15 Mart 2016 Salı

R.KAPLAN - NÜKLEER BİR İRAN’LA YAŞAMAK



NÜKLEER BİR İRAN’LA YAŞAMAK
Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazar, Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli üyesi)
The Atlantic, Eylül 2010

Tercüme: Zahide Tuba Kor

(…)
Kissenger Nuclear Weapons and Foreign Policy kitabında diyor ki nükleer silah elde ederek bir devlet, herhangi bir yeri istila etmeksizin veya savaş ilan etmeksizin bölgesel veya kürese güç dengelerini değiştirebilir hale gelir. Düşünün ki İran nükleer kapasitesini geliştirdi – ki uygulanan yaptırımlara ve İsrail’in önalıcı askeri saldırı tehdidine rağmen bunu gerçekleştirebilir gibi görünüyor. Nükleere sahip bir İran, devrimci bir güç olan eski SSCB gibi bir tehdit olabilir mi? Daha geniş ölçekte ABD, statükoyu değiştirmek için nükleer silah elde etme arayışındaki İran, Kuzey Kore ve diğer muhtemel devrimci güçlerin teşkil ettiği tehditle nasıl mücadele etmeli/başa çıkmalı?
Kissenger’ın statükocu güçlerin devrimci güçlere nasıl muamele etmesi gerektiğine dair 1957’deki analizi, maalesef ki günümüz İran’ı için de geçerli gibi görünüyor: “[statükocu güçlerin] içgüdüleri, devrimci gücü, -aşina oldukları ve kendilerine ‘doğal’ gelen- meşru çerçeveye dahil etme arayışına sürükler.” [Statükocu güçler] Müzakereleri, ortaya çıkan farklılıkları idare etmek için tercih ederler. Ancak problem şu ki devrimci bir güç için müzakere, -statükocu güçlerin bizden inanmamızı istedikleri gibi- “başlı başına gerilimi düşürmenin bir işareti” değil, sadece zaman kazanmaya dönük bir taktiktir. Normal devletler için bir anlaşma, hukuki ve ahlaki ağırlığı olan bir şeyken; devrimci güçler için anlaşma, müzakereleri devam eden mücadelede bir taviz aşamasından ibarettir. (…)
Kissenger bana dedi ki, “İran, nükleer silah peşinde koşmak suretiyle gerçek gücüyle orantılı olmayan bir bölgesel role kavuştu ve BM Güvenlik Konseyine başarılı bir şekilde meydan okuyarak bunun psikolojik sonuçlarından daha fazla kazanım sağlıyor.” Bununla birlikte Kissenger İran’ı -her ne kadar “Ortadoğu düzenine ideolojik ve askeri olarak meydan okusa da- 1950’lerin SSCB’siyle “aynı büyüklükte” bir tehdit olarak görmüyor. ”
“Nükleer bir İran çevrelenebilir/kontrol altına alınabilir mi?” diye sorduğumda Kissenger, “öncelikle nükleer bir İran’ın ortaya çıkmasını engellemek için çok sert tedbirler almak gerekir” dedi ve ekledi: “ABD’nin düşüneceği farklı caydırıcı denklemler var: İran’a karşı İsrail, İran’a karşı Sünni Araplar, İran’a karşı kendi [içerideki] muhalifleri ve İslam’a karşı Batı. İran’ın nükleere doğru gitmesi halinde bu dinamikler birbiriyle etkileşime geçecekler ve bu da Ortadoğu’daki mevcut krizlerin sıklığının çok daha fazla artmasına yol açacak.”
Şimdiye kadar İran “bir [ulvi] davadan bir devlete/millete dönüşmek için [eline geçen] gerçek fırsatı” değerlendirmeyi reddetse de Kissenger bana dedi ki, İran’ın gerçek stratejik çıkarı “bizim çıkarımızla paralel gitmeli”. Mesela İran, Rusya’nın Kafkaslar ve Orta Asya’daki nüfuzunu sınırlandırmak istemeli, keza Taliban’ın komşusu Afganistan’daki nüfuzunu da; yine Irak’ta istikrarı kabul etmeli ve Sünni Arap dünyasında barışçıl bir denge gücü olarak hizmet etmek istemeli.
Ben de aynı görüşteyim. Zira 11 Eylül saldırılarının failleri Suudi Arabistan’dan BAE’ye, Lübnan’dan Mısır’a Sünni Araplardı; Sünnilerin Amerikan ve İsrail çıkarlarına yönelik düşmanlığı belirgin bir problem olarak kaldığı müddetçe ABD -teorik olarak- Ortadoğu’da güçlenen Şii rolünü memnuniyetle karşılamalı, tabii eğer İran kısmi bir siyasi dönüşüme girerse. Demografik, kültürel ve diğer göstergelerin tümü İran’da orta ve uzun vadede olumlu bir ideolojik ve felsefi değişime işaret ediyor. Bu öngörüyle birlikte, İran’ın nükleer programını saf dışı bırakmaya dönük herhangi bir askeri çabanın yüksek maliyeti ve başarı ihtimalinin düşüklüğü göz önüne alındığında, nükleer bir İran’ın çevrelenmesi/kontrol altında tutulması ABD açısından en makul politika diyebiliriz.
Bu çevreleme politikasının başarısı bir dizi bölgesel faktöre bağlı. Ama bunun olmazsa olmaz şartı, ABD’nin nükleer silahı olan bir İran’a karşı her türlü politikasında inandırıcı bir askeri harekât tehdidinin altını ısrarla çizebilmesidir. Kissenger’ın da bana dediği gibi, “Ben ABD’nin İran hakkında aldığı her ne tedbir varsa bunları sürdürmesini istiyorum.” (…)
Kissenger şahsi tecrübelerinden gayet iyi biliyor ki iç siyaset ABD’nin bu tarz riskleri alma istekliliğini azaltır. Sınırlı savaşlar (siyasi nedenlerle her çeşit silahın kullanıma hazır hale getirilmediği savaşlardır) hep Amerikalılara zor gelmiştir. Kissenger bana dedi ki “Kitabımı ABD’nin hedeflerini kısmen gerçekleştirdiği, sınırlı bir savaş olan Kore Savaşı’nın ardından kaleme aldım. Kitabın yayınlanmasından bu yana Vietnam’da sınırlı bir savaş yaşadık ve Amerikan toplumunun bir kesimi ABD’nin ruhunu arındırmak için bu savaşın kaybedilmesini istedi. Daha küçük ölçüde de olsa aynısı Irak örneğinde de yaşandı. Bu yeni bir tecrübe. Bir savaş sadece çıkış stratejisi için verilmez.” Yani Kissenger’ın vardığı sonuç şu: “ABD kazanabileceğinden emin olmadığı bir savaşa artık giremez.”

(…)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder