mâl] olmadığını İran’ın anlaması sağlanmalı. Bu sebeple Beyaz Saray’ın İsrail ve Suudi Arabistan’a yardım elini uzatıyor gibi görünmesi gerekir. 2015 veya 2016’da Dışişleri Bakanı Kerry, eğer Tahran’a tarihi bir ziyaret gerçekleştirecek olursa, dönüş yolunda Kudüs ve Riyad’a da uğrayacak kadar akıllı/deneyimlidir. Yumuşama (detente), bunun tamamen yadsınması değil, büyük bir politika ayarlamasıdır. Nixon ile Kissenger’ın Çin’le uzlaşması, onları Çin’in can düşmanı SSCB’yle stratejik bir silah paktına varmaktan alıkoymamıştı.
(…) İsrail’e sadakatimiz, onun sadece bir demokrasi olmasından kaynaklanmıyor, aynı zamanda satrancın değerli bir taşı –Ortadoğu’nun kalbinde Amerikan yanlısı askeri bir dinamo- olmasından kaynaklanıyor. (…)
İran’la gelecekte bir yakınlaşma meyvelerini verecekse eğer, [bu süreçte] İran’ın dürüst olması için bir araç olarak İsrail’i savunmalıyız. Ve aynı zamanda ABD’nin İslam dünyasında karşılaştığı baskıların bir kısmından rahatlaması/kurtulması için İsrail’i Batı Şeria’daki yerleşimler konusunda zorlamaya devam etmeliyiz. İletişim devriminin tek, küreselleşmiş bir Müslüman cemaati yarattığı bir dünyada Filistin meselesi, Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya kadar Müslümanlar arasında totemik bir önem kazandı. Barış beklentisi çok zayıf olsa da ABD, sürekli Batı Şeria’daki yerleşim faaliyetleri konusunda İsrail yönetimine bilfiil baskı yapmakla meşgulmüş gibi görünmeli.
Eğer Obama akıllıysa, Ortadoğu politikasındaki tarihî değişim fırsatlarının Obama ile Netanyahu arasındaki “kim kimi aşağıladı” dizi filmiyle kösteklenmeyecek kadar çok büyük olduğunu kabul edecektir. Obama, İsrail lobisini de İsrail’i en kararlı bir şekilde eleştirenleri de görmezden gelmeli. Jeopolitiğin mekanik kuralları çok daha önemli. ABD hiçbir zaman Ortadoğu’nun kaosundan kurtulamayacak, ama bölgesel istikrara katkı sağlamak üzere İran’la yeni bir ilişkiye girerse, zaman içinde dikkatini doğuya doğru [yani Çin’e] daha fazla kaydırabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder